İsrail’de Ocak ayının başından beri süregelen protestolar, geçtiğimiz hafta boyunca şiddetlendi ve ülkenin dış dünya ile bağlantısını aksatacak noktaya geldi.
Mesele, aşırı sağcı Binyamin Netanyahu’nun hukukun üstünlüğünü ortadan kaldıran yasa tasarısı. Netanyahu’nun tasarısı, yargı erkinin yasama ve yürütme üzerindeki tüm tasarrufunu ortadan kaldırıyor.
Mahkeme kararlarını meclisteki basit çoğunluk marifetiyle iptal etmekten, merkezi seçim komitesinin çoğunluk üye atamasını iktidara teslim etmeye kadar, demokratik bir düzenin altını oyup yerine diktatörlük tesis edecek ne varsa içine atılmış bir kanun paketi karşısında halkın sokaklara dökülmesi gayet olağandır. İsrail’de olan da budur.
Tabi ki burada halkın yalın bir protestosu söz konusu değil. Örgütlü toplumun kararlı direnişini sağlayan, muhalefet partileri, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, bağımsız basın ve aydınlar oldu.
Üstüne üstlük bir de Savunma Bakanı, tasarıya karşı çıktığı için Netanyahu tarafından görevden alındı. Yani toplumun dehşete düşüren öfkesi, iktidara unutamayacağı bir ders vermiş oldu. Halk için, halktan ötürü, halk için siyaset yapacaksın.
Yapmıyor musun? Al sana kriz. Bu halk, senin beş sene sonraki hileli seçiminden medet umacak kadar enayi değil!
Dün itibariye Netanyahu’ya kanun tasarısını askıya aldırtan demokratik sürecin hikâyesi, çok kaba bir özetle böyle. İsrail halkının kazanımı, basitçe siyasi iktidara geri adım attırmaktan ibaret değil.
Örgütlü, sendikalı, yani güçlü bir halkla hukukun üstünlüğünü ve yargının bağımsızlığını, yani rejimi koruyabiliyorsunuz. Muhalifin muhalif gibi davrandığı, eylemcinin eylem kırmadığı, basının kendini satmadığı bir ülkede sokaklar ölmüyor, iktidardaki bakan vicdana gelebiliyor… Tabi, herkes kendi işini yapınca orduya da iş düşmüyor. Kaldı ki bu örnekte İsrail ordusu, halkı caydırmak için sokağa sürülen ama kontrolü kaybeden gerici tarafta.
Peki… Tam da buna benzer bir Anayasa değişiklik paketi, Türkiye’de 2010 yılında referanduma götürüldüğü zaman Türkiye’de basının hali, aydınların rolü ve sivil toplum ne durumdaydı, hatırlamak ister misiniz?
“Hayır, çünkü yeter” mi dediniz?
Kesin olan şu ki; İsrail’i yerinden oynatan kalabalıklara bakınca Netanyahu’nun aklına gelen en son şey herhalde referandum olmuştur. Siz değerli okuyucuları daha fazla incitmeden bu hüzünlü bahsi atlayalım.
İsrail halkının haklı isyanı yalnızca Netanyahu’nun kindar ve dindar kabinesini yerinden hoplatmadı. Türkiye’de siyasal İslamcılar, görüntüler karşısında dehşete düştü. Yaşadıkları dehşeti unutabilmek için de bu dehşeti halka kusma refleksi gösterdiler. Hep yaptıkları gibi…
Türkiye’de Siyasal İslamcıların kronik İsrail düşmanlığı malum. Özellikle Netanyahu, Ariel Şaron’un ölümü sonrası şeytan gibi taşlanan en önemli nefret objesidir.
Gelgelelim son olaylarda İslamcılarda halk düşmanlığının Netanyahu düşmanlığının önüne geçtiğini gördük. Sokakta halk, sarayında geri adım atan bir hükümet varsa adamların tüyleri diken diken oluyor.
AKP’li İslamcı medyanın İsrail protestolarına yaklaşımı, temelde Fransa’da veya Kazakistan’da yaşanan protestolarda aldıkları tavrın aynısı. Ama bundan fazlası.
Sonuçta İslamcılar, sivil, kadın, çocuk ayırt etmeden şehirlere Kassam roketi yağdıran tüm Filistin örgütlerini sahiplenecek kadar İsrail ve Netanyahu düşmanı ise; Filistinlilere karşı en sert politikayı benimseyen aşırı sağcıların geri adım atması hayırlı olaydır. Bu aşırı sağcı hükümete geri adım attırmış halk da kuşkusuz Filistinliler için hayırlı bir işe imza atmıştır.
Ama bizim İslamcı yandaşlar konuya bu gözle mi baktı?
Olaylara ilk tepki gösterenlerden biri, İslamcı iktidarın Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank. Varank’ın konuya bakışı seçim odaklıydı. İsraillilerin Netanyahu’ya isyanında adamın aklına gelen tek şey, koalisyonları kötülemek oldu. Hatırlarsanız deprem felaketinde de Uşak’ta üretilen battaniyelerle övünmeye çalışmıştı.
Sadece Varank’ın değil, bütün İslamcıların kafası böyle çalışıyor. Oysa Varank gibi trol seviyesinde söylem üreten bir adam, mesela basitçe “Netanyahu’ya oh oldu” diyebilirdi. Hayır. Netanyahu iktidarda kalsın! Hukuk darbesini de yapsın! Daha fazla Filistinli’nin acı çekecekse de çeksin. Yeter ki örnek olmasın! Aman aman!
Varank’ın beğenmediği o koalisyonlarla “küçük Yahudi devleti” kişi başı gelirde 50 bin doları gördü. Koalisyonsuz AKP döneminin hesap oyunlarıyla Türkiye bunun üçte birine bile yetişemeyip yerinde saydı. Sonra da düşüşe geçti.
İslamcı iktidarın trol kalemlerinden Sevda Türküsev’in yaklaşımı yine acınası şekilde: “İsrail sokakları koalisyon hükümetini deviriyor.” Sanki İsrail’de ilk defa koalisyon hükümeti kurulmuş da insanlar koalisyona karşı toplanmış.
AKP basınında bugünkü manşetler yine acınası, yine rezilce. Türkiye gazetesi, “Altılı Masa kaosu” ile sözüm ona korkutmuş.
Yeni Şafak, iktidarın devrilme korkusunu daha kökten yansıtmış “İsrail’in dünyayla bağlantısı kesildi.”
Akşam, yine benzer: “6’lı koalisyon, İsrail’i ateşe attı.”
Akit ise, nasıl oluyorsa demokratik bir zaferle sonuçlanan protestolardan şu sonucu çıkarabilmiş: “Siyonist İsrail, iç savaşın eşiğinde.” Akit’in aklını yitirmişlik seviyesini yansıtması bakımından önemli bir örnektir. Siyonist İsrail, hiç de öyle iç savaşın eşiğinde değil.
Tüm yandaşların konuya yaklaşımı genel hatlarıyla bu çizgide. Ama bu Binyamin Netanyahu empatisini karşılıksız sanmayın. “Bibi”nin serseri oğlunun olaylara dair açıklaması gülümseten cinsten: “Dış güçlerin kışkırtması.”
Protestolarda kadraja giren “Sonumuz Türkiye gibi olsun istemiyoruz” pankartının anlam kazandığı nokta, işte tam da burası.
