2015 ve 2019 Seçim sonuçlarına bakış
AKP’nin kaybettiği ilk seçim, 2015 Haziran seçimleriydi. Bu seçim, Türkiye’nin tüm siyasal atmosferini değiştirdi. 15 Temmuz’dan Başkanlık sistemine geçişe kadar yaşadığımız her şeyin sebebi bu seçim sonuçlarında gizlidir.
7 Haziran 2015’te yapılan seçimlerde AKP’nin oyu %41’e düşmüş ve parlamento çoğunluğunu kaybetmişti. CHP’nin oyu %26, MHP’nin %16, HDP’nin ise %13 olmuştu. Hem Solcu (CHP), hem milliyetçi (MHP) hem de Kürtçü HDP’yi karşısına alan AKP için, tek başına siyasete devam etmenin imkânı kalmamıştı; ya iktidarı bırakacaktı ya da bir parti ile ittifaka girecekti.
AKP, 2015 Haziran seçim sonuçlarında MHP’nin hızlı yükselişine bakarak yükselen milliyetçi tepkiyi gördü ve o günden sonra da “Yerli ve Milli” dediği politikaya döndü. Tekrarlanan Kasım 2015 seçim sonuçları, attığı adımın doğruluğunu gösterdi. MHP’nin oyu %11’e düştü ama AKP’nin oyu %49’u buldu.
Milliyetçi tepkinin Türk siyasetinde belirleyici olduğu sadece 2015 seçim sonuçlarında değil, 2019 Yerel Seçim sonuçlarında da gözlemlenebilir. İyi Parti’nin MHP’den ayrılması ile birlikte iki milliyetçi parti seçime girdi ve ikisinin oylarının toplamı yine %16’ydı. Yani 2015 Haziran seçim sonuçları bir kez daha tekrarlanıyordu. CHP’nin oyu yine %26’ydı. AKP ise %42 oy almıştı.
Ama Yerel Seçimlerin asıl büyük sonucu İstanbul ve Ankara’da görüldü. AKP ve MHP’nin “Yerli ve Milli” cephesinin karşısına CHP ve İyi Parti’nin “Laik ve Milliyetçi” cephesi çıktı. Görüldü ki muhalefet %50’yi aşarak seçimi kazanabiliyordu. Türkiye’nin sosyolojik gerçeği buydu: Milliyetçi güçler ile laik, solcu, Atatürkçü güçler bir araya geldiği zaman, seçimi kazanabiliyordu.
Millet İttifakı’ndan 6’lı Masa’ya
Millet İttifakı’nın 2019 Yerel Seçimlerindeki olağanüstü başarısı, bu ittifakın devam ettirilmesi halinde genel seçimlerde de benzer bir sonucun alınabileceğini gösteriyordu. Bu nedenle Millet İttifakı seçim sonrasında da yola birlikte devam etti.
İttifaklar, güç kazandırıcı politikalardır. Siyaset, rakiplerini bölmeye çalışırken yanına başka güçleri çekebilme sanatıdır. Rakiplerini böldükçe, yanına müttefikler çektikçe başarılı olabilirsin. Ama siyasetin bu genel doğrusu, siyasetin sosyolojik tabanına dayanmak zorundadır. Yani ittifakın ideolojik bir tabanı ve hedefi olmalıdır. Bu ideolojik tabana dayandığı sürece ittifaklar sinerji yaratır, büyütür. Ama ideolojik ve sosyolojik tabanı gözetmeden büyümeye, ittifakları genişletmeye çalışırsanız, ittifak sinerji yaratmaz tam tersine enerji kaybı ortaya çıkar.
6’lı Masa bu durum için önemli bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. AKP’den kopan iki partinin, Davutoğlu ve Babacan’ın da ittifaka katılması ile birlikte Millet İttifakı’nın tabanı sarsılmıştır ve Masa da bu nedenle sürekli sallanmaktadır. Masayı sağlam tutmak için atılan her adımda ise zeminde çatlaklar oluşmakta ve Masa’yı tabansız bırakmaktadır.
Herkesin şunu sorması gerekmez mi: Millet İttifakı 2019 yerel seçimlerinde zaten başarılı olmuştu, ne gerek vardı daha da büyümeye? Millet İttifakı’nın sosyolojik tabanına tümüyle aykırı iki partinin, Kürtçü, liberal, Şeriatçı iki partinin katılmasının ne faydası olabilirdi ki?
Siyaset, sosyoloji değil matematik işidir denilecekse yine anlarım ama görüyoruz ki bu iki partinin oyu %1’i bile bulmuyor. Millet İttifakı, HDP’nin oyu neredeyse %10’u bulmasını rağmen neden onunla ittifak yapmıyor peki? Çünkü sosyolojik gerçekleri herkes görüyor! O zaman aynı sosyolojik gerçekler Davutoğlu ve Babacan’ın partisi için neden görülmek istenmez?
Davutoğlu ve Babacan’ın Masa’ya katkısı yok
AKP’den iki önemli ismin kopması, kendi partilerini kurması elbette olumlu gelişmelerdir. Bunun desteklenmesi de gerekir. Fakat AKP’den kopan partilerin AKP’den oy da kopartması için izlenecek strateji onları Masa’ya katmak değil tam tersine uzak tutmaktı.
Siyasette oy almanın mantığı basittir, öncelikle dayandığınız tabanın oy verme davranışını anlamanız gerekir. Mesela CHP için laiklikten uzaklaşıldıkça laik taban sandığa gitmez, İyi Parti için milliyetçilikten uzaklaşılırsa seçmen MHP’ye geri dönebilir. Millet İttifakı’nın gücü tam da buradadır, milliyetçilik ve laiklik her iki parti için de ortak değerdir, iki partiden de bu nedenle kaçış olmaz.
Davutoğlu ve Babacan’ın partileri eğer AKP’den oy alacaklarsa, AKP seçmeninin oy verme sebeplerini iyi bilmelidirler. Her iki parti de “asıl AKP’ye dönüş” istediklerine göre, yapacakları şey basittir; ikisi bir araya gelirler ve ikili bir sinerji yaratırlar. Gerçekten aynı zeminde kalırlar, hem AKP’ye hem de Millet İttifakı’na eşit mesafede kalırlarsa ancak inandırıcı olabilirler. AKP’den ayrılan isimlerin AKP’li seçmen için bir öcü durumundaki CHP’ye geçmeleri kabul edilebilir olamaz.
Benim anlamadığım şey şu: Davutoğlu ve Babacan, ikisi bir araya gelemiyorlar çünkü anlaşamıyorlar. İyi ama 6’lı Masa’da neden bir aradalar? Ne oldu ilkelerine, kibirlerine?
AKP’li seçmenin, özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tayyip Erdoğan’dan vazgeçebilmesi için çok önemli sebeplerinin olması gerekir. Milli Görüş bugüne kadar AKP ile hep karşı karşıya olduğu halde, tam 20 yıldır AKP ve Erdoğan karşıtı konumda olmasına rağmen geçen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gördük ki Saadet Partisi tabanının yarısı kendi liderlerine değil Tayyip Erdoğan’a oy verdi! Varın siz Davutoğlu ve Babacan’ın tabanları ne yapabilir bir de onu düşünün! Hoş bunu çok düşünmenize gerek bile yok çünkü onların bir tabanı falan da yok…
Savaş alanı ve kale
Görüldüğü kadarıyla sadece AKP karşıtlığı için kurulan 6’lı Masa ilk başta herkesi cezbetti. Fakat bu cazibenin etkisinden kendimizi kurtarmamız şart. Siyaset ve sosyoloji bize seçimin kanununun bambaşka olduğunu söylüyor.
Orta Çağ savaşlarında kaleler çok önemliydi. Bir kale, korunabildiği sürece savaşı kaybetmemenin garantisiydi. Barut, kalelerin bu gücünü oldukça sarstı, toplar artık kaleleri yıkabiliyordu. Fakat kaleleri asıl önemsiz kılan şey, barut değil coğrafya oldu. Siz savaşta bir kaleyi çok başarılı bir şekilde savunabilirdiniz ama bu sırada ülke toprakları işgal edilivermiş olabilirdi.
Farkında mısınız bilmem ama 6’lı Masa, harbin eski kuralına göre kurulmuş bir kaleyi andırıyor. Bir yandan AKP bu kaleyi sürekli top ateşine tutuyor, top atışı arttıkça kaledekiler kaleyi daha büyük bir güçle savunuyorlar. Ama bu sırada kalenin dışındaki siyasal araziyi AKP ele geçiriyor.
Benim gördüğüm; 6 lider bir kalede hapsolmuşlar ama hapsolduklarının bile farkında değiller. Onlar bu kaleyi, yani 6’lı Masa’yı ayakta tutmayı başarı kriteri olarak belirlemişler. Seçim geçip seçimi kaybettiklerinde de şöyle diyecekler: Seçimi kaybettik ama görüyorsunuz 6’lı Masa dağılmadı, biz kazandık!
Şimdiden uyaralım, siyaset bir Masa’yı korumak için değil seçimi kazanmak için yapılır…
Ayrıca akla komplo kokan olasılıklar da gelmiyor değil; sakın bu 6’lı Masa bizzat Erdoğan’ın bir planı olmuş olmasın?
Aslında 6’lı Masa’daki Davutoğlu ve Babacan da birer Truva atı olmasınlar?
6’lı Masa’nın şimdiki haliyle tek kaybedeni var o da CHP. 6’lı Masa sözde Cumhurbaşkanlığını almak ve Tek Adam rejimini yıkmak için kuruldu ama görüyoruz ki ilk yıktığı CHP’nin geleneği oldu. Belki de Davutoğlu ve Babacan’ın Tek Adam rejiminden kasıtları CHP’nin Atatürk dönemiydi ve gerçekten de onu yıktılar. Kılıçdaroğlu’nun CHP’si sürekli helalleşip özür üstüne özür diledikten sonra insan nasıl bir oyun oynanıyor diye sormaktan kendini alıkoyamıyor!
Boks ringi
Peki bu noktadan sonra 6’lı Masa dağıtılabilir mi ya da bu kaleden çıkılabilir mi?
Elbette bu da artık bir çözüm değil. Hiç kurulmaması gereken bir masayı kurduktan sonra o masayı yıkarak bir sonuç alamazsınız. Ama şunu aklınızdan çıkartmayın: CHP ve İyi Parti’nin birlikteliği, İstanbul ve Ankara’yı aldığı gibi, cumhurbaşkanlığını da rahatlıkla alabilirdi. Her iki parti de tabanlarını çok daha rahat ve hızlı harekete geçirebilirlerdi.
Tam da bu aşamada, Davutoğlu, Babacan, Karamollaoğlu güçleri AKP’ye sağdan bir saldırı yönelterek hem AKP’nin dikkatini dağıtabilirlerdi hem de gerçekten AKP’li seçmen için güvenilir partiler olabilirlerdi. Elbette HDP de bu arada kendi cephesinden AKP ile mücadele edebilirdi.
İsterseniz siyaseti biraz da boksa benzetelim.
Tayyip Erdoğan son 20 yılın şampiyon boksörü. Karşısına 6 tane rakip çıkmış. Bu 6 rakip eğer Erdoğan’ı ortaya alsalar, her biri kendi cephesinden bir yumruk sallasa, Erdoğan’ın ne dikkati ne de takati yeter 6 boksörle dövüşmeye. Biri milliyetçilik der, diğeri laiklik, öteki dindarlık, beriki serbest piyasa, ana dili vb. Erdoğan hangisine yanıt vermeye kalksa onlar güçlenir. Ve verdiği her cevapta AKP güç kaybeder.
Fakat Erdoğan boşuna şampiyon boksör değil. Adeta 6 rakip boksöre “erkekseniz hepiniz birleşin de gelin” çağrısı yaptı ve çevresini saran 6 boksörü karşısına aldı. Öne çıkan her boksöre de tek bir yumruk atacak: Türban, dış güçler, vesayet, mağduriyet.
Kolaysa Davutoğlu veya Babacan biz de türbancıyız desin, o cephede birlikte oldukları için artık Babacan ya da Davutoğlu’nun Kemal Kılıçdaroğlu’ndan bir farkı kalmamıştır.
Erdoğan türban dedikçe 6’lı Masa’daki dindar partilerin tabanı Masa’dan uzaklaşıp Erdoğan’a yaklaşacaktır, bunu önlemek için CHP biz de türbana serbestlik istiyoruz dedikçe CHP tabanı CHP’nin adayından uzaklaşacaktır. Yani sözde ittifak olan 6’lı Masa’dır ama bu Masa sürekli fire verirken AKP cephesi sürekli kazanım sağlayacaktır.
Penaltı noktası
Biliyorum moraliniz bozuldu ama 6’lı Masa’ya savaş sahasından değil boks ringinden bakınca durum bu. Ama isterseniz bir de futbol sahasından bakalım.
Maç uzatmaya gitmiş ve penaltılar atılacak. Son penaltı atışı da sonucu belirleyecek. AKP’nin penaltıcısı Tayyip Erdoğan. Bugüne kadar hiç penaltı kaçırmamış.
6’lı Masa ise daha yeni bir takım, bu takımda Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi iki yeni penaltıcı var. Her ikisi de takımlarına penaltı ile şampiyonluk kazandırmış. Hatta İmamoğlu’nun ilk penaltısını VAR iptal etmiş ama o ikinci penaltıda yine topu 90’a takmış.
Ve bir bakıyorsunuz topu alıp penaltı çizgisine giden Kılıçdaroğlu. Kemal Bey, sahaların en centilmen oyuncusu. Tam bir fair play idolü. Rakibe gollük paslar atmakla meşhur. Ama asıl şanı penaltılarda. Bugüne kadar tam 9 penaltı kullanmış ve hepsini kaçırmış.
Benim gördüğüm durum tam olarak bu.
Futbolda bile 2 penaltı kaçıran adama üçüncüsünde top verilmez ama nasıl bir strateji ise 9 seçim kaybetmiş Kılıçdaroğlu’nu aday yapmayı düşünüyorlar.
Buna olsa olsa maçı satmak denir, başka hiçbir kelime ile de açıklayamazsınız…
Yeter Kemal Kılıçdaroğlu! Söz milletindir, milletin sözünü dinle!
İşin ilginç yanı Kılıçdaroğlu’na aday olması için en fazla desteğin kendi partisinden değil de AKP’den, MHP’den ve 6’lı Masa’daki İyi Parti hariç diğer sağcı-dinci partilerden gelmesi. Bu durumu nasıl açıklayabiliriz?
İlk açıklama son derece basit: AKP ve MHP, karşılarına yenebilecekleri bir adayın çıkmasını istiyor, o nedenle de seçim kaybetmenin kitabını yazan Kılıçdaroğlu’nu karşılarında görmek istiyorlar. Peki AKP’den kopan Babacan ve Davutoğlu neden onu istiyor? Yoksa onlar aslında eski AKP’li değiller de eskimeyen AKP’liler mi? 6’lı Masa’daki görevleri mi bu?
Hoş, gerçekten AKP’den kopmuş olsalar o zaman durum CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu için çok daha vahim. Davutoğlu da Babacan da AKP’nin eski günlerine dönmesini istiyorlar, tarikatlara özgürlük istiyorlar, PKK ile yeniden çözüm masası kurulmasını istiyorlar. Bu isteklerini uygulatabilecekleri adam olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu görüyorlarsa, bu CHP liderini bilge lider yapmaz, güdülebilir aday yapar sadece.
Kimileri CHP lideri için çok iyi cumhurbaşkanı olur diye düşünebilir. İlk düşündüğümde bana da böyle geliyor açıkçası. Gerçekten herkesle uzlaşacak, herkese hakkını teslim edecek bir adalet dağıtıcısı gibi bir imajı var. Ama biraz daha düşününce, sorgulayınca dehşete kapılıyorum.
Neden mi?
Tarikatlara hakkını verecekseniz, tarikatların istismarına uğrayan kızların hakkı ne olacak?
Yeniden Kürt Açılımı başlatacaksanız, PKK tarafından şehit edilen evlatlarımızın hakkı ne olacak?
Herkese hak vermek, herkesle helalleşmek, hiç de adil bir tavır değildir, adalet; hakkı, hakkı olana teslim etmektir, hakları herkese bölüştürmek değil! Hakları bölüştürme politikası sadece adaletsiz değil aynı zamanda yıkıcı ve parçalayıcıdır, ulus devleti çözer, kabilelere dönüştürüverirsiniz.
Peki, ulusun hakkını kim savunacak?
Ulusun hakkını bu ulusu birleştiren, savaştıran, Atatürk’ün partisinin lideri savunmayacaksa CHP’nin genel başkanlık koltuğunda ne işi var?
Hadi diyelim o koltuğu işgal etti: Bari aday olmasın da sadece CHP’yi kaybettiğimizle kalalım, bir kere daha cumhurbaşkanlığını kaybetmeyelim!
Yeter Kemal Kılıçdaroğlu!
Söz milletin!
Sen de milletin sözünü dinle.
Aday olma!