Türk kültürüne büyük hizmetler yapan, kimsenin el atmaya cesaret edemediği pek çok Arap kaynağının yanı sıra Rusça, Fransızca, İngilizce gibi dillerden çok sayıda kitabı Türkçeye kazandıran, gerçek entelektüel ve yaşayan gerçek Türkçü bir aydın…
2 Ağustos 2022 Salı günü toprağa verdik.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun bir dörtlüğü ile analım:
Bir almadan, bin bir veren,
Dikenliklerden gül deren,
Yesevî’den bir Alp-eren
Dervişti; Hakk’a yürüdü.
Ahsen Batur
17 Ağustos 1954 tarihinde Niğde’de doğdu. Lise eğitimini Niğde ve İstanbul’da tamamladı. İstanbul Eğitim Enstitüsü Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü, Mısır El Ezher Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı bölümünü derece ile bitirdi. Türk tarihi ve edebiyatı, Rus dili ve edebiyatı konusunda yüksek uzmanlık derecesinde bilgi sahibiydi.
Şimdiye kadar kimsenin çevirmeye gücünün yetmediği, cesaret edemediği büyük Rus tarihçisi Gumilev’in eserlerini, Arapçadan Arisü’l-Kur’anKur’an’ın Gelinleri’ni ve Vani Mehmed Efendi’yi çeviren tek Türk bilgesidir.
Çeşitli yayın kuruluşlarında ve kurumlarda çevirmen olarak çalıştı. Bilimsel metotla tarih kitapları yayınlamak amacıyla Selenge Yayınevi’ni kurdu ve onlarca akademik seviyesi yüksek kitap yayınladı.
Arapça, Fransızca, İngilizce ve Rusçadan ve başta Özbekçe olmak üzere Türk lehçelerinden çok sayıda çevri yaptı.
Ahsen Batur’dan Aforizmalar (Özdeyişler)
Ümmetçilik
Ümmetçilik bir ham hayaldir. Kiminle ümmet olacaksın?
İflah olmaz Türk düşmanlığının cirit attığı Irak’la, Türk öldürene madalya verilen Suriye’yle, laik sistemi benimsediğimiz için bize kâfi r gözüyle bakan Mısır’la, Amerika’nın kucağından kalkamayan Ürdün ve Suudi Arabistan’la mı?
Mümkünse Sünnileri bir kaşık suda boğmak isteyen Farslarla mı?
Fransız kültürünün etkisiyle adeta Arapçayı unutmuş Kuzey Afrika ülkeleriyle mi?
Kuveyt, Katar, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Osmanlı’yı hırsız edenlerin yönetici koltuğunda oturduğu çadır devletlerle mi?
Güldürmeyin adamı, Allah aşkına!
Türkiye’de yazılan ve yayınlanan tarih kitapları
Türkiye’de yazılan ve yayınlanan Selçuklu ve Osmanlı tarih kitaplarını okuduğunuzda varacağınız sonuç sıfırdır. Çünkü bu eserlerin tamamı masa başı çalışmalarıdır ve hiçbirinde tarih şuuru ve tarih felsefesi yoktur.
Zira o kitapları yazanların hiçbirisi etnogenez bilgisine sahip değildir. Türkiye’deki üniversitelerin hiçbirinde etnogenez kürsüsü yoktur. Bu kürsü sadece Rusya’da, Fransa’da ve Amerika’da vardır.
Türkiye’de bu bilim dalından haberdar olan bir akademisyen de yoktur. Bu yüzdendir ki, Selçuklu ve Osmanlı’yı anlatan kitaplarda hep aynı konuların işlenmiş olduğunu görürsünüz. Çünkü hepsi ana caddede görülenleri yansıtmaktadır.
Hâlbuki tarihin asıl can alıcı noktaları hep arka sokaklarda gelişmiştir. Ama bizim tarihçilerimiz tarih felsefesinden yoksundurlar.
Kimse kusura bakmasın…
Halkların yaşı ve bunun tarihteki rolü
Mete Han veya Batur Tanrıkut zamanında Hunların toplam nüfusu 300 bin kişiyken, Çinliler 59 milyondu. Ama Hunlara vergi ödemek, Hun yabgularına saraydan gelin göndermek zorunda kaldılar.
Göktürkler döneminde de durum farklı değildi. Göktürklerin toplam nüfusu 600 bin, Çin’in toplam nüfusu 55 milyondu ama Göktürklere vergi ödüyorlardı.
Peki neden?
Çünkü Çinliler, Hunlardan ve Göktürklerden çok önce oluşmuş, etnogenez safhasının yükseliş safhasını geride bırakarak atalet safhasına geçmişlerdi.
Ne hükümdarlarında ne ordusunda ne de halkında savaş ve zafer isteği vardı. Tıpkı Selçukluların Bizans sınırına dayandıklarında Bizanslı askerler için “kadınlaşmış” dedikleri gibi, Çinliler de kadınlaşmıştı. Üzüm salkımını kılıç kabzasından daha iyi kavrıyorlardı.
Bir millet ne zaman çöker?
Gumilev diyor ki:
“Bir milletin bağrından kendini milleti için feda edecek kahramanlar çıkmazsa, o millet çöker.”
Passioner dürtü
Rus tarihçi Gumilev, Etnogenez adlı eserinde ‘passioner’liği toprağın altında gezinen bir tür enerji dalgasına benzetir ve enerjinin çarptığı halkın birden hareketlenerek fetihlere başladığını, komşu halkları boyunduruk altına aldığını iddia ederek, en iyi örnek olarak da Moğolları gösterir.
Moğollar, gerçekten küçük bir halktı. Günümüzde de öyledir. Tarihte de dikkat çeken bir nüfusları yoktu, bugün de yoktur. Selahaddin Eyyûbi’nin ordusunun %80’ini nasıl Türkler oluşturuyorsa, aynı şey Moğol ordusu için de geçerliydi.
Gumilev bir adım daha atarak, passioner kişilerin kitlelerin önüne düşen lider değil, kitleleri arkadan itekleyen kişiler olduğunu belirtir. Moğolların yaptığı da bu idi.
Kim, neden öldü?
Babür, sirozdan öldü. Hüseyin Baykara sirozdan öldü. Hüseyin Baykara’nın iki oğlu sirozdan öldü. Bediuzzaman, Şeybani Han, Herat’ı zaptedince kaçıp İstanbul’a geldi ve burada öldü.
Babür’ün iki oğlu Ekber ve Hümayun sirozdan öldü. Osmanlı padişahlarından içmeyen kimse yoktur. Ama kaçının sirozdan öldüğü bilinmiyor.
Üstelik bunların hepsi de güya Müslümandı.
Türkler Müslüman olduklarında…
Türkler Müslüman olduklarında karşılarında Emevî piçlerinin ırzına geçtikleri bir İslam’la tanıştılar. Dolayısıyla İslam’la şereflenmediler, sahip oldukları şereflerini de kaybettiler.
Türk kadını toplumdaki saygın yerini kaybetti, Türk erkekleri yalancı, sahtekâr insanlar oldular. Gerisi uzun hikâye.
Ayetler Türkçe okunarak namaz kılınabilir
Narşahi (tarihçi), Buhara Tarihi adlı eserinde Kuteybe’nin Buhara’yı fethetmesi üzerine imamın Kur’an’ı Farsça okuyarak namaz kaldırdığını ve Kuteybe’nin de bir şey demediğini belirtiyor.
Farsça dil de Türkçe patlıcan mı?
Pekâlâ Türkçe de okunabilir.
Nakşilere dair
Şeybani Han, Nakşilerin Orta Asya’da kökünü kazımıştı fakat onun savletinden kurtulabilen Nakşiler Hindistan’da Babür’e sığınarak ona da yapmadık kötülük bırakmadılar.
Osmanlı sarayı Nakşilerin kontrolü altındaydı.
Türklüğün en büyük düşmanı günümüzde FETÖ’cüler, geçmişte Nakşilerdi.
Nakşiliğin kurucusu Bahaaddin Nakşibendi, Tacik’tir. Onun halefi Hoca Ahrar, Tacik’tir, Osmanlı’da ise Nakşilik, Tacikleri kuzenleri kabul eden Kürtlerin tekelindedir.
Hoca Ahrar’ın çiftliklerin de binlerce köle çalışıyordu.
İblisle karşı karşıya
Eğer karşınızdaki kişi “abdestli ağzımla söylüyorum”, “vallahi, billahi”, “Allah hakkı için”… diyorsa ilk dakika içinde ondan en az 100 metre uzaklaşın.
Hem imanınızı korursunuz hem de cüzdanınız zarar görmez!
Çünkü bir iblisle karşı karşıyasınız demektir!
Artık vakti zamanı gelmiştir
Eğer biz Türk isek ve eğer çok geniş coğrafyaya saçılmış yaklaşık 300 milyonluk bir Türk dünyası isek,
Batı Türkistan: Hazar’dan bu tarafı; Türkiye, Azerbaycan ve İran.
Doğu Türkistan: Hazar’dan öteye bütün Türk devlet ve toplulukları.
Sözün özü; Doğu Türkistan ve Batı Türkistan Cumhuriyetleri adı ile Turan birliğini muhakkak kurmalıyız.
Yutulmayacak kadar iki büyük lokma, ezilemeyecek kadar iki büyük devlet.
İşte bizim Turan idealimiz bu olmalıdır.
Bu iki büyük devleti kurduğumuz an, başka halkların zulmü altında inleyen soydaşlarımızın derdine de deva oluruz.
Yoksa gerisi kuru bir kızıl elma sevdası olmaktan öteye geçmez.
Ben sizin çifte standardınızın!..
Arakan, Myanmar’da Müslümanlar katlediliyor diye yayınlanan fotoğrafl arın altından başka şeyler çıktı, daha önce benzeri görüntüler Filistinliler için de yayınlanmış ve her köşe başına sandıklar kurularak saf Müslümanlardan paralar toplanmıştı, ama o paraların akıbeti hiç bilinmedi. Ancak Filistinliler için yardım sandıklarının kurulduğu günlerde Çin’de hem Türk hem Müslüman hem de Hanefi Uygur kardeşlerimiz katlediyordu.
Ne hükümetten bir ses çıktı ne onlar için yardım sandıkları kuruldu ne adam gibi bir nümayiş tertiplendi. Şimdi ben sizin çifte standardınızın ….. desem haksız mıyım?
Mitoloji
Bir halk, eğer uğruna ölümü göze aldığı mitolojik sembolleri varsa, artık bir halk değil, millet ve süperetnostur.
Bazı sosyologlar bu mitolojik sembole mitomoteur (muharrik güç/ sembol) diyorlar. Örneğin Türklerin mitolojik sembolü kurttur.
Özellikle ülkücülerin muharrik gücü olan Bozkurt’a herhangi bir sataşma, saldırı veya hakaret, ölüme davetiye çıkarmaktır.
İngilizlerin, Fransızların, Rusların mitomoteur’leri vardır ama millet olma ideasında olan bazı asalak etnosların mitomoteur’leri yoktur.
Bu saatten sonra da uydurulmaz.
Bazı Arap kabilelerinin ilginç isimlerindendir
– Beni Kelb (Köpek oğulları)
– Beni Cahş (Eşek oğulları)
– Beni Sa’leb (Tilki oğulları)
– Beni Hacer (Taş oğulları) …
Türk’e ve Atatürk’e küfredenler
Rus tarihçi L. N. Gumilev, Etnogenez adlı eserinde fâtih halkların müstakbel kaderleri hakkında acımasız bir hüküm vermektedir:
“Bir ülkeye fâtih olarak giren halklar, o ülkedeki yerli popülasyonu tamamen yok edip kendi genlerini ekmedikçe, gelecekteki torunları o ülkede rahat yüzü görmezler!”
El-hak doğru söylemiş!
Selçuklu, Anadolu’daki popülasyonu yok etmedi, onların iş güçlerinden faydalanmayı tercih etti. Onun devamı olan Osmanlı ise yerli popülasyona dışarıdan başka popülasyonlar ithal edip rakamı artırdı. Sonrası malum!
Bu ülkede müsait zemini bulduklarında Türk’e ve Atatürk’e küfredenlerin sayısının her geçen gün artmasına niye şaşırıyoruz ki?
Şathiye
Balkonda son beyaz çayı içerken yine “lip” edip yanıma oturuverdi:
– Şeyhim, pirim, kaç ay oldu görüşemedik, Korona yüzünden biraz yoğunduk, ancak şimdi vakit bulabildim.
Azrail’di gelen tabii.
– Hoş geldin, dedim.
– Şeyhim, bir duble de bana ikram etsen, valla boğazım kurudu!
– Edemem, çünkü içtiğim son dubleydi. Yeni bir şişe almaya param da yok.
Azrail birden kayboldu ve iki dakika sonra elinde 100’lük bir Tekirdağ’la döndü.
– Bunu nerden buldun?
– Bir tekel bayiinin gözüne şöyle bir göründüm, korkudan bayıldı, ben de bir şişe aldım geldim. Doldur hele şeyhim, sizi çok özlemişim.
– Al buyur, iç! Sen sahtekârın tekisin!
– Neden şeyhim? Ne dedin de yapmadım? Şeyhim, laf aramızda, her zamanki gibi salatan da çok güzelmiş. Hele bir daha doldur!
– O Teeyyu ile Bohçalı, o iki marazlı neden hâlâ hayatta?
– Haklısın şeyhim, ama bu sefer kesin işlerini bitireceğim.
– Ne zaman?
– Üç vakte kadar, şeyhim!
– Üç vaktini s… senin!
Sanki anlamamıştım!
Bu sefer beni götürmeye gelmişti bu Azrail gavatı!