Tarihçi, yayıncı, çevirmen ve gazeteci Ahsen Batur’u ebediyete uğurladık. Adeta tek tabanca halinde bir bilim ve kültür cephesi açarak savaş vermiş bu büyük Türk aydını, büyük bir saygı ve minnetle anılmayı hak ediyor.
Ahsen Batur’un, başat Doğu ve Batı dillerindeki ustalığını binlerce sayfa akademik çeviriye dökerek Türk tarihçiliğine ve düşünce hayatına yaptığı benzersiz katkının bugün için hakkıyla anlaşılmadığını belirtelim.
Türkiye’de hatırı sayılır bir kitle, Adil Yakubov, Pirim Kadirov, Musa Aybek gibi Özbek yazarların romanları ile tanışıp Türkistan edebiyatına açıldıysa bunu yine Ahsen Bey’in Türk lehçelerine kusursuz hâkimiyetine borçludur.
Rus, İngiliz, İran, Arap kaynaklarından Türkçeye aktardığı çok sayıda tarihî ve çağdaş metinden başka, bizzat kaleme aldığı ve yine bizzat kurduğu Selenge Yayınların’ndan çıkmış 2011 tarihli Kürdoloji Yalanları, ayrıca üzerinde durulması gereken, burada çok kısaca üzerinde duracağımız önemli bir eser.
Kürdoloji Yalanları, Ahsen Bey’in İslam öncesinden günümüze 200’ü aşkın kaynağı ilmek ilmek tarayıp damıttığı yaklaşık 470 sayfalık bir panzehir kitap. Ahsen Batur, ilk olarak “Kürdoloji” adı altında yıllardır uydurulan eski-yeni efsaneleri, safsataları, uydurmacaları bu referans eserinde tuzla buz ediyor. Söz konusu tarih çarpıtmalarının tarihsel, dilbilimsel, coğrafi, etnografik analizini bir bir ortaya dökerken Mehrdad İzadi, Cemşid Bender gibi popüler Kürtçü uydurukçuların ipliğini pazar çıkarıyor, Nikitin ve Minorskiy gibi erken dönem tasarımcıların sömürgeci gündemlerini de ifşa ediyor.
Kürdoloji Yalanları, çarpıcı derinliği ile bugün Kürtlere atfedilen uydurulmuş tarihin ideolojik kodlarını irdeliyor. Ahsen Batur, Modern Çağ’da tutarsız ve mantıksız iddialarla kurgulanan bir Kürt ulusal tarihini ve Kürt ulusal kimliğini önce kolonyal imparatorlukların, sonra da bizzat Kürtlerin Kürtlere dayattığını ortaya koyuyor.
Kürdoloji, 1500’lerden itibaren kurumsallaşmaya başlayan sömürgeciliğin Fransız, İngiliz ve Ruslara, 20. yüzyılda Nazilere kadar elden ele uzanan ırkçı mirasının tipik bir ürünü. HintAvrupa teorilerinin gelişim hikâyesi ve Kürtçü tarih uydurmacasının doğuşuna zemin olması yine Ahsen Batur’un titizlikle değindiği hususlardan.
Batur, kitabında Kürdoloji safsatalarının ardındaki sömürgeci büyük siyasî aklı (sf.103) da ifşa etmiştir:
“1905’te Londra’da düzenlenen ve uzun bir süre devam eden konferans sonunda sunulan raporda şu soru sorulmuştu:
‘Batı sanayi devriminin birikimleri ve modern teknoloji Akdeniz’e sınır ülkelere ve Orta Asya’ya girerse ne olur? Eğer bu halklar bilim, eğitim ve kültüre ağırlık verirse ne olur? Eğer bu bölgede yaşayan halklar bağımsızlıklarını elde eder ve kendi tabii servetlerine sahip çıkarlarsa ne olur?
Cevap basitti:
‘İşte o zaman sömürgeci imparatorluklar sonlarını getirecek bir darbe alırlar, sömürge rüyaları sona erer; imparatorluğun ana damarları kesilir ve Roma ve Bizans imparatorluklarının çöktüğü gibi çöker.’
Bunu önlemek için şu tavsiye edilmişti:
a) Ortak çıkarları olan bu devletler, bu bölgeyi parçalara ayırmaya, halkını bölünmüşlük, gericilik ve cehalet içinde bırakmaya devam etmelidir;
b) Bölgedeki aşiret yapıları ve etnik yapılar kaşınmalı; etnik gruplarda bağımsızlık ateşi körüklenmeli;
c) Bölge halklarının dilleriyle oynanıp, kültürleri çökertilmeli. Öyle ki, bölgede emperyalizm dostu ve bölge halkının düşmanı dost bir güç oluşsun.”
Bugün özellikle Suriye’deki ve Irak’taki Kürtlerin bir “dost güç” olarak dizayn edilmediğini kim iddia edebilir?
Kitabın 55. sayfası, Ahsen Batur’un makul ve nesnel yaklaşımını özetler nitelikte:
“İşte Kürtler, bir halk ve millet olarak varlıklarını duyurmak istediklerinde karşılaştıkları birinci handikap, kökenlerinin ne olduğu konusuydu. Başka halkların tarih kitaplarında yazılanları kabul etseler, soyları cinlere şeytanlara, Hintli cariyelere dayanıyordu ki, kabul etmeleri mümkün değildi ve esasen kabul edilecek tarafı da yoktu.”
Hemen ardından tarih ve köken arayışındaki siyasî Kürtçülüğün doğal açmazı geliyor:
“Arapları sevmiyorlardı ve köklerini onlarla aynı soya bağlamak istemiyorlardı. Dilleri Farsçanın dağlı lehçesi olmasına rağmen Persleri de sevmiyorlardı. Türkleri ise sevmeleri zaten mümkün değildi. Çünkü onlara göre bu üç halk, tarihleri boyunca onlara zulmetmiş, sömürmüş; kültürlerini yok saymış ve asimile etmeye çalışmışlardır.
Kürtlerin kafası karışıktı; O.L. Vilçevsky’nin dediği gibi, geçmişte o bölgede yaşamış ve aynı anda başka halkların ataları olmayan ‘iyi ve şöhretli bir ata bulma’ geleneğine uygun olarak kimsenin sahiplenmediği bir ata bulmak ve bu açmazdan kurtulup ‘peki, o halde siz kimsiniz?’ sorusuna ikna edici bir cevap vermek zorundaydılar. Başta Türkleri, genel olarak Müslümanları sevmeyen Batılı hemrahlarıyla [yoldaşlarıyla] birlikte Kürd asıllı akl-ı evveller burada devreye girerek teoriler üretmeye başladılar.”
İlerleyen sayfalarda, 150 seneyi geçen bu uzun soluklu teori üretimi çabalarının birbirinden ipe sapa gelmez, uyumsuz, çarpık ve dayanaksız, hayrete düşüren örnekleri okuyucuyu bekliyor. Hitit, Hurri ve Mitanniler ve daha başka gerçek ve hayali halkın nasıl kelime oyunları ve cambazlıkla zorla Kürtlere bağlandığını ibretle öğreneceksiniz. (sf.141) Karlukları “Karduk”a, onun da Kürt sözcüğüne (sf.156) bağlamakta sakınca görmeyen Rus kurnazlığı, Orta Asya’dan gelen halı-kilim motiflerini (sf.330) yine Kürtlere mâl etme çabaları, Hz. Muhammed’in sahabesi Câbân’ı (sf.136) türlü harf ve ses oyunlarıyla Kürt yapmak gibi onlarca hokkabazlık, sahtekârlık…
Ahsen Batur, Kürt tarih kurmacası faaliyetlerinin dönüp dolaşıp duvara toslamasının önemli bir açıklamasına da kitabında yer veriyor:
“Kültür restorasyonu konusunda dünyanın en şanssız etnik topluluklarından biri Kürtlerdir. Çünkü başkalarına Kürtlere ait olarak takdim etmek istedikleri şeylerin neredeyse tamamı başka halklara aittir.” (sf.38)
Bununla birlikte, en bilinen Kürdoloji teorisyenlerinden İzadi’nin meşhur itirafı da Ahsen Batur’un satırlarında yerini bulmuş:
“Nitekim İzady, ‘en küçük halkların bile dünya müzelerinde sanat eserleri sergilenirken, Kürtlere ait hiçbir eserin, bir halı veya kilimin, hatta kırık bir ok ucunun bile yer almamasından’ şikâyet etmektedir.” (sf.23)
Ahsen Batur, Kürdoloji Yalanları’nda sahte tarih yaratımının sahte rakamlarla demografi uydurma, Nevruz’u sahiplenme, kurucu unsur iddiaları gibi konularda da önemli tespitlerde bulunuyor ve son sözünde Kürdoloji Yalanları’nı şu paragrafla özetliyor:
“Reaksiyoner, romantik, kimlik arayışı zihniyetiyle yazılmaya çalışılan uydurma tarihlerin genel yapısı budur. Hâlbuki tarih bilimi, reaksiyoner tarzı ve romantik yaklaşımı ancak fantastik öyküler olarak kabul eder. Ne var ki, karşımızda hemen hemen tamamı tek kalemden çıkmış havası veren fantastik yaklaşımlardan oluşmuş bir Kürt tarihi var.”
Kürtlere dayatılan bu zorlama tarihsel rolün altını doldurmak için yıllardır verilen uğraşın beyhudeliği bir yana, Ahsen Batur’un böyle bir eseri yaratmasında temel bir saik vardı. Dil-tarih-coğrafya zemininde meşru bir savunma mevzii oluşturmak.
Kitabın önsözünde de işaret edildiği gibi, kendi tarihlerini tamamen hayali bilgiler üzerine kuruyor olmaları onların problemi. Ama bu militan tarihçilik işi “bu topraklar bize aitti ve sizler gelip işgal ettiniz” deme aşamasına varıyorsa, militan kafalarda oluşan “haklılık” motivasyonu da bir süre sonra gerçeklerle ilgisi olmayan bir “haklar” talebine dönüşüyor. İşte o anda bu, bizim de problemimiz haline geliyor ve birilerinin çıkıp gerçekleri tane tane anlatması gerekiyor. Yakın dostu Gökçe Fırat’ın Türk Yurdu Anadolu kitabı ile birlikte Ahsen Batur da bu gerçekleri anlatma görevini Kürdoloji Yalanları ile yerine getirmişti.