Sol liberal cephe ile siyasal İslamcılık arasındaki gerici paydaşlık, fırsatını buldukça su yüzüne çıkıyor. Sanki bir kuantum dolanıklık bağı söz konusu. Aralarında milyar ışık yılı da olsa sol cephedeki gericinin hissettiğini aynı anda siyasal İslamcı da benzer şekilde hissediyor.
Yeşilçam’ın en büyük kahramanı Cüneyt Arkın’ın ölümü, bu garip fenomenin sırıttığı bir gündem oldu. Cüneyt Arkın’ın halka mâl olmuş mirasını övmek bile bazıları için sövmeden mümkün olmamış.
Evrensel’in dünkü Cüneyt Arkın anması tam olarak böyle. İki sinema eleştirmenini konuşturmuşlar: Şenay Aydemir ve Hakan Güngör.
Şenay Aydemir, Cüneyt Arkın’ı Cüneyt Arkın yapan en önemli filmlere değinirken “Türklüğü yücelten ırkçı içeriklerin fedaisi” demiş. Ve tespitinde ısrarcı: “Yakışıklı, eğlenceli, kırılgan, sert, ırkçı, solcu ve sinema aşığı…”
Aydemir, Cüneyt Arkın’a ırkçı yaftasını yapıştırıyor ama öncesinde Yılmaz Güney’in elinden alınan ödülü reddettiği gerçeğini de teslim etmek zorunda kalmış. Belki de Cüneyt Arkın, “Kürde verilen ödülü almam” diyerek reddetmiştir ödülü? Biraz zorlasak mı?
Peki, bütün bir ülkeyi birleştiren Cüneyt Arkın’ın ırkçılığının asıl gerekçesi ne? Tekfurun kızına gönlünü kaptırmak, Elanora’yla evlenip aile olmak nasıl ırkçı içerik olabiliyor?
Yoksa “Kahpe Bizans” demek mi ırkçılık? Ne yapsın adamlar? Tarihî savaş filmi bu. Sene bin dört yüz bilmem kaç. Kusura bakma kardeş, Cenevre Sözleşmesi de henüz yok. Vur ha vur, ya Allah Bismillah, vurun aslanlar, Kahpe Bizans! Ne diyeceksin başka? Konstantiniyye Komünü için barikat mı kurduracaksın Malkoçoğlu’na?
Şenay Aydemir’in “fedai” vurgusu da bence vahim. Tüm dünyada ulusal sinemalar, popüler kahraman yaratma görevini üstlenirken Cüneyt Arkın da Türk izleyicinin kahraman ihtiyacını karşılayarak yıldızlaştı. Hem de bunu her alanda en iyisine imza atarak yaptı. Kahraman gazeteci, kahraman polis, kahraman öğretmen, kahraman sendikacı… Kahraman Orta Çağ savaşçısı mı kusur oluyor?
Ama mesele tarihsel tutarlılıksa, kendi döneminin değer yargılarıyla bile kötülüğün ve terörün kutbu olmuş olan Kazıklı Voyvoda’yı, yani Drakula’yı oynayanlar neyin fedaisi? Eleştirmenlerimizin buna bir cevabı var mı?
Yahu adamın bebeğine kadar kazığa oturtmadığı Türk yok. Ama bakıyorsun, Christopher Lee’den Gary Oldman’a, Udo Kier’den Bela Lugosi’ye kadar bir sürü aktör, bu eli kanlı kontu karizmatik ve romantik bir aşk adamı gibi göstermiş.Neyin fedailiğini yapmış olabilirler? Türk düşmanlığı mı diyelim şimdi? Gerçi amaç bu olsa pek yadırgamazlar ya…
***
Hakan Güngör de Aydemir gibi. Cüneyt Arkın’ın bazı filmlerini “kabullenemez” ilan etmiş. Battal Gazi’nin, Kara Murat’ın, Malkoçoğlu’nun mesajları ve niyetlerinin sorgulanması gerekli olacakmış. (Vallahi Yunanlar bu kadar dert etmemiştir.)
Hele Güneş Ne Zaman Doğacak filmi… “Kara propaganda”ymış. İtiraz etmek mümkünmüş.
Zeytinburnu ve Sefaköy’de yerleşik on binlerce Uygur’u görmeden Çin memurları eşliğinde Doğu Türkistan’ı gezen Banu Avar gibi… Arkadaş, hiç mi Bulgaristan göçmeni tanımadın? Maksat filmlerdeki tutarlığı tartışmak değil ama Güneş Ne Zaman Doğacak’ın eksiği vardı, yanlışı yoktu.
Ne yapalım ki, mevzu Türklere yapılan zulüm. Ve bu vatandaşların dünyasında Türk’e yer yok. Zaten Cüneyt Arkın ile ilgili temel sıkıntıları tam olarak bu.
Bu arada BirGün’ün Cüneyt Arkın’ı “yakışıklı”ya indirgemesi de gözden kaçmamalı: “Yeşilçam’ın yılmaz yakışıklısına veda” diye başlık atmışlar. Cüneyt Arkın elbette yakışıklıydı ama bir Tolga Savacı, bir Yılmaz Zafer, Kenan Kalav değildi veya bir Yaşar Alptekin değildi. Bunlardan fazlasıydı. Ama Yılmaz Güney gibi çirkin de değildi. Filmleri de, yüzü de, ahlakı da çirkin değildi.
Hakan Güngör, Cüneyt Arkın’ı en çok da 12 Mart’ın zoruyla Yılmaz Güney’den alınan ödülü reddetmesiyle hatırlayacakmış. Bir başkasının elinden alınmış olsaydı, eleştirmenimiz bu reddedişi övmeyecekti. Yemin edebilirim ama kanıtlayamam.
***
Bir de Akif Beki var. O da Karar’daki yazısında Cüneyt Arkın’a sağdan, siyasal İslamcı cepheden vurmuş. Akif Beki, Cüneyt Arkın’ın Malkoçoğlu mirasını iktidara hâkim dil ve tavırda buluyormuş. Beki, bir kuşağın Cüneyt Arkın’ın filmleriyle “zehirlendiğini” iddia ediyor, AKP’nin hamaset siyasetini sinemadaki Malkoçoğlu’na bağlıyor.
Çocukluğumuzda izleyecek başka bir şeyimiz yokmuş. Zehirlenmişiz, şimdi de ülkece zehirlenmiş bilinçlerimizle AKP’ye teslim olmuşuz işte. Hep bu dörtnala elde ok ve yay sahneleriyle büyüdüğümüz için tam olarak büyüyememişiz bile. Hep çocuk kalmışız.
Hani Akif Beki’nin 2005-2009 arası Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Danışmanı ve Basın Sözcüsü olduğunu bilmesek “acaba” diye düşüneceğiz. Ama burada durum Birgün ve Evrensel’den farklı. Akif Beki, kendi sorumluluğunu Cüneyt Arkın’ın tabutuyla birlikte gömmenin derdinde.
Aslında AKP’lilerin iktidarı kaybedince bürünecekleri halet-i ruhiyeyi Akif Beki’de, (genel olarak Karar çevresinde) görüyoruz: salağa yatmak. Siyasal İslamcıların arasından çıkıp Siyasal İslamcı kontenjanlardan üç basamak beş basamak yükselirken zekâsıyla parıldayan Beki, önce tüm bir milleti ahmak yerine koyuyor, sonra o ahmaklıktan nasiplenmeye çalışıyor.
Türk milleti ahmak olmadığı gibi, Cüneyt Arkın’ın mirası da hamasi, ırkçı veya kara propagandayla dolu değildi.
Ama Akif Beki gibi dar bir azınlık, –kendi ifadesiyle– gerçek hayatla kurguyu ayırt etmek için tabelaya ihtiyaç duyacak kadar zekâ düşüklüğünden muzdaripti belki. Tuttukları yola bakınca şaşırmamak lazım.
Son olarak, verdiğim her üç örneğin de Cüneyt Arkın’ı “Öğretmen Kemal” ile anmayı tercih etmemiş olmasını tutarlı buluyorum. “Barış adamıyım… Atatürk’ün askeriyim” repliği, yüreğimizi kabartan en güzel, en özel Cüneyt Arkın hatırasıdır.