Mehmet Şimşek’in açıkladığı “ekonomik rasyonaliteye dönüş” vizyonundan sonra Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, yeni bir açıklama yaptı. Eylül ayında ekonomide Orta Vadeli Plan’ın (OVP) ilan edileceğini, OVP’de finansal istikrar ve mali disiplinin temel alınacağını açıkladı.
“Finansal istikrar” ve “mali disiplin” söylemi, muhalefet tarafından “kemer sıkma programı” ve “IMF reçetesi” olarak eleştiriliyor. Ancak burada iki tane ciddi hata var.
Birincisi, her “kemer sıkma programı” illa IMF ile birlikte uygulanmak zorunda değildir. Hatta IMF artık herhangi bir ülkenin iktidarıyla bu tür bir angajmana ender olarak giriyor.
İkincisi, belli ki, Mehmet Şimşek ve Cevdet Yılmaz aynı şeylerden bahsetmemektedir. Hatta Cevdet Yılmaz’ın açıklamalarından çıkan sonuç, esas kemer sıkmanın 2024 Yerel Seçimlerinden sonra başlayacağı, önümüzdeki 9 ayın özellikle ikinci yarısında yeniden seçim ekonomisinin ön plana çıkacağıdır. Çünkü Cevdet Yılmaz, OVP için açıkça 2024 bütçesini işaret ediyor.
AKP “kemer sıkma” denen programı, “mali disiplin” ile değil, devalüasyon ile sağlıyor. Asgari ücret ve kamu ücretleri üzerinden örneklendirelim.
Şu anda “asgari ücret kaç dolar olmalı” tartışması var. Seçimden sonra doların fırlamasıyla asgari ücret 360 dolara kadar düştü. Belli ki “500 dolar” vaadi gerçekleşmeyecek. Temmuz ayında 400-450 bandında bir seviye belirlenecek. Aralık ayına kadar asgari ücret yeniden 350 dolara kadar düşecek. Yani dolar yine yükselecek.
Asgari ücretin, 2023 Temmuz ayından Aralık ayına kadar, 450 dolardan 350 dolara düşmesi için 1 ABD dolarının seviyesinin 23,5 TL’den 30 TL’ye kadar fırlaması gerekiyor. İhracat ve ithalat sektörü de planlarını buna göre yapıyor.
Yani AKP ekonomisinin artık yeni bir göstergesi var. Çünkü asgari ücret norm ücret haline geldi. Türkiye sanayisi de, özellilikle son 5 yılda, hızla 3. Dünya seviyesinden 4. Dünya seviyesine düştü. Bundan dolayı yeni iktisadi yapı, 350 dolar ve hatta daha da düşük seviyede bir ücret seviyesi dayatıyor.
AKP’nin seçimlerden sonra da Afganistan, Suriye ve diğer ülkelerden yasadışı işçi ithal etmeye devam edeceğini göstermesi -sınırlarda görülen yeni kaçak göçmen akınları- Türkiye sanayisinin katma değerinin ve ortalama ücretinin daha da düşeceğinin bir işaretidir.
2024’teki Yerel Seçimlerden önce, 2023 Aralık ayında son kez asgari ücret 450 dolar seviyesinde tutulmaya çalışılacak. Yerel seçimlerden sonra 4 yıl boyunca “kemer sıkma” kesintisiz devam edecek.
AKP kıvrak bir ücret-döviz politikasıyla 2021’den beri istediği gibi ilerledi. Değneksiz bir köydeymiş gibi davranıyor. Sahte bir siyasal muhalefet ve sarı sendikalar buna izin veriyor. Bu yüzden “kemer sıkma” daha doğrusu “yoksullaştırma” devam edecektir ancak “mali disiplin” denen şey asla gerçekleşmeyecektir. “Finansal istikrar” da yukarıda bahsettiğimiz ücret-döviz manipülasyonlarından dolayı mümkün olamaz.
Kısacası AKP’nin sözde IMF karşıtlığının nedeni, “Tam Bağımsızlık” değil; tam tersine “kemer sıkmayı” mali disiplin olmadan yapmak istemesindendir. Çünkü yoksullaşan Türkiye’de, en yoksul kişinin bile “AKP üyesi” olmasının veya AKP’ye oy vermesinin, bir siyasi rantı olmalıdır.
Saray rejiminin yarattığı kabile ekonomisinin dayattığı siyasal faşizm, ancak bu tür bir kastlaşmayla sağlanabilir. Artık Türk vatandaşı yoktur. Yasadışı vatandaşlık kapanlar ve partiye eklemlenenlerle birlikte 25 milyon “AKP vatandaşı” vardır. Bir de kastın dışında kalıp, ezilmeyi, sömürülmeyi hak (!) edenler. En yoksul AKP’li bile en azından üst kastta olduğunu, özellikle seçim dönemleri hissetmelidir. Bu sistemin devam etmesi için mali disiplinsizlik ve finansal istikrarsızlık olmazsa olmaz şartlardır.
Bu yüzden de AKP, IMF ile değil, başta Londra olmak üzere küresel merkezlerdeki tefeci finans kapitale bağımlı ve işbirlikçi bir politikayı benimsiyor. Çünkü IMF programı denen ekonomik reçetede, ülkenin kredi ve dış kaynak sorunu nispeten “rasyonel” bir faiz oranıyla çözülür ancak hükümet bütçesi, IMF memurları tarafından denetlenir.
AKP böyle bir durumu asla kabul edemez. Bunun yerine Londra, New York ve Körfez tefecilerine ve gücü oranında Rusya’ya ülkeyi peşkeş çekmek daha uygundur. Mesele “ekonomik bağımsızlık” değil sarayın sömürme bağımsızlığı meselesidir.
Saray rejimi, uluslararası tefeci sermayeye tarihimizde görülmemiş oranlarda fahiş faiz ödemeye hazırdır. Bunu nasılsa Türk ulusunun gelecek nesilleri ödeyecektir, kendi ise Türk halkı üzerinde siyasi ve iktisadi kırbacını bırakmayacaktır.
Esfender Korkmaz, Yeniçağ gazetesindeki köşesinde bu meseleyi oldukça yalın özetledi:
“Söz gelimi; bu sene başında hazine 2029 vadeli tahvil ihraç ederek 2,25 milyar dolar borçlandı. Bu tahvillerin getiri oranı yüzde 9,50’dir. Dünya yüzde 3 veya 4 faizle borçlanırken, hazine yüzde 9,50 faiz veriyor.
Bugün Türkiye’nin sigorta risk primi (CDS) 5 yüzdelik puandır. Libor faizi yüzde 5,44’tür. Türkiye Libor artı bir faizle borçlanırsa, CDS ile birlikte yüzde 11,5 faiz oluyor. Demek ki yurt dışında sermayeye tefeci faizi veriyoruz. Yani yabancı fonları tefeci biz yaptık.
Dahası, hazinenin 2,25 milyar dolarlık borçlanma nedeni ile yaptığı açıklama aynen şöyledir; Tahvilin yüzde 35’i Birleşik Krallık, yüzde 21’i ABD, Yüzde 19’u Türkiye, yüzde 14’ü diğer Avrupa ülkeleri, yüzde 10’u Orta Doğu ülkelerine satıldı. Kaldı ki Londra’da tahvil satın alan bir fonun ortakları Türkler ve Araplar da olabilir.” (Esfender Korkmaz, “Londra Tefecilerinin Ortağı Kim?” 8 Haziran 2023, Yeniçağ)
Yani Türkiye, AKP’nin yürüttüğü “kemer sıkma” politikasını IMF ile anlaşarak yapsaydı, IMF’den sadece %4 seviyesinden kredi alabilirdi. Şu anda ise Hazine %10’lar seviyesinde bir oranla uluslararası finans fonlarından borçlanıyor. Yani aslında “mali denetim” olmadan IMF programı uygulanıyor. Bunun mümkün olması için de Türkiye büsbütün sömürgeleştiriliyor. Tefecilerin elinde soyuluyor.
Buyurun Mehmet Şimşek Bey! Buradaki “rasyonaliteyi” açıklayın. Yoksa Londra’daki tefeci fonların içinde Türk, Arap, İngiliz, İsrailli sizin de tanıdıklarınız olmasın. Bakın bu Türk ekonomisi için olmasa da, Londra’dakiler ve AKP’li kodamanlar için çok “rasyonel” bir açıklama olabilir.
Benim tanıdığım AKP’liler ve AKP lideri olaya şöyle bakar: “Yahu bu Londra tefeciler ne güzel para kazanıyor Türkiye üzerinden, biz de bunların fonlarına ortak olsak ya!”
Hazineden parayı hırsızlık ihaleleriyle çekmek ile Londra üzerinden çekmek arasında ne fark var ki?!
İşte bu yüzden AKP, IMF’yi değil “Londra tefecilerini” seçmiştir. “İktisadi bağımsızlık” adına bu soygunu alkışlayacak birileri de varsa, ya üst düzey aptaldır ya da soygunun ortağı!