Faşizmin hukuksuzluk aparatı olarak parlak bir kariyer
Son yıllarda, neredeyse istisnasız bir şekilde kritik siyasî davalara bakan ve pervasızca verdiği en hukuksuz kararlarla Türkiye’ye kendini tanıtan hâkim Akın Gürlek, genç yaşında son derece hızlı bir yükselişle adalet bakan yardımcılığına atanmayı başardı! Gürlek, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı iken Adalet Bakan Yardımcısı Uğurhan Kuş, Danıştay Başkanlığı’na getirilince, o da onun yerine geçiverdi…
Özellikle muhalif basında çokça yazıldı çizildi. Gerçekten de Akın Gürlek’in bu baş döndüren kariyerini bir hukuk kariyeri olarak değil, faşizmin hukuksuzluk aparatı olarak geçen “meslek” yılları olarak tanımlamak daha doğru olur. Canan Kaftancıoğlu davasından Çağdaş Hukukçular – Selçuk Kozağaçlı davasına, Selahattin Demirtaş’ın hapse girmesinden, Şebnem Korur Fincancı’nın ceza almasına, Can Dündar dosyasına kadar karşımıza hep Gürlek çıkıyor. Gezi Davası’na yapılan itirazın reddinden Anayasa Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu hakkında verdiği hak ihlali kararının reddine, aralarında Emin Çölaşan ve Necati Doğru’nun da bulunduğu Sözcü yazar ve yöneticilerine “FETÖ” cezaları verilmesine kadar aklınıza gelebilecek her hukuksuzlukta yine Akın Gürlek imzası adeta bir olmazsa olmaz misali karşımızda.
Bunun yanı sıra Gürlek’in kariyerinde bir de Erzurum’da aralarında Fethullah Gülen’in yakınlarının da bulunduğu 84 kişinin tecavüz ettiği iddia edilen 15 yaşındaki kızla ilgili dosyanın kapatılması üzerine yapılan haberlerin yasaklanması kararı da var…
Gerçekten “örnek” bir gayretkeşlik!
Kılıçdaroğlu: “Adaleti katleden adam…”
Akın Gürlek, kariyeri esnasındaki bu dehşetli çalışkanlığıyla herkesin o kadar dikkatini çekiyordu ki zaman zaman siyasetin esas gündemi de olabiliyordu. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da 20 Ekim 2020’de partisinin meclis grup toplantısında yaptığı konuşmasında Gürlek’e epey bir yer vermişti:
“Haklı olarak bir beklenti içinde. Ben bu kadar fedakârlık yapıyorum. Anayasa’yı takmadım. Meclis’i takmadım. Dokunulmazlıkları takmadım. Artık bana bir görev verirsiniz… Adaleti katleden adam kimdir, derseniz… adı Akın Gürlek’tir. Yeni Zekeriya Öz’dür.”
Akın Gürlek, Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerinin üzerine 75 bin TL’lik tazminat davası açmış ve kaybetmişti. Doğrusu Kılıçdaroğlu söylediklerinde haklı olduğu gibi Gürlek’in yükselmesiyle ilgili örtülü ifade edilmiş öngörüsünde de haklı çıktı.
Fakat Kemal Kılıçdaroğlu’nun da, mesele üzerine konuşan Özgür Özel, Muharrem Erkek, Veli Ağbaba gibi üst düzey CHP’lilerin de atladığı bir nokta var. Ve bu noktayı “gözden kaçıranlar” sadece onlar da değil. Konuyu Cumhuriyet’teki köşesinde yazan “ulusalcı” Barış Pehlivan gibi gazetecilerin de, ayrıntılı haberlerle Gürlek’in kariyerini anlatan Sözcü ile “sosyalist” Birgün, Evrensel gazetelerinin de asla değinmediği, değinmekten çok açık bir şekilde bilinçli olarak kaçındığı şey yine aynı nokta… Ama işin özünde Akın Gürlek’in kariyerindeki kırılma ve dönüm noktası olan bir olay bu: Akın Gürlek’in, Türk Solu Başyazarı Gökçe Fırat’ı dünyanın en hukuksuz kararıyla tutuklaması!
Ve işin gerçeği şu ki bu olaydan bahsetmeden Akın Gürlek’ten bahsetmek, aslında hiç bahsetmemekten bile beter bir tavır. Gerçeğin en önemli noktasının üzerinden atlayarak gerçeği ortadan kaldırmak…
Akın Gürlek’in, Akın Gürlek olduğu gece: 31 Mart 2017
3 Eylül 2016’da “silahlı örgüt hiyerarşisine dâhil olmaksızın örgüte bilerek, isteyerek yardım etmek” iddiasıyla tutuklanan başyazarımız Gökçe Fırat, daha çıkarıldığı ilk duruşmada iddia edilen suçlardan aklanmış ve tahliye edilmesine karar verilmişti. Baştan aşağı akıl ve hukuk dışı kurulmuş olan iddianamenin bu niteliği karşısında, normal bir yargı heyeti de zaten başka bir karar alamazdı. Ama tahliyelerin olacağı 31 Mart 2017 gecesi, Akın Gürlek’in Akın Gürlek olacağı geceydi. Konu hakkında konuşan, yazan çizen tüm “muhalif” siyasîlerin, gazetecilerin nasıl olduysa “kolektif unutkanlığa” tutulduğu an tam da bu an.
O gece, Gökçe Fırat cezaevinden çıkmadan kendisi hakkında açılmış “yeni bir soruşturma” kapsamında “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek” ve “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek” iddiaları ile yeniden gözaltına alındı. Ardından da 14 Nisan 2017’de çıkarıldığı İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği’nce tekrar tutuklandı ve yeniden cezaevine gönderildi. Bu hukuksuz, akıl almaz kararı veren, bu zulmü icat eden hâkim ise Akın Gürlek’ten başkası değildi. Gökçe Fırat, Akın Gürlek’in gerçekten de hukuku katlettiği bu kararla 15 Haziran 2020’ye kadar, sadece faşizm öyle istediği için, kanunsuz, hukuksuz bir şekilde fazladan üç yıl daha tutuklu kaldı! Sonunda yine aklandı ve çıktı ama Akın Gürlek’in siyasî bir şekilde eklediği üç yıldan sonra. Aynı hukuksuzluk daha sonra birçok isme uygulanacaktı ama bu ilkti. Bu işin miladıydı.
İşte Akın Gürlek’in bugün karşımızda Adalet Bakan Yardımcısı olarak duran Akın Gürlek olma yolunda ilk adımını attığı, Türkiye’nin de onun ismini ilk kez duyduğu vaka; bu 31 Mart Vakası’ydı.
Böylelikle, sonradan içtihat ve teamül haline gelen, hakkında tahliye kararı verilmiş ama iktidarın dışarı çıkmasını istemediği kişinin daha cezaevinden dışarı adım atmadan yeniden tutuklanması da Gökçe Fırat Davası’nda, büyük mucit ve müçtehit Akın Gürlek tarafından icat edilmiş, hukuk literatürüne kazandırılmıştı!
Gökçe Fırat’a hukuksuz tutuklama, Gürlek’in yükselme garantisiydi
Gökçe Fırat’ın hukuksuz bir şekilde tutuklanması, Akın Gürlek’in jet hızındaki yükselişinin esas garantisi olmuştu. Artık önüne gelen her dosyada, Anayasa başta olmak üzere cilt cilt kanunları bir tekmede devirerek kararlar verecek ve bunu yaparken bir taraftan da kendi tırmanışının yolunu açacaktı. Ama ona bu fırsatın sunulmasının şartı Gökçe Fırat ve Türk Solu’na düşmanlık etmesi olmuştu. Ve bugün susan anlı şanlı muhalefetimiz, o gün de susmuştu. O gün konuşsalardı acaba Türkiye daha sonra yaşanan ve çoğu da doğrudan Akın Gürlek imzalı diğer hukuksuzlukları yaşar mıydı? Kuvvetle muhtemeldir ki yaşamayacaktı.
Ama muhaliflerimiz o zaman susmaya, görmezden gelmeye, görmemeye, duymamaya karar vermişlerdi. Hâlâ da aynı noktada istikrar ve sebatla muhalefet oyunu oynamaya devam ediyorlar.
Aslında Akın Gürlek olayı; Gökçe Fırat’a ve Türk Solu’na yapılan hukuksuzlukların ilk ödüllendirilişi olmadığı gibi, “muhalefetin” içinden “bana ne, oh olsun” deyip, dışarıdan susarak faşizmin yollarına ilk kırmızı halı serişi de değil. Daha önce de Türk Solu’nun okurlarına, abonelerine ulaşmasını tepeden aldığı emirle, tamamen keyfî bir kararla engelleyen PTT’nin eski genel müdürü Osman Tural da Danıştay üyesi yapılarak taltif edilip yükseltilmişti. Ve elbette o zaman da “sert muhaliflerimiz” susmuştu!
Akın Gürlek’in gelişi daha o zamandan belliydi. Elbette AKP rejiminde yükselmenin, el üstünde tutulmanın temel kuralı da: Gökçe Fırat’a ve Türk Solu’na düşmanlık etmek…
“Adalet katili” Gürlek ve hakikat katili “muhalifler”
Akın Gürlek’in adalet bakan yardımcılığına atanmasının ardından konu hakkında konuşan ve Gürlek için daha önce de “mahkeme mahkeme gezdirilen seyyar giyotin” benzetmesini yapmış olan Özgür Özel; “Bu atama Akın Gürlek’in verdiği tüm kararları yeniden tartışmaya açmıştır. Bence; bu yargılamaların sonucunda ceza alan herkesin yeniden yargılanma talebiyle başvuru yapması gerekiyor. Bu kişinin verdiği hiçbir karar meşru değildir,” diyor.
Elbette çok doğru. Ama şimdi asıl mesele; “bu kişinin” verdiği ilk gayrimeşru kararla yola çıkmış olduğu gerçeğine değinmemek kararlılığı ki maalesef Özel de bu kararlılardan. Oysa Özel’in güzel tanımlamasıyla o “seyyar giyotin” paslı kör bıçağıyla yasa, anayasa takmadan baş kesmeye Gökçe Fırat Davası’yla başlamıştı!
Akın Gürlek’in Gökçe Fırat Davası’ndaki hukuksuzluğuyla başlayan kariyerini anmayan çeşitli meşreplerden “muhalifler” eğer Gökçe Fırat ve Türk Solu’na yapılanı ansalar ne olurdu? Bunu yapsalardı, Gökçe Fırat Davası’nın Akın Gürlek’in hukuk katliamının bir parçası, hatta bunun da ötesinde ilk eylemi, orijini olduğunu kabul etmiş ve yıllardır Gökçe Fırat ve Türk Solu’na atılan iftiraları kendi elleriyle bir kalemde çöpe atmış olacaklardı. Tabii ki bu çok muhalif, ilkeli, solcu, sosyalist, hukuk ve adalete susamış vs. isimlerin böyle bir şey yapması beklenemez!
CHP liderinin “adaleti katleden adama” gösterdiği tepki ne kadar haklıysa bizim “hakikati katleden muhaliflere” gösterdiğimiz tepki de en az o kadar haklı. Adaleti yasalara, hakkaniyete ve vicdana uymayarak, emirle karar vererek, kendi ikbalini kıble yaparak ayaklar altına alan elbette “adaletin katilidir”. Ancak diğer taraftan tam da adaletten, haktan, hukuktan bahsederken gerçeklerin, hem de en kritik noktada, üstünü örtmeyi seçenler de “hakikat katilleridir.”
Eminim ki Türkiye’nin geleceğinde adalet katili muktedirlere yer olmadığı gibi hakikat katilli muhaliflere de yer olmayacak…
* Akın Gürlek olayının; Selahattin Demirtaş’ın tutuklanması, bu işteki Sırrı Süreyya Önder müdahalesi, konunun Gökçe Fırat ve Türk Solu’na iftiralar atarak ilerletilmesi ve bu iftira kampanyasında Barış Terkoğlu’ndan Yıldıray Oğur’a kadar birçok ismin bir cephede buluşması boyutlarını Gökçe Fırat’ın Türk Solu’nun 1 Haziran 2022 tarihli, bir önceki sayısındaki “Sırrı Süreyya, Demirtaş’ı nasıl mâhkum ettirdi?” başlıklı başyazısından okumanızı şiddetle öneriyorum.