Darbenin lideri Kenan Evren, TRT yayınında “Kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için…” diye sesleniyordu.
Oysa Evren ve arkadaşları, devlet otoritesinin kaybolması için uzun bir bekleyişe geçtiklerini sonraları itiraf etmişti. Ta Kahramanmaraş olaylarından beri “şartların olgunlaşmasını” beklemişlerdi.
Aslında “Bayrak Harekâtı”, 1 yıl öncesinden, 12 Eylül 1979 itibarıyla hazırdı. Ama cuntacı dar kadro, akan kanın durması için daha fazla kanın akması gerektiğini düşünmüş, sapık Evanjelistler gibi sabırla beklemişti!
Anayasa’nın ve tüm hak ve özgürlüklerin askıya alındığı 12 Eylül’le birlikte 650 bin kişi gözaltına alındı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kapısına kilit vuruldu. Basın susturuldu. Yüzlerce sinema filmi yasaklandı. Üniversiteler, emir komuta zincirinin parçası haline getirildi.
Bir buçuk milyonu aşkın vatandaş fişlendi. Cezaevlerinde insanlar kaybedildi. Gözaltında, tutuklulukta, cezaevinde yargısız infazlar, şüpheli intiharlar, adam kaybetmeler, tecavüzler…
7 bin kişi idamla yargılandı, 517’sine idam cezası verildi.
Türk halkı, sistematik bir işkence ve kötü muamele programı ile reflekslerinden arındırılıp “yeni döneme” müsait hale getirildi.
Normal şartlar altında toplumun hemen itiraz edeceği ekonomik-siyasi programlar için pürüzsüz, dümdüz, çıkıntısız bir alan yaratılmıştı. Silindir geçmişti.
Kenan Evren’in işkencehanede açık bıraktığı kapının çıkışında ise, Turgut Özal vardı. Zengin adam seven, Anayasa’yı bir kere delmekle bir şey olmaz diyen, memurları yolsuzluğa teşvik eden gömlek, böyle üstümüze uyduruldu.
Alt üst oluşun ardından yeni durumda bambaşka bir tabloyla karşı karşıyaydık. Bugün AKP diye bildiğimiz gericilik, 12 Eylül’le birlikte git gide semirdi.
Katledilen, yurt dışına kaçıp canını kurtaran, yurttaşlıktan atılan, kısacası tasfiye edilenler sosyalistler ve milliyetçilerdi. Fakat genç subaylarını bile işkence tezgâhından geçirecek kadar kapsayıcı olan 12 Eylül darbecileri, şeriatçıların kılına bile dokunmadı. Diyarbakır Cezaevi ise, adeta Beka Vadisi’nde hazır bekleyen Apocuların militan üretim merkezine dönmüştü.
Tek güçlü meşruiyet dayanağı “güvenlik” ve “akan kanın durması” olan 12 Eylül’ün ardından 43 yılın güvenlik bilançosu da ortada.
Binlerce insanımızın canını alan, binlerce askeri ve polisi şehit düşüren PKK ve toplumun kılcal damarlarına kadar girip halkın kanını emen tarikatlar, 12 Eylül’ün eseri!
12 Eylül, her şeye rağmen Türk halkını bir arada tutan birlik ve beraberlik duygusunu öldüremedi. Tüm o zulmü Atatürk adına yapmak da Atatürk’e ve Cumhuriyet’e olan bağlılığı bitiremedi.
Ama işte geçen bu 43 yılın ikinci yarısı AKP gerçeğiyle devam ediyor. Çünkü 12 Eylül, Kürt-İslamcılara iktidarı adım adım hazırladı ve teslim etti.
Toplumsal bilinçteki tahribat öyle bir noktada ki zerre dokunulmamış ve özellikle rahat bırakılmış olan gericiler her gün mağdur, her gün mazlum, her gün alacaklı!
12 Eylül’ün çocukları Tayyip Erdoğan’lar, Abdullah Gül’ler, Bülent Arınç’lar 2010 yılında bu sahte mazlumluğun meyvesini yerken bile Cumhuriyet’e en büyük zulmü ettiler. Devleti sapık bir tarikatın eline teslim eden AKP, 5 sene sonra yine mağdur olup bu işten de kâr etti.
Cumhuriyet’in 100.’üncü yılına 12 Eylül’ün amaçları büyük oranda gerçekleşmiş halde giriyoruz.
İşçinin sesi kısık, okumuşlar tu ka ka, özgür basın yok, eğitimin kalitesi yerlerde, hayat pahalı, şehirler güvensiz, aileler paramparça, ülke Arap istilası altında!
Kenan Evren’in has evladı Erdoğan sayesinde…