Sabahın erken saatleriyle bu kez Gölbaşı’na geliyoruz. Yıkım burada da çok fazla. İnsan ilk başta “çok fazla yüksek bina yok, kurtulan olmuştur” diye düşünüyor ama acı bütün soğukluğuyla yüzünüze çarpıyor…
Gölbaşı gördüğümüz afet bölgeleri arasında en soğuğu. Deprem günü yağan kar hâlâ yerlerde. Zaten burada acıyı bir katman daha arttıran şey soğuk.
Her yer gibi buraya da yardım geç ulaşmış. Arama kurtarmaya ikinci günün sonunda başlanmış.
Gölbaşı’nda deprem değilmiş insanları öldüren. Yıkılan binalardan bir süre sesler gelse de ikinci gün kesilmiş. Deprem değil soğuktan ölmüş insanlar. İnsanlar bir umutla o gelecek yardımı beklemiş.
Burada çalışmalar daha önce başlasaymış durum çok farklı olacakmış.
Çaresizlik ve acı o kadar büyük ki, tarif etmek inanın çok zor. Konuştuklarımızdan birisi “ilk sarsıntıyla dışarı çıktık. Bize o gün iki seçenek sunuldu. Ya depremden ölecektik ya da soğuktan. Öyle bir soğuk vardı ki, ben bir süre sonra ailemi alıp içeri girdim”
***
Başka bir vatandaş ile konuşuyoruz. Parmağıyla marketin olduğu yarısı çökmüş bir binayı gösteriyor. “İşte ben şu markete girip yiyecek bir şeyler aldım. Yağma ise yağma yaptım. Anneyim ben, soğukta evlatlarımı aç mı koysaydım? Buraya yardım gelmezse kendi başımın çaresine bakarım. Allah affetsin.”
***
Gördüğümüz tüm şehirlerin ortak özelliği hepsinin önceden dağ yamacına kurulmuş, sonradan ovaya doğru genişlemiş olması. Ve hepsinde de yıkım ova tarafında gerçekleşmiş. Atalarımızın yıllardır ovalara ev yapmamasının boşuna olmadığını bir kez daha anlıyorsunuz.
***
Her yerdeki üzüntü şaşkınlık ve çaresizlik arası o garip ruh hali burada da var.
Afet bölgesinin dışında olayları izleyen insanlarda bir suçluluk hissi vardır. “Bu kadar insan böyle bir felaket yaşayışken ben nasıl rahat yatağımda yatarım” diye düşünür. Burada da benzer bir durum hâkim aslında.
Etrafta o kadar büyük acı var ki, ailesini kurtaran sevinmeye utanıyor adeta.
***
Bir de burada sürekli mezarlardan insanlar çıkıyor, dışarıdakiler de mezara giriyor. Bugün bir enkazda cenazesini bekleyen bir amcanın yanına başka bir amca geldi. Biri diğerinin öldüğünü duymuş. Dakikalarca sarılıp ağladılar. Birbirleri için yeniden doğdular. Maalesef tam tersi de sık yaşanıyor.
***
Tüm acıları ve unutulmuşluğu ile Gölbaşı’dan ayrılıp Kahramanmaraş’a geçiyoruz. Başta ufak hasarlı binalar bizi karşılasa da şehir merkezine inince yine bir dehşet tablosu ile karşılaşıyoruz. Ana caddede hasarsız tek bina “Eski Türkiye”den kalma Valilik binası. Her tarafta yıkılmış binalar var. Maraş’ta yıkım öbek öbek gerçekleşmiş, şehir sanki bombalanmış gibi…
Artık arama kurtarma çalışmaları neredeyse tamamen bitmiş. Arama-kurtarma ekiplerinin yerini enkazı kaldırmak için gelen hafriyat kamyonları alıyor. Yine de birkaç binadan hala battaniye isteniyor.
Battaniye demek ölü çıkarılacak anlamına geliyor. Ölüler battaniyeye sarılmadan çıkartılmıyor enkazlardan…
***
Aslında her şey bu afetteki geç kalınmışlığı gösteriyor. Devletin vatandaş üşümesin diye göndermesi gereken battaniyeler, geç kalındığı için ceset taşımada kullanılıyor.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı çıkıp üretilen bir milyon battaniye ile övünüyor.
Ne diyelim…
Eserinizle gurur duyun…
HAZAR ARISOY