Sol hastalık: “Sağa şirin görünmemiz lazım”
Türkiye’de solun, sosyal demokratların bitmek tükenmek bilmeyen, denenmiş ama sonuç getirmemiş bir takıntısı var: Aman muhafazakâr seçmeni kızdırmayalım, aman muhafazakâr seçmenin oyunu kazanmaya bakalım, aman muhafazakârlara uygun aday çıkartalım vs.
Bu takıntı uğruna da girmedikleri kılık, yapmadıkları manevra, vermedikleri taviz kalmadı. Ve üstelik bunu yaparken de kendi tabanlarını hiçe sayarak, tabanlarının değerlerini çiğneyerek, tabir-i caizse onları çantada keklik görerek; gocunmadan, rahatsızlık duymadan, kendilerinden emin bir şekilde yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar.
Aşağılık psikolojisiyle mi, suçluluk duygusuyla mı yoksa kendilerine olan güvensizlikle midir bilinmez fakat sebebi ne olursa olsun, Türkiye konjonktürünü göremeyen veya görmek istemeyen bir muhalefetimiz var.
Bu konjonktür, Türkiye’nin laikliğe daha da çok sarıldığı ve insanların bu ilkeden asla taviz vermediğidir.
Hal böyle iken, ana muhalefet partisinin başı çektiği “muhafazakâr kitle” hassasiyetini anlamak epeyce zor.
Kılıçdaroğlu’nun ilk adımı: Helalleşme
Kemal Kılıçdaroğlu’nun yedi ay önce Türkiye’nin politik gündemine yerleştirdiği bir kelime var: Helalleşme.
Evindeki çalışma odasında çektiği bir videoyu sosyal medya hesabında yayınlayarak, Türkiye’ye barışı getirmek için “helalleşme yolculuğu”na çıkacağını açıklamıştı.
Helalleşmeden kasıt neydi? Kimlerle helalleşilecekti? Helallik mi istenecekti? Helallik mi alınacaktı? Hemen ertesindeki grup toplantısında açıkladığı helallik listesine bakınca, helalliğin istenecek değil alınacak olduğunu gördük.
Neler, kimler vardı bu listede?
Madımak Oteli’nden tutun da Maraş’a, 28 Şubat’a, ikna odalarına, Gezi’ye, 6-7 Olayları’na kadar geniş bir yelpazeye sesleneceği ve helallik isteyeceği bir yolculuğa çıkacağını açıklamıştı.
Çok partili döneme geçildikten sonra, Türkiye’nin CHP iktidarını yaşamadığını (Ecevit’in başbakanlığındaki kısa süreli koalisyon hükümetlerini saymazsak) bildiğimize göre, 70 yıllık sağ iktidarların günahını kabullenmiş bir Kemal Kılıçdaroğlu portresi çıkıyor karşımıza.
Ama öyle değil.
Bizzat kendi ağzından çıkan “genel başkanlığını yaptığım partinin de geçmişte hataları vardır” sözü, bizlere daha farklı bir hesabın olduğunu düşündürdü.
Bahsettiği dönem, 1923-1950 yılları arasıydı ve bu 27 yıllık sürenin 15 yılı Atatürk dönemiydi. Haklı olarak sormuştuk: İskilipli Atıf’la da Şeyh Sait’le de helalleşecek misin diye…
Türkiye’ye barışı getirmenin yolu, Cumhuriyet ile hesaplaşmaktan mı geçiyordu yoksa? Zaten Cumhuriyet’i yetersiz bulduğu için onu “demokrasi ile taçlandırmak”tan bahsetmiyor muydu?
Baykal’la başlayan muhafazakârları kazanalım “politika”sı
Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helallik yolculuğu”nun öncesi de var elbet.
2008 yılını hatırlayın; CHP’nin “çarşaf açılımı”nı… Dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın çarşaflı kadınlara CHP rozeti taktığı o günleri…
Muhafazakârları “kazanmak” uğruna kendi tabanını hiçe saydığı o günler.
Ne oldu sonrasında? CHP’nin üye sayısı mı artmıştı? Çarşaflı kadınlar gruplar halinde CHP’ye mi katılmıştı?
O günler, altı tane oktan birinin bizzat Baykal tarafından kırıldığı günlerdi.
“Muhafazakârsın muhafazakâr kal”
Canan Kaftancıoğlu için çıkan 4 yıl 11 ay 20 günlük hapis ve siyasi yasak kararının ardından Kılıçdaroğlu, miting programını değiştirerek Bursa’dan İstanbul’a kaydırmıştı.
İstanbul Mitingi, Canan Kaftancıoğlu’na destek görünümlü olsa da, Kılıçdaroğlu’nun olası bir Cumhurbaşkanlığı seçimindeki adaylığı için bir kamuoyu yoklaması idi.
Bu mitingi, çıkmış olduğu “helalleşme yolculuğu”nun bir durağı olduğunu görmekte fayda var.
Yine bu mitingle politik arenaya “kazandırdığı”, grup toplantılarında ise pekiştirerek devam ettirdiği bir söylem var: “Genç muhafazakâr kadın.”
Şöyle sesleniyor “genç muhafazakâr kadınlara”:
“Genç muhafazakâr kadın… Sevgili kardeşim, sevgili evladım… Yarın sana bambaşka yasaklar getirecekler. Onun için ‘dur’ dememiz lazım. Birlikte ‘dur’ dememiz lazım. Yine söylüyorum: Bize katılın; bize katılın, hakkınızı teslim alın. Beraber olalım, birlik olalım. CHP eski CHP değildir. Siz de eski siz değilsiniz. Artık aynı özgürlüklere inanıyoruz. Artık aynı değerleri savunuyoruz.”
Hızlıca okuyunca kulağa hoş geliyor değil mi? Birlik, beraberlik, hak alma… Bunlar güzel şeyler.
“İş hayatına atıldığın için sana ‘süslüman’ diyorlar”
Öncelikle şunu söylemekte fayda var: Bu ülkede kadınlar öldürülüyor. Bu ülkede kadınlar taciz ediliyor, tecavüze uğruyorlar. Bu ülkede kadınların iş dünyasında yükselmesi engelleniyor. Bu ülkede kadınlar tehdit altında.
Yani ortada kadınların -ayırt etmeksizin- yaşadığı büyük sorunlar var.
Kılıçdaroğlu’nun ayrım yaptığı bu kadınlar, sosyal hayatın içindeler, bu sıkıntıları yaşıyorlar ve bunun farkındalar.
Kılıçdaroğlu’nun bu tavrı, birleştirici değil ayrıştırıcıdır.
Ha, bu arada, söylemeden geçemeyeceğim: “Süslüman, genç muhafazakâr kadın” gibi söylemlerin ucu, “benim türbanlı bacılarım” demeye kadar gider. Metin yazarı kimse, değiştirmesini tavsiye ederim Kılıçdaroğlu’na. Ama belki de “helalleşme yolculuğu” için yerinde bir isimdir, bilemem…
Türkiye’nin temel sorunu, başı açık-başı kapalı, muhafazakâr insan-seküler insan sorunu değil. Sorunumuz, Cumhuriyet ile mi yönetileceğiz yoksa otoriterlikle mi?
“CHP eski CHP değildir” söylemi, Cumhuriyet ile hesaplaşmadır
Bu konuşmanın içindeki en önemli cümlelerden biridir: “CHP eski CHP değildir.”
Helalleşmenin de sebebini oluşturan düşünce tam olarak bu: “Her şeyi biz yaptık, özür dileriz.”
CHP ne zaman iktidara geldi de bu insanlara zulüm yaptı? 1950 öncesindeki 27 yıl. Ezanın Türkçe okunduğu, dedelerimizin mezar taşını okumamıza engel olunduğu yıllar.
“CHP eski CHP değildir” sözünün türevi ne? “CeHaPe Dönemi, CeHaPe Zihniyeti.”
E, madem aynı dili konuşacaksın, ulaşmak istediğin kitle neden sana gelsin ki? Farklı bir alternatif sunuyor musun insanlara?
Eğer derdiniz, karşı olduklarınızla birlik olup Cumhuriyet’e karşı ortaklaşa hareket etmekse; kusura bakmayın, izin vermeyeceğiz.
Erciyes Üniversitesi de gösterdi: Laikleşen Türkiye gerçeği
AKP’nin en büyük propagandalarından biri neydi? “Dindar gençlik yetiştireceğiz.” Bunun içinde tarikat yurtlarının önlerini açtılar. Her mahalleye İmam Hatip Lisesi açtılar vs.
Peki, 20 yılın sonunda başarabildiler mi?
Hayır.
Tam aksine, deizmin yükselişinden şikayet etmiyorlar mı? İmam Hatip Liseleri’nde deizmin artışı ile ilgili raporlar hazırlamıyorlar mı? AKP’li ailelerin çocukları, anne-babaların mı peşinden gidiyorlar yoksa kendilerinin yorumladıkları fikirlerin mi?
İnsanların kılık-kıyafetinden özel yaşamına, sosyal medyasından içkisine kadar müdahale edildiği bir dönemde, insanlar, özellikle de yeni nesil teslim olmuyor.
Yaşam tarzı, inancı ne olursa olsun ulus bilincine varmış bir topluma kabile yaşantısı dayatılmaya çalışıldıkça, insanlar laikliğe daha çok sarılıyor, sahip çıkıyor.
Türkiye, hızla laikleşiyor.
Erciyes Üniversitesi…
Kayseri’de bir üniversite… AKP’nin %70 oy aldığı, yıkılmaz kalesi denilen bir şehrin üniversitesi…
On binlerce öğrenci hep bir ağızdan İzmir Marşı’nı haykırıyor.
Kocaeli Üniversitesi…
AKP’nin %60’a yakın oy aldığı bir şehrin üniversitesi…
İlahiyat öğrencileri 10. Yıl Marşı’yla coşuyor.
Türkiye, çarenin Atatürk’te olduğunu biliyor, görüyor.
Yani, Kılıçdaroğlu’nun yapmaya (!) çalıştığı gibi barışılması, kazanılması gereken bir kitle yok.
O kitle zaten biziz. O kitle bizde.
Yapılması gereken tek şey; cesur olmak, ideolojiden taviz vermemek.
Cumhuriyet’ten taviz verilemez.
Laiklikten taviz verilemez.