CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ÖTV’yi düşürme vaadi ve araç almayı düşünenlere alımlarını erteleme çağrısı yapması iktidar yanlısı kesimlerde büyük bir tepkiyle karşılandı. Yazılanlara bakıldığında bu çağrının bir “sivil itaatsizlik” çağrısı olduğu, Kılıçdaroğlu’nun asıl amacının ekonominin çarklarını yavaşlatmayı amaçladığı söyleniyor.
Tüm bu güncel politik tartışmaların dışında iktidar kalemlerinden sosyal medyadaki trollerine kadar AKP’li cenahın tekrar tekrar vurguladığı esas nokta “özel tüketim vergisi”nin devlet açısından hayati olduğu ve iktidarın bundan vazgeçmesinin mümkün olamayacağı yalanı.
İktidarda kalma uğruna yalanın her türlüsünü söyleyebilecek bir iktidarın söz konusu “özel bir vergi” olduğunda bu kadar açık sözlü biçimde vergiyi savunması, taktik icabı bile olsa bir “geri vites” yapmamasının sebebi gerçekten de ÖTV’nin AKP iktidarı açısından yaşamsal olması.
Bu bağımlılık sadece kasanın sürekli açık vermesinden kaynaklanan “duygusal” sebeplerden kaynaklanmıyor. Bu elbette inkâr edilmeyecek önemli bir faktör. Bununla birlikte genel olarak iktidarın vergi rejiminin özel olarak da ÖTV’nin “ideolojik” olarak da yaratmak istediği bir toplum yapısı var.
Türkiye’nin modern köleleri: Orta sınıflar
Başyazarımız Gökçe Fırat çok uzun bir süre önce AKP’nin yaratmak istediği toplumsal ve ekonomik yapının temellerini ortaya koymuş ve bunu bir “kabile düzeni” olarak nitelemişti. Sistemin yarattığı ekonomik hiyerarşiye dâhil olmayan orta sınıflar (buna hizmet sektörü de diyebiliriz), iktidara mecbur ve mahkûm olmadığı için hedef haline geldi.
Toplumsal yaşam içinde “elit” olmakla suçlanan bu kesimlerin daha yoğun biçimde vergilendirilmesi, AKP iktidarının vergi rejimin de temelini oluşturdu. Ekonomik yapının merkezinde olan, üretimin devamını sağlayan bu kesimler nispeten daha zengin olduğu için bu kesimlerin harcama yapma kapasitesinden faydalanmak temel amaçlardan biri haline geldi.
Başlangıçta tüm toplum için tüketimi “kısıtlayıcı” bir amaçla yürürlüğe sokulan ÖTV, bir süre sonra devlet için neredeyse gelir vergisi kadar önemli bir vergi haline geldi. Ve elbette bu harcamaların da önemli bir kısmı bahsettiğimiz orta sınıflar tarafından yapılıyordu.
ÖTV bir sermaye transferi yöntemi
Böylelikle ÖTV, orta kesimlerden yoksul halk kesimlerine bir sermaye transferinin yöntemi haline getirilmiş oldu.
Bunu kimileri “halkçı” bir uygulama bulup alkışlayabilir ancak buradaki asıl amaç yoksulların zenginleşmesini sağlamak değil, nispeten daha zengin olanların fakirleşerek alt tabakalara yakınlaşması. Toplumdaki yoksulluğun yükselmesini ve fakir sayısının artmasını kendi siyasi bekası için olumlu bulan bir anlayışla karşı karşıyayız.
2022’nin rakamlarına baktığımızda maliyenin 100 TL tahsilâtının 44,5 TL’si KDV ve ÖTV’den geliyor. KDV’nin toplam vergi geliri içindeki payı %30, ÖTV’nin payı %14, gelir vergisinin payı ise %13.
Gelir vergisinin payının ÖTV’nin payından düşük olması yaratılan iktisadi rejimin neden ÖTV’den vazgeçemeyeceğini ve iktidarın “açık sözlülüğünü” ortaya koyuyor.
Bu tabloda kurumlar vergisine ait pay ise %29’da kalmış durumda. İlginç olan nokta ise dünyada kurumlar vergisinin artması yönünde bir eğilim varken, Türkiye’de kurumlardan alınan vergi oranı düşürülüyor. 2006’da %30’dan %20’ye düşürülen kurumlar vergisi oranı 2021’de %23 olarak uygulandı ve oran önümüzdeki yıllarda daha da düşecek.
Demek ki, orta sınıflar sadece alt sınıfları değil aynı zamanda üst gelir sınıflarını da devlet aracılığıyla sübvanse ediyor.
Orta sınıflar milletin efendisidir
Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir” sözü nasıl ki yeni kurulan Cumhuriyet’te üretici sınıfları işaret ediyorsa, bugün de orta sınıflar iktisadi anlamda milletin efendisi haline gelmiş durumda.
Ancak gerçeğin böyle olması, bu durumun ifade edilmesini beraberinde getirmiyor.
Aksine bu kesimler hayat pahalılığının sebebi olarak gösterilerek, iktidarın “düşman yaratma” politikasının mağdurları haline geliyor.
Hizmet sektöründe çalışanların yaptıkları zamların üretici fiyat endeksinin sürekli altında kalması bu kesimlerin fakirleşmesinin başka bir kanıtı.
Bir diş hekimi, doktor, avukat ya da özel ders veren bir öğretmen hayat standardını korumak için yapmak zorunda olduğu fiyat artışını yapamıyor ve enflasyon karşısında her geçen gün biraz daha yeniliyor.
Asgari ücretle çalışanların oranının %70’ler seviyesine gelmesi de bir tesadüf ya da “kendiliğinden” oluşan anlık bir durum değil. AKP’nin “vasıfsız toplum” yaratma projesinin doğal sonuçları.
Şimdi yaşadığımız dönem ise bir ara rejim. İktidar varlığını sürdürebilirse bu sürecin sonunda “özel tüketim” denilen bir şey kalmayacağı için “özel tüketim vergisi” de sönümlenmiş olacak.
Bilinçli mi yaptı bilinmez ama Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları sistemin sinir uçlarına dokunmuş oldu. Erdoğan’ın motorlu araç ÖTV’sini belirleme yetkisini üstüne alması ise bunun günlük politikalarda daha sık kullanılacak bir araç haline geleceğini gösteriyor.