Türkiye’de tarikatlar her zaman tartışma konusu oldu. Bazıları tarikatları sosyolojik bir gerçeklik olarak kabul etti, bazıları özgürlükler çerçevesinde tarikatların var olması gerektiğini savundu. AKP iktidarı bir tarikatlar koalisyonu olduğu için bu tartışma daha fazla gündeme geldi.
15 Temmuz sonrası devlet içinde tarikatların savaşı hızlandı. Boşalan bir tarikatın yerini doldurmak isteyen diğerleri yarışa girdi. Dönem dönem hangi tarikatın nerede güçlü olduğuna dair haberler ortaya çıktı. Bunun dışında her şey kapalı kapılar ardında olduğu için gerçekler net olarak anlaşılamadı.
Tarikatlarla ilgili haberlerin çoğu taciz haberleri. Çocuklara yönelik taciz haberleri ülke gündemine oturdu. Bunlar yargıya taşınan olaylar olduğu için yalan haber olmadıkları kesinleşti. Tarikat yurdunda kalan bir öğrencinin intihar videosu yayınlaması, tarikatların iç yüzünü herkesin görmesini sağladı.
Bu gerçeklikler ortadayken “Tarikatlar bu kitleyi nereden topluyor?” sorusu herkesin aklına geliyor. Özellikle İsmailağa Cemaati şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenazesinde gördük. Çok büyük bir kalabalık olmasa bile binlerce insan sarıkları, cübbeleriyle cenazede yerlerini aldılar.
Bunun bir nedeni şu anda tarikatların rant kapısı olarak görülmesidir. Ciddi anlamda ticaretin döndüğü, devlette belli yerlere gelmeyi kolaylaştıran tarikatlar bu insanlara bir umut oluyor. “Tarikat beni yüksek bir mevkiye getirebilir,” diyerek, tarikat üyesi olmayı tercih ediyorlar.
Diğer bir nedeni psikolojinin alanına giriyor. Tarikatta kendini bir yere ait hisseden, görev ve sorumluluk verilen insanlar kendini değerli görüyor. Başkaları kendi adına karar verdiği için olacak, bazı şeylerin sorumluluğundan da kaçıyor. Bu şekilde kendi konfor alanını yaratmış oluyor.
Tarikatların kaldırılmaması gerektiğini savunan farklı kesimler var. Tarikatlarla ilgili çıkan taciz haberlerinden sonra oluşan toplumsal tepki karşısında bunu açıkça dillendiremiyorlar. “Tarikatlar şeffaflaştırılmalı” diyerek laiklik karşıtı tavırlarını belli ediyorlar. Tarikatları sivil toplum örgütü olarak tanımlayanlara baktığımızda Cumhuriyet’le bir hesaplaşma içinde olduklarını görüyoruz. “Tarikatlara özgürlük verelim ama şeffaf olsunlar” demek laikliği ve Cumhuriyet’i yok saymaktır.
“Cumhuriyet düşmanı olmayan, laikliği savunan tarikatlar da var,” diyerek tarikatların kaldırılmasını yanlış bulan bir zihniyet de var. Bütün tarikatları savunmak için dar bir çevrede ilerleyen örnekleri önümüze koyuyorlar. Tekke ve zaviyelerin kaldırılmasıyla “zararsız tarikat” dedikleri yapılar zaten kendilerini tasfiye ettiler, Cumhuriyet’e boyun eğdiler.
Tarikat, doğası gereği bir iktidar mücadelesidir. Bu nedenle zararsız tarikat diye bir tanım yapmak doğru olmaz. Tasavvuf dediğimiz kavram da çağımızın gerçeklerini anlatmaz. Tasavvuftan verilen güzel örnekler insanın tabiatında olması gereken özelliklerdir. Bu vasıflara sahip olmak için bir tarikat üyesi, tarikat ehli olmaya gerek yoktur.
Tarikatların Cumhuriyet’e karşı mücadele edeceklerini fark eden Atatürk, 1925 yılında bu yapıları yasakladı. 1800’lerde tarikatların girdiği mücadelenin Osmanlı’nın sonunu getirdiğinin farkındaydı. Yeniçeri Ocakları’nın kaldırılmasıyla Bektaşilik yerine Nakşîlik Osmanlı’da hâkim tarikat haline geldi. Bunu Türkiye Cumhuriyeti’nin de yaşamaması için bir kanunla tasfiye etti.
Bugün ise tarikatların bu kadar pervasızlaşması AKP iktidarında aldıkları destekle olmaktadır. Her konuda fikir beyan eden hocaları görüyoruz. Sadece iktidarı, devleti değil, toplumsal yapıyı da şekillendirmek istiyorlar. Her gün bir tarikat liderinin fetvası sosyal medyaya yansıyor. Fetvalarını yaymak için sosyal medyanın, teknolojinin bütün olanaklarını kullanan tarikatlar, kendi müritlerine teknolojiyi yasaklıyor. Bu örnek bile tarikatların bu çağa uyamayacağını gösteriyor.
Tarikatlar özgür düşünen, karar verebilen insan istemediği için dünyanın ve Türkiye’nin yapısına uymaz. Bu yapılar dağılmaya mahkûmdur. Esas gerçeklik budur. Tarikatların şu anki dünyada yeri yoktur. Yeri, Ortaçağ karanlığıdır.