Şimdi NATO’ya Türkiye’yi satan kim?
“Ben başta olduğum sürece İsveç ve Finlandiya NATO’ya giremez.”
AKP lideri 29 Mayıs 2022 tarihinde bu cümleyi kurduğunda herkes iddiaya girdi. Kaç günde çark edecek? Muhalefet bunun üzerine sayısız espri yaptı. Dalga geçti.
Herkes AKP’nin çark edeceğini biliyordu. Bu sefer hız şaşırttı. Tam 30 gün sonra Tayyip, NATO zirvesinde tüm sözlerini yuttu. Ve Biden ile yaptığı toplantıdan sonra aynen şöyle dedi: “Siyasette dün dündür bugün bugündür. Siyasette 24 saatte çok şey değişir.”
Adam haklı! Biz 30 günde nasıl hızlı çark etti diyoruz, Rahip Brunson “davasında” 24 saat bile sürmemişti satış. ABD Temsilciler Meclisi’nde tartışılan yaptırım tasarımında mal varlıklarının dondurulmasının gündeme gelmesi bile yetmişti apar topar papazı uçağa bindirmeye.
Tayyip, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkış yaptığında MHP lideri salı toplantısında günü destanlar yazmıştı. Hatta iyice coşup Türkiye’nin NATO’dan çıkması gerektiğini, “yerli ve milli” AKP iktidarını yıkmaya çalışan içteki NATO’cu hainlerin karşılarında “MeHaPe”yi bulacağını falan haykırmıştı.
Türkiye NATO’dan çıkmasın diye binlerce gencin kanına girmiş bir geleneğin sözcüsü, sığındığı AKP iktidarına karşı gelen herkesi “NATO işbirlikçisi” ilan edebiliyor. Çünkü burası Meclis binası! Orada söylenen hiçbir sözün gerçekten bir kuruş değeri yok.
Peki, o zaman Devlet Bey! Şimdi “yerli ve milli” reisiniz NATO zirvesine gitti. İsveç ve Finlandiya’ya tüm istediklerini verdi. Karşılığında da Türkiye için hiçbir şey almadı. Türkiye NATO’dan da çıkmadı. Hatta daha onursuz bir pozisyonu kabullendi.
O zaman kim “NATO’nun uşağı” şimdi? Kim “NATO’nun ajanı”? Kim “gayrimilli”? Kim emperyalizme “satılmış”?
Bu hafta salı günü bir yanıt veriver.
Pazarlamacı “Milli”cilik
Türkiye’de estirilen ultra NATO karşıtı (!) havanın ne kadar ikiyüzlü ve dolandırıcı bir tezgâh olduğunu anlamak için şu son süreç yeterli değil mi?
Düşünün bir kere. Bir sözde “antiemperyalist” yükseliş var ama bunun da öncüleri AKP ve MHP!
Solcusu, sağcısı NATO’ya sövüyor. Gören de sanacak ki; Türkiye ayağa kalkmış, birlik olmuş ve tüm ulus 1919 ruhuna sarılmış, yeniden Tam Bağımsızlık talep ediyor.
Ama ne hikmetse “eyyyy NATO” diye bağırsalar da, “canım NATO” diye raks etseler de satışa gelen hep Türkiye oluyor. Türkiye’nin değerleri, kaynakları ve ulusal çıkarları üç kuruşa pazarlanıyor.
AKP’nin dış politikasında İslamcılık, NATO karşıtlığı, milliyetçilik veya antiemperyalizm arayan kişiler ya zekâ ya ahlâk yoksunudur. Ya aptaldır ya da aptal numarası yapıyordur. Çünkü ortadan çok karmaşık bir durum yok. AKP kendi iktidarını uzatmak için her şeyi pazarlıyor.
Daha 2005’te ülke kaynaklarını İsrail sermayesine peşkeş çekmesi eleştirildiğinde tam olarak şöyle demişti: “Yahudi sermayesi gelir tu kaka; Arap sermayesi gelir bu Müslümandır olmaz tu kaka, yeşildir; Batılı sermaye gelir, niye geldi tu kaka! Peki kardeşim bu ülke nasıl ayağa kalkacak? … Ben ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim.”
Aradan 15 yıl geçmiş. AKP’nin bir yatırım ve sanayi mucizesi yaratmadığı kesin. Ama pazarlama ve peşkeş konusunda gerçekten de şampiyonlar.
AKP Türkiye’yi pazarlar. Karşılığında iktidarını devam ettirir. AKP’nin saadet zinciri ve vurgun çarkı bir “beş yıl” daha döner.
“Yerli ve milli” der. Yerliliği ve milliliği satar. İslamcıysa İslamcılığı satar. Atatürk derse amacı onu da pazarlamaktır. Kıbrıs derse Kıbrıs, Ege derse Ege satılıktır.
Bu sefer masaya İsveç ve Finlandiya’nın teröre karşı verdiği destek ve Türkiye’nin milli çıkarları kondu. Bu ülkeler NATO üyesi olacaktı zaten. Biden zirveden önce söylemişti. Peki, karşılığında ne istediler: Sadece eski mama “bizi deliğe süpürmeyin, seçimden önce de biraz sıcak para.”
Evet, NATO zirvesinde bir pazarlık oldu. Ama pazarlık AKP içindi, Türkiye için değil.
NATO zirvesinde Türkiye kaybetti, AKP kazandı
Şimdi işin özüne bakalım. NATO zirvesinden kim kârlı çıktı?
Birincisi Tayyip Erdoğan’ın kesin bir şekilde sözünden döndüğü ve Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine onay verdiği ortada.
Yapılan üçlü mutabakata bakıyoruz. AKP’nin kopardığı büyük taviz ne?
İki ülke “AB üyesi olduğumuz için zaten PKK’yı terör örgütü kabul ediyoruz” diyor. Ancak asla YPG/PYD örgütleri için terör örgütü ifadesi geçmiyor. Hatta bu örgütlerin adıyla PKK’nın adı başka paragraflarda geçiyor.
PYD/YPG’nin adının geçtiği başka bir paragrafta ise aynen şöyle bir cümle var:
“Bu çerçevede, Finlandiya ve İsveç, PYD/YPG ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek sağlamayacaklardır.”
PYD/YPG zaten terör örgütü değil bu metne göre. “FETÖ”yü ise Finlandiya ve İsveç’in terör örgütü olarak görmediği adeta ayrıca zapta geçilmiş.
“FETÖ” tartışmasını bir yana bırakalım, Türkiye’nin “PYD/YPG ile PKK arasında hiçbir fark yoktur” resmi tezi ilk kez hem de uluslararası bir antlaşma metninde terk edilmiş oluyor.
Bu metin İsveç ve Finlandiya için değil Türkiye için ileride büyük sorunlar yaratabilir. Türkiye, Suriye’ye operasyonlarını PKK terörüne ve tehdidine karşı yapıyor. ABD ve Rusya açıkça PYD/YPG’ye silah yardımı, askeri ve siyasi destek de bulunuyor. AB ülkeleri de siyasi destek veriyor. Ancak hepsi bunu sanki orada PKK yokmuş ve farklı bir siyasi yapı varmış gibi yaptılar. Yine de bu desteğin adı hiç konmamıştı.
İlk kez AB ve olası NATO üyesi iki ülkeyle yapılan bir metinde PKK ile PYD/YPG farklı iki yapı olarak tanınmış oluyor.
Devam edelim. İsveç ve Finlandiya, “PYD/YPG’ye silah vermiyoruz” diyordu. Mutabakatta da silah vermeyeceklerini söylüyorlar. Devletler çıkarları için yalan da söylerler. Doğru da…
Ancak şu konuda bir şüphe yok. Dünyadaki herkes biliyor ki PKK’nın Suriye uzantısına en büyük askeri destek ABD’den geliyor.
Her yanı eğri büğrü bir diplomatik “dik duruş”! Finlandiya ve İsveç, PKK’ya silah mı veriyormuş? Vay be! AKP’nin bu yaramazları ispiklediği büyük ağabeyi ABD vermiyormuş ama. Ne komik?!
AKP gerçekten PKK’ya verilen askeri destekten rahatsızsa ABD’ye çatsaydı zirvede. PKK için en büyük ateş gücünü sağlayan, Kamışlı’dan Rakka’ya kadar bombalanmamış tek bir Arap, Türkmen köyü bırakmayan İncirlik Üssü’nden kalkan ABD uçaklarını gündeme getirsin mesela bir dahaki NATO zirvesinde.
Ancak tabii böyle bir talep elbette söz konusu olamaz çünkü “S-400 için yedi düvele meydan okuyan dünya liderimiz” kendi meselelerinden fırsat bulursa bir de ABD’den F-16 yedek parçası dilenecek!
“Pazarlık masasının” o gündemine gelirsek. AKP ne kazandı bilmiyoruz ama yine Türkiye hiçbir şey kazanamadı.
Biden “Türkiye’nin F-16 modernizasyonu için adım atabiliriz” demiş. Vaat kazanmışız.
Diğer yandan parasını ödememize rağmen kaybettiğimiz F-35’lerin lafı bile açılmadı. Aynı zirvede ABD ile Yunanistan arasında 20 adet F-35 için ön anlaşma sağlandı. Yunanistan geçen senelerde Fransa’dan aldığı Rafale uçaklarıyla birlikte ilk kez hava kuvvetlerinde Türkiye ile gücünü eşit seviyeye çıkarmış oldu. Yaşasın Mavi Vatan!
Ambargo konusuna gelirsek o çok daha komikti. AKP’liler İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosunu kaldırttık diyor. Oysa üçlü mutabakatta iki ülke “zaten ambargo yoktu, ambargo da uygulamayacağız” diyor.
Yani “ambargo zaten yoktu ki, biz satmıyoruz” diyor adamlar. Serbest piyasa değil mi? Harbiden ister satar, ister satmaz.
Ancak Türkiye’ye kısıtlı da olsa ambargo uygulayan bir NATO ülkesi var. ABD! CAATSA yaptırımları hâlâ devam ediyor. AKP medyası ise utanmadan Tayyip ile Biden’ın şakalaşan fotolarını basıyor. Reis istemiş, Biden bastırmış, İsveç ve Finlandiya hizaya gelmiş, ambargoyu kaldırmış. Eee, Biden kendi ambargolarını kaldıraydı ya!!!
Son olarak “iade edilecek teröristler” listesi. Mutabakat metninde iki ülke de açıkça belirtmiş. Terörist varsa isimleri, dosyaları, delilleri verin, bizim mahkemeler kararı verir, haklı görürlerse iade ederler, demişler,
AKP medyasının “büyük zafer” dediği bu. 21 kişilik liste varmış. Merakla sonuç bekleniyormuş. Her an gelebilirleşmiş.
Bu “büyük zaferin” üstünden birkaç saat geçmeden Stokholm’de yine büyük bir PKK mitingi yapıldı. Terör örgütünün tüm simgeleriyle şehir donatıldı. Kim bilir o 21 kişi katılmamıştır belki de?! Çok korkmuşlardır iade edileceğiz diye.
“Kapı arkası diplomasisi”, “masa altı fantezisi” zırvalıklarıyla bir NATO Zirvesi geride kaldı. ABD, Finlandiya ve İsveç her istediğini aldı. O zaman “reis” ne için pazarlık yaptı ki? Kim ne kaybetti? Kim ne kazandı?
Yanıtı verelim. Her zamanki gibi. Türkiye kaybetti. AKP kazandı. AKP, Türkiye’nin bir beş yılını daha gasp edebilsin diye, bütün milli çıkarlarımızı sattı.
“Bizim Oğlan” yine istediklerini verdi
“Mavi Vatan”, Kıbrıs, Ege, terör vs… AKP hangi milli meseleyi ağzına alıyorsa emin olun ki satıştır amacı. Bağırma, çağırma, cazgırlık ne kadar fazlaysa satış o kadar kesindir.
Bunlara “milli konular hepimizin, AKP’nin arkasında durmak lâzım” diye destek olan bir “ülkücü” veya “ulusalcı” görürseniz de emin olun ki ya onlar da satıcıdan ulufe kovalıyorlardır ya da beyinsizdirler.
“Milli çıkarlar” için değil, tam tersine kendi talan saltanatları devam etsin diye, hem de çok ucuza Türkiye’yi sattılar yine.
Bu arada şunu da not edelim. Biden bunak gibi takıldığı için kimse ciddiye almıyor ama adam Trump’tan da Obama’dan da daha iyi biliyor Doğu Avrupa’yı ve Ortadoğu’yu. Soğuk Savaş politikacısı. Resmen NATO’yu canlandırdı, kanlandırdı.
Şunu da iyi biliyor. Diktatörlerle pazarlık çok daha kolaydır.
Tıpkı 12 Eylül’deki “oğlanları” gibi bugünkü “oğlanları” da bir iki ufak tehdit, bir iki ufak mamayla teslim olur. 12 Eylül Cuntası 3 ayda Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına geri dönmesine onay vermişti. Hatta o dönem de pazarlığı yine Biden yürütmüştü. Tam 43 yıl önce. Bu sefer 1 ay sürmedi. Biden zirvede çok rahat gözüküyordu. Yaşlı adamı yormadı AKP’liler.
AKP diktası da bal gibi işlerine geliyor. Zapsu’nun düsturu defalarca işe yaradığını gösterdi: “Bu adamı deliğe süpürmeyin, kullanın.”
Şımarık, yaramaz çocuk ama BOP’un çocuğu. ABD bağımsız ve demokratik bir Türk devletinin bürokrasisini değil, bu çocuğunu ister karşısında tabii.