Geçtiğimiz Cuma günü Kaya Ataberk, MHP’nin sansür yasasında AKP’den bile daha gayretli oluşuna değinmişti. İktidarın küçük ama etkili ortağı MHP, tasarının komisyondan çıktığı gibi hiç dokunulmadan yasalaşması için çalışırken AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal, yasanın meclis gündemine gelmesini geciktirenlerin başındaydı.
Aslında tasarının sosyal medya dezenformasyonu ile ilgili maddesine, iktidarın küçük ama mide bulandıran ortağı Aydınlıkçılar bile şüpheyle yaklaşıyor. Zira okuyan herkesin kolaylıkla her yöne çekebileceği türden muğlak ifadelerle dolu bir kanun metninin kimi ne şekilde vuracağı tamamen belirsiz.
Gerçi AKP’nin 2010 Referandumu’yla başlatıp 15 Temmuz sonrası hızlandırdığı “Yargıda Tayyipleşme” süreci her şeyi Tayyip Erdoğan’da netleştirmek gibi faşist bir amaca hizmet ediyor. Yani yasa tasarısını dün akşamki maçın değerlendirmesiyle doldurup yazsanız yine günün sonunda yargıçların yasaya bakıp “Türk milleti adına” karar vermesi değil, “Reis ne istiyor” sorusuna yanıt araması bekleniyor.
Ama AKP kanadının yaşadığı tereddüt önemli. Bu kadar muğlaklık, iktidardan düşüşü hisseden AKP’liler için korkutucu. MHP’ye ise, boşanmak kolay. Dedikleri gibi onlar zaten hep iktidarda… Millet iradesinin hiçbir önemi yok!
İşte böyle “hep iktidarda” olan MHP’nin bir başka tasarrufu daha iktidarın gündemine taşınıyor:
İdam cezası.
Geçen haftaki meclis grup toplantısında Devlet Bahçeli’nin idama değinmesinin üzerinde duran pek olmadı. Siyasî tarihe en çok da Apo’yu ipten alarak adını yazdıran Bahçeli, sonrasında Tayyip Erdoğan’a ip atarken ne kadar etkili olabilmişti ki?“Çocuk istismarı, kadın cinayetleri, tecavüz suçlarında caydırıcı, kalıcı ve kapsayıcı sonuçlar alabilmek için gerekiyorsa idam cezası bile tartışmaya açılmalıdır.”
İstanbul Sözleşmesi karşısında devlet düşmanı cemaatlerle aynı safı tutmuş, çocuk tecavüzleri karşısında kayıtsız şartsız Ensar Vakfı’na bile sahip çıkmış Bahçeli’den bahsediyoruz.
Bu tarz bir çıkış da olsa olsa MHP’den “asalım keselim”den başka fikir çıkmamasına, Kaya Ataberk’in ifadesiyle “ultra-faşizm” eğilimine bağlanabilir.
Marmaris’teki orman yangınını yerinde incelerken Erdoğan’ın “idam”ı telaffuz etmesi işte Bahçeli’nin bu silik gibi görünen önerisinin üstüne geldi. Ailesiyle sorunlu sarhoş bir adamın 3 ayrı noktada yangın çıkarma kabiliyeti bir yana… Belki ara sıra yapıldığı gibi bu da bir gaz alma, kamuoyunu oyalama taktiğiydi.
Fakat dikkat edilmesi gereken bir ayrıntı var. Bahçeli’nin idam önerisini Erdoğan’dan önce dile getiren Süleyman Soylu oldu. Bir yerde sıralama Bahçeli, Soylu, Erdoğan şeklindeyse dikkat kesilmeliyiz. Ne vesileyle öne sürüldüğü önemli değil. Fikri öne atan Bahçeli, nakleden Soylu, kabullenen Erdoğan.
Tabi bir de “Sayın Cumhurbaşkanı”sının sözlerini talimat kabul edip çalışmaları başlatan Bekir Bozdağ var. “Yapılamayacakları” yaptırmak üzere Adalet Bakanlığı koltuğuna tekrar oturtulan Bozdağ.
Konuya dair muhalefet adına ilk tepkiyi İyi Parti Genel Sekreteri Uğur Poyraz dile getirdi. Poyraz bu sabah Fox’ta Çalar Saat programında haklı olarak demiş ki,
“10 Sene önce idam yasası olsa Ergenekon ve Balyoz sanıkları ‘vatana ihanetten’ idam edilecekti. Bu ülkede 10 senede bir kahramanlar hain, hainler kahraman ilan ediliyor. Böyle bir hukuk sisteminde idam uygulanamaz.”
Poyraz’ın yorumu ironik bir şekilde Bekir Bozdağ’ı da ilgilendiriyor. Ergenekon ve Balyoz tahliyeleri Bozdağ’ın döneminde, onun yönetiminde gerçekleşmişti.
Poyraz’ın daha da haklı olduğu husus, siyasî davadan örnek vermesi. Bahçeli iğrenç suçlardan, Soylu ve Erdoğan orman yangınından hareket etse de AKP’nin 20 yılı muhalefete kurulan haince kumpasların 20 yılı.
AKP’liler, bugüne kadar ara sıra idam konusunu gündeme getirdi durdu. 15 Temmuz’un ve OHAL’in en elverişli anlarında bile geri dönüşü olmayan böyle bir uygulamaya cesaret gösterecek yürek AKP’lilerde hiç olmadı.
Bu iktidar, basını ve muhalifleri susturmak gibi tümden mutabık kalacağı bir konuda bile “dönüp bizi vurur mu” endişesi taşıyor. Terör suçları başta olmak üzere idamı geri getirmemiş olmaları bu yüzden şimdiye değin tutarlıydı.
Ancak Tayyip Erdoğan idam cezasını getirmekte kararlı ve ciddiyse, öncelikle bu, içine düştüğü acziyetin boyutlarını ifade eder.
Yıllarca tek başına seçim kazanmış, tüm ülkede haddinin ötesinde ve ahlaka aykırı tüm biçimlerde iktidar olmuş bir parti, günün sonunda “idam satarak” destek bulmaya çalışıyorsa bu hakikaten büyük ezikliktir.
Öbür taraftan, bunun muhalefete yönelik yok edici bir tehdit olduğu da açık. Tayyip Erdoğan tipik bir otoriter, tipik bir Kasımpaşalı. İktidarından emin olduğu sürece ve somut bir direniş gücüyle karşılaşmadıkça, acıma, vicdana gelme, geri adım atma emareleri göstermeyecektir. Yani Fas’a kaçmak ile Gezi’ye ağırlaştırılmış müebbet (idam olsa, idam yani) yağdırmak arasında ara bir seçenek kendisi için yok.
Apo, Erdoğan’ın iktidarını hiçbir zaman tehdit edemezdi. Bilakis, saçını bıyığını süpürge etmiştir. Ama muhalefet öyle değil. Hele Atatürkçüler! Dolaysıyla, ömür boyu iktidarın yolunu açacak bir kapsamlı temizlik, Saray’ın kapalı kapıları ardında paylaşılan müşterek bir hayal olmalı.
Asıl soru, muhalefetin böyle tuzaklarla dolu bir gündemi göğüslemeye ne kadar hazır olduğu? Mesela ilk olarak tecavüzcülerin, orman yakanların ve hatta belki HDP’lilerin de içine atıldığı albenili bir torba ile idam kapısı bir defa açıldıktan sonra bu işin sonunu muhalefet tahmin edebiliyor mu? Bir samimiyet tuzağı olarak, kullanım süresi dolmuş bir Apo bile son bir “görev” niyetine bu torbaya dâhil edilecek olduğunda CHP ve İyi Parti’nin karşı argümanları hazır mı?
Batı’dan temelli kopmak ile Batı’dan yeni tavizler koparmak arasında bıçak sırtında ilerleyen AKP iktidarının idam konusundaki tavrı da nihayet dünyada alacağı konumla birlikte netleşecektir. Erdoğan’ın Madrid’de ikinci bir Davos planlayıp planlamadığı sorusu yine bu çerçevede akılları kurcalıyor.
Son olarak idam tartışması, bu devran dönünce bu değirmene su taşıyan herkesin yaşayacağı akıbetin de belirleyicisi olacak.