AKP’nin çöküşü başlamıştır
31 Mart seçimleriyle ortaya çıkan sonuç AKP açısından bir “bozgun” değil, çok öncesinden başlayan ve artık geri dönüşü mümkün olmayan bir “yıkım” sürecinin aleni biçimde ortaya çıkmasıdır.
AKP bürokrasisi ve medyası bu yıkımı “ekonomik sorunlar” ya da “AKP teşkilatlarında artan kibir” gibi içsel nedenlerle açıklamaya çalışsa da ortaya çıkan sonucun sebebi çok daha derinlerde. En son söyleyeceğimi şimdiden yazayım: AKP, “AKP olduğu için” kaybetti!
İslamcı bir parti olarak AKP’nin artık Türk milletine düşman bir yapıda olduğu, Atatürk ve Cumhuriyet’le hesaplaşma hırsının iktidarı doğal olarak bu noktaya getirdiği; gelinen noktanın Türk milleti tarafından “kabul edilemez” olduğu gerçeği artık saklanamayacak biçimde açığa çıkmıştır.
Bundan önceki seçimlerde alınan “başarılı” sonuçlar, AKP’nin Türk milletine yabancı olduğu gerçeğini bir süreliğine örtse bile, geldiğimiz noktadaki seçim sonuçları “iktidar programının” gerçekleşmeyecek bir hayalden ibaret olduğunu gösteriyor.
Yeni seçmen AKP’ye oy vermiyor
AKP, 2002 seçimleriyle iktidara geldiğinde Türkiye’de yaklaşık 41 milyon seçmen bulunuyordu ve yine yaklaşık olarak bu seçmenin 11 milyonu AKP’ye oy vermişti.
Aradan geçen 22 senenin ardından Türkiye’deki seçmen sayısı 20 milyon artarak 61 milyona ulaşmış durumda. Ancak AKP’nin aldığı oy gelinen noktada 16 milyonla sınırlı kaldı.
Bu sayılar, İslamcı bir iktidarın her şeyi yapabilecek kadar “muktedir” gibi görünse bile, yeni seçmen kazanamadığının basit bir göstergesi. Türkiye’nin geleceğini temsil eden yeni nesil, AKP’ye oy vermeyi reddediyor.
Seçmen sayısı artıyor ancak AKP’nin oyları artmıyor.
İslamcılık başarısızlığa mahkum
“En az üç çocuk yaparak” topluma kök salmaya çalışan politika iflas etmiş durumda. İktidar, Türkiye’yi nüfusun “yavaşlayarak arttığı” bir ülke konumuna getirdi. AKP’li aileler kendi çocuklarını bile “dava”ya ikna edemiyorlar.
“Aileden gelen siyasi miras olarak AKP’liliğin devamlılığı” iktidarın kodaman çevresiyle sınırlı kaldı. Çok daha geniş bir çevreyi temsil eden ve bir “arka bahçe” projesi olan İmam Hatip okullarında ise siyasi geleneğin devamlılığı sağlanamadı.
İmam Hatipler toplumu dönüştürme amacının en önemli aracı olarak tasarlanmasına rağmen bu okullarda bile istenilen düzeyde bir “kindar ve dindar” gençlik yaratılamadı.
Bir “kültürel hegemonya” kurarak toplumu dönüştürme düşüncesi ise gerçekleşmeyen bir düşünceden ibaret kaldı.
İktidar açısından başarısızlık olan bu durum “iradi” bir sonuç değil; Cumhuriyet sosyolojisi böyle bir amacın toplumda yaygınlaşmasına engel oluyor.
AKP’nin büyükşehirlerde artık sürekli olarak kaybetmesi de Cumhuriyet sosyolojisinin bu bölgelerde çok daha fazla kök salmasından kaynaklanıyor.
AKP’nin büyükşehirleri kaybetmesi sosyolojik bir sonuç
Geçtiğimiz yerel seçimlerde iktidarın kaybettiği büyükşehirlere Denizli, Bursa, Balıkesir ve Manisa gibi illerin de eklenmesiyle birlikte CHP, toplamda 14 büyükşehir belediyesi, 21 il belediyesinde seçimi kazanmış oldu.
AKP ise ancak 12 büyükşehir belediyesi ve 12 il belediyesi kazanabildi.
Ancak bu rakamlar “farkı” yeterince ortaya koymuyor. Örneğin nüfus açısından bakıldığında Türkiye nüfusunun %60’ından fazlası CHP’li belediyeler tarafından yönetilecek.
Sanayi açısından ise oran çok daha çarpıcı; milli gelirin %73’ü CHP’li belediyelerin kazandığı illerde üretiliyor.
Ticaretin ve sanayinin geliştiği, kentleşmenin sonucu olarak ulusal bilincin arttığı, hemşehriciliğin giderek önemini kaybettiği ve dinsel yapıların etkinliğini kaybettiği yerlerde AKP, tabanını hızla yitiriyor.
Türkiye’nin en kalabalık nüfusa sahip ilk 100 ilçesinin 58’inde CHP 35’inde AKP kazanmış durumda.
AKP’nin kaleleri yıkılıyor, Türkiye özgürleşiyor!
Seçim haritasına bakıldığında Türkiye kesin sınırlarla ayrılmış gibi görünse bile, ilçe merkezli dağılım haritasına bakıldığında AKP’nin kalesi gibi görünen bölgelerin bile artık homojen olmadığı ve bu kalelerde “büyük gediklerin” açıldığı görülebiliyor. AKP’nin kazandığı Gaziantep’in merkez ilçesi olan ve nüfus itibariyle Türkiye’nin en kalabalık 6. ilçesi Şehitkamil’de CHP seçimleri kazandı.
Bir tarafı kırmızı, diğer tarafı da sarı ve mor renge boyanmış bir Türkiye siyasi haritası artık geçerliliğini yitirmiş durumda. “En koyu” AKP’li gibi görünen illerde bile AKP’nin önemli belediyeleri kaybetmesi, bölgesel dayanışma üzerinden örgütlenen AKP stratejisinin artık işe yaramadığını gösteriyor.
İktidarın “Anadolu ihtilali” olarak nitelediği oy yoğunlaşması ise seçmen sayısının düşük olduğu yerlerle sınırlı kaldı. Siirt’in Tello, Yalova’nın Termal, Ordu’nun Kumru, Trabzon’un Hayrat, Rize’nin İyidere ve Güneysu ve Elazığ’ın Arıcak ilçelerinde %70’lere varan oy oranları görülse bile, böylesine farklı sonuçların alınabildiği seçim bölgesi sayıları son derece azaldı. “Tulum çıkarılan” seçmen bölgelerindeki seçmen sayısının toplamı hayli düşük kalıyor.
AKP’nin kazandığı büyükşehirlerdeki oy oranlarına bakıldığında ise bu durum daha çarpıcı biçimde ortaya çıkıyor.
İktidar çok güçlü gibi göründüğü Rize’de %54,71, Trabzon’da %51,49 ve Erzurum’da %50,45 oy alabildi. Geçtiğimiz seçimlerle kıyaslandığında buralarda büyük bir oy kaybı söz konusu. AKP’nin doğal coğrafyası olarak nitelenebilecek bu illerde %50 oyun üzerine güçlükle çıkılması, Türkiye’deki genel siyasi atmosferin buralarda da etkili olduğunu gösteriyor.
İslamcılık kaybetti, Atatürk Cumhuriyeti kazandı!
“Genel siyasi atmosfer” diyerek kastettiğim şey ise AKP’nin Türk milletine yabancı bir siyasi hareket olması ve topluma dayattığı bu anlayışın Cumhuriyet sosyolojisi tarafından kabul görmemesi.
İktidar seçimleri kibir ve güç zehirlenmesi sonucunda kaybetmiş değil. Böylesi bir gerekçenin altında bile AKP’yi istediği her şeyi yapabilecek kadar güçlü gören bir zihniyet var ve aslında “gerçek kibir” tam da bu şekilde düşünmek.
Savaşlardan çıkarak kurulmuş yüzyıllık Atatürk Cumhuriyeti’nin ancak dış destekle var olabilen bir siyasi proje karşısında ayakta duramayacağını düşünmekten daha büyük bir “güç zehirlenmesi” olabilir mi?
“Türkiye Yüzyılı” olarak sunulmak istenen köksüz bir senaryonun figüranı olarak görülen Türk milletinin, kurucusu Atatürk’ten vazgeçeceğini düşünmek, “reis”lerini “kurtarıcı” gibi gösterip Atatürk’le kıyaslamak en büyük kibir değil mi?
Ekonomik kriz, kabile ekonomisinin doğal sonucudur
AKP ekonomik bir zafiyet sonucunda kaybetmedi; saraya yakın kabile fertlerini zenginleştiren ve halkı yoksul bırakan bir kabile ekonomisinin bizzat yaratıcısı olduğu için kaybetti.
Türk milliyetçiliğini ayaklar altına almakla övünen, Türkiye’yi uluslararası bir göç üssüne dönüştürerek Türksüzleştirmeye dayalı bir demografik projenin uygulayıcısı olduğu için elindeki gücü yitirdi.
Laikliği büyük ölçüde özümsemiş bir ulusu, ne olduğu belirsiz bir Şeriat ülkesine dönüştürmeye çalışmak ve özgürlüklerin yok edildiği otoriter rejimlere meyletmek, Cumhuriyet’in nimetlerine her gün tanıklık eden bir halk için kabul edilebilir bir şey midir?
İktidar açısından Türk milletinin yoksullaştırılması da millet olma özelliklerinin yok edilmeye çalışılması da bir zorunluluktu. AKP, İslamcılığı hedeflediği için ve bunun için de ekonomik anlamda iktidara bağımlı olmayan orta sınıfların yok edilmesi gerektiği için böylesi bir yola girdi. Bu tercih AKP açısından “hata” değildir, bilerek ve isteyerek yapılmak istenen bir toplumsal dönüşümün doğal sonucudur.
Kısacası AKP, “AKP gibi davranmak zorunda olduğu için” kaybetmiştir. İktidar açından farklı bir yola girmek mümkün değildir.
Kendilerine “tebliğci” diyerek eğlence yerlerini dolaşan bir takım kişilere benzer biçimde, iktidar da tüm ülkeye kabilenin işleyişini tebliğ etmeye çalışmış; bürokratından, medya mensubuna, sporcusundan sosyal medya trolüne kadar tüm ülkenin bu işleyişi hazmetmesini istemiştir.
Gelinen noktada Tarık Buğra’nın “Firavun İmanı”nda anlattığına benzer biçimde toplum AKP’li olanlar ve olmayanlar şeklinde ikiye yarılmıştır. Sonuç ise iktidar mensuplarının artık kendi ittifakları içinde bile bir nefret objesi olarak görülmesidir.
Ankara, Kastamonu, Afyon ve Nevşehir gibi illerde AKP’nin ortağı olan MHP seçmeninin bile AKP adaylarına karşı en güçlü görünen muhalif adayları desteklemesi böyle bir “toplumsal yarılmanın” neticesidir.
AKP’nin “iyi” olduğu söylenen adayları da “kötü adaylarla” birlikte kaybetmiştir. AKP’nin siyaset üretememesi, “kuruluş ayarlarından uzaklaşması” gibi açıklamalar, iktidarın çürüdüğü ve yok olacağı gerçeğini görmekten uzaktır.
Seçim sonucu geçici bir yenilgi değildir; AKP artık yolun sonuna gelmiştir. Türk milleti 31 Mart’ta önemli bir adım atmıştır. Devamı gelecektir.