Geçtiğimiz günlerde AKP içi tartışmaları anlatan Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi “yeni bir çözüm süreci başlamayacağını ancak yakın akrabalarının Apo’yla yeniden görüşebileceklerine” dair bir yazı kaleme almıştı.
Önceki aylarda HDP’den ayrılarak yeni bir Kürt partisi kuran Ayhan Bilgen de, AKP’nin yeni bir çözüm süreci başlatmak istediğini, Abdullah Öcalan’ın da sürece dahil edileceğini, MHP’nin ikna edilmeye çalışıldığını dile getirdi.
Aslında bu yorumlar zıt görünse de AKP’nin gündeminde çözüm süreci olduğunu ispatlıyor. İktidarın seçim stratejisini Kürt meselesi üzerine oturttuğunu söylemek mümkün. Çözüm sürecinin mimarlarından ve “Çözüm sürecinin nihai sonucundan şehitlerimizin ruhu da mutlu olacaktır.” demecinin sahibi Bekir Bozdağ gibi bir ismin uzunca bir süre sonra raftan indirilip Adalet Bakanı yapılması, AKP’nin stratejisinin planlı olduğunu gösteriyor.
Yapılan yorumların farklı gibi görünmesinin sebebi ise herkesin gönlünde farklı bir “çözüm süreci” olması. Selvi’nin yakın bulunduğu AKP’li siyasetçiler her ne kadar yeni bir çözüm süreci isteler de, mevcut siyasi atmosferde bu derece keskin bir “dönüşü” yaklaşan seçimlerden önce riskli buluyor. Tıpkı yerel seçimlerde yapıldığı gibi Abdullah Öcalan’ın ön plana çıkarılacağı ve “kullanılacağı” bir süreç iktidar açısından daha risksiz görünüyor.
Oslo’da yapıldığı gibi gizli görüşmeler yapmak yerine aracı kullanmadan İmralı’yla masaya oturulacak, Öcalan’ın Kürtler üzerindeki siyasi etkisinin iktidara destek için kullanılacağı; “çözüm süreci” denilmeyecek ama bol pazarlıklı bir yol var iktidarın önünde.
Bu stratejinin amacı Kürtleri en azından “tarafsızlaştırıp” iktidarın doğal destekçisi durumuna sokmak. Kürt siyasi hareketi Apo’nun muhatap olarak kabul edildiği bir duruma teşne olduğu için, güçlü muhalif adaylara şerh koyarak Erdoğan’a göz kırpıyor. Bunun pratikteki karşılığı, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak devam etmesi ancak Apo’ya da söz hakkının tanınması. Sürecin adı teferruat olarak görülüyor ve taraflar açısından bir önemi yok.
Diğer taraftan Kürt siyasi hareketinin bazı figürleri devletin böyle bir pazarlığı kendileriyle de yapabileceğini; onların da mevcut koşullarda güçlü aktör olabilecekleri ve Kürtleri “hizaya sokabileceklerini” dile getiriyorlar. Ayhan Bilgen’in HDP’nin klasik çizgisini eleştirerek farklı bir örgütlenmeye gitmesi iktidarın farklı Kürt unsurlarıyla bir araya gelerek güç dengelerini değiştirmeye çalıştığını gösteriyor.
Bilgen’in MHP’nin de “ikna edilmeye” çalışıldığını söylemesi ilginç bir ayrıntı. Gerçekten böyle bir çaba var ise Bahçeli’nin “ikna edilmesi” zor olmayacaktır. Geçmişte Apo’yu ipten alan, Ahmet Türk’ü hapisten kurtaran Bahçeli’nin böylesine bir pazarlığa Cumhur ittifakının Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan’ın kazanması adına göz yumması ihtimali çok yüksek.
AKP gibi ilkesiz bir siyasi hareket, siyasi gidişata göre bambaşka tercihler yapabilir. Kayseri pazarlığı yapmakla övünen bir siyasi gelenek bu tarz manevraları içselleştirdiği için açıklama yapmakta da zorluk çekmez.
Ancak asıl büyük tehlike muhalefetin de iktidarın “çözüm süreci” gibi bir yöneliminden etkilenerek, “Onlar ne veriyorsa biz iki katını veriyoruz!” tarzında “akıllıca” görünen ama iktidarı güçlendirecek bir siyasete heves etmeleri.
Görünen o ki AKP bir çözüm süreci başlatacak olmasa bile ulaklarına sık sık bu haberler yaptırarak muhalefetin de bu topa girmesini istiyor. Karar yazarı Yıldıray Oğur’un yazdığı “Millet ittifakı Kürt realitesini kabul edecek mi?” yazısı, “Serok” Ahmet Davutoğlu’nun sürekli Kürtlük propagandası yapması bir tesadüf değil.
Anlaşılan liberal kesimler sandık denklemini Kürtçülüğün daha da güçleneceği ve ulusalcılığın tasfiye edileceği bir şantaj malzemesi olarak görüyor. Bu seçim onlara göre faşizmden kurtulmak açısından değil, dağılan “yetmez ama evet” bloğunun yeniden toparlanması açısından bir fırsat. Millet İttifakını daha fazla Kürtçülük yapmaya çağıran bu davetlerinin altında sadece kötü bir seçim matematiği aramak fazla saflık olur.