Devlet Bahçeli’nin açıklamalarıyla başlayan “2. Çözüm Süreci” girişimi geçtiğimiz hafta HDP’lilerin İmralı’ya giderek terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’la görüşmesiyle somutlaşmış durumda.
Her ne kadar sürecin başat figürü olarak Bahçeli ön plana çıkmış olsa bile, Tayyip Erdoğan’ın “takdir ve tensipleri” olmadığı sürece mevcut tablonun oluşması, Meclis’teki siyasi atmosferin ve HDP’ye yönelik genel yaklaşımın değişmesi mümkün değil.
Durumun böyle olmasına rağmen Erdoğan ısrarla yeni girişimleri sahiplenecek ya da onaylayacak açık bir tavrın içine girmiyor.
AKP içerisinde bu belirsizliğin yarattığı bir kafa karışıklığı mevcut.
Süreci PKK’nın legalleşmesi açısından bir fırsat olarak gören Kürtçülerin AKP içinde önemli bir ağırlığı var. Hüseyin Yayman ve Galip Ensarioğlu gibi AKP milletvekillerinin önümüzdeki aylarda PKK’nın silah bırakacağı açıklamaları bir “temenni”yi değil, Kandil’le yapılan görüşmelerden aktarılan sözleri gösteriyor.
Kürt-İslamcı siyasi iktidarın “terör örgütünün normalleştirildiği” bu tarz dönemleri “milliyetçiliği biraz daha ayaklar altına almak” için kullanmaya ne kadar hevesli olduğunu biliyoruz.
Çözüm süreciyle birlikte tabelalardan “TC” ibarelerinin kaldırılması, “Andımız”ın yasaklanması, belediyelere asılan Kürtçe tabelalar gibi adımların amacı, “Türk ulusu” kavramının yok edilmesi ve bu yeni durumun tüm topluma kabul ettirilmesiydi.
Süreç bitmiş olsa da amaç hasıl oldu; böylelikle masadan kalkan taraflar kavgalı ayrılmış dahi olsalar iki tarafı da fazlasıyla memnun eden yeni mevziler kazandılar.
Diğer taraftan AKP iktidarının çözüm sürecinin bitmesiyle tercih ettiği “yeni yolu” -kısa sürede- terk ederek “aynı nehirde yeniden yıkanmasını” beklemek olanaklı değil.
İmralı’yla görüşme, HDP’nin yeniden siyasi muhatap olarak kabul edilmesi, Kandil’le kurulacak yeni temaslar, “barış ve kardeşlik” gibi ne içerdiği belli olmayan mesajların artması gibi adımlarla “minimal düzeyde” Kürtçü bir siyasetin geliştirilmesi; ancak sürecin zamana yayılması daha mümkün görünüyor.
Erdoğan’ın tavrını net olarak belli etmemesinin ve iktidar medyasındaki bazı isimlerin PKK ile kurulacak temasa karşı çıkmasının altında da bu yatıyor olabilir.
Mesele şu ki, Erdoğan’a bir süre daha hareket alanı sağlayabilecek bir “oyuncak” gerekiyor ve yeni gelişmeler ona istediğini fazlasıyla verebilir.
Türk siyaseti uzun süredir mantıklı ölçütlerle ve temeli sağlam analizlerle açıklanamayacak durumda.
Erdoğan’ın himayesiyle başlayan yeni bir “açılım” sürecinin, bir sabah uyandığımızda yine Erdoğan’ın yaptığı bir açıklamayla bitmesi ve yapılan yorumların pek çoğunun “çöp olması” kuvvetle muhtemel.
İlk çözüm sürecinin tarihi sembollerinden biri olan Dolmabahçe görüşmesinin hemen ardından Tayyip Erdoğan, “Dolmabahçe mutabakatı ifadesini kabul etmediğini, bölücü terör örgütüne sırtını dayayanlarla mutabakatın asla düşünülemeyeceğini ve verilen fotoğraf karesini doğru bulmadığını” açıklıyor; böylelikle çözüm sürecinin tüm sorumluluğunu kendisinin talimatı olduğu halde bu görüşmeleri gerçekleştiren Yalçın Akdoğan’a atıyordu.
Yalçın Akdoğan gibi bir dönemin en önemli figürünün “deliğe süpürülmesi” ve bir daha asla ortalıklarda görünmemesinin sebebi çözüm sürecinin tüm günahlarının kendisine yıkılması olabilir.
Yeri gelmişken belirtmek gerek; AKP içinde Akdoğan gibi isimler “buhar olsalar” bile, Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan gibi isimlerin HDP içinde hiçbir sıfat taşımamalarına rağmen yeniden “göreve çağrılmaları”, Türk Solu’nda defalarca kez belirttiğimiz “kuryelik” görevinin doğruluğunu ispatlıyor.
Şimdilerde kamuoyu AKP açısından mantıklı olabilecek gerekçeler bulmaya çalışarak birilerinin neden “mayın eşeği” misali öne sürüldüğünü analiz etmeye çalışıyor.
Daha geçen aya kadar Esad’la görüşmeye çalışan AKP’liler ise Suriye’deki gelişmelerin kendi siyasetlerinin sonucu olduğunu söyleyerek kendilerini avutuyor.
Ben ise yeni sürecin bir siyaset sonucu değil, muhatapları dışında kimsenin bilemeyeceği bir istihbarat faaliyeti sonucunda başladığını düşünüyorum.
Bahçeli’ye “Apo Meclis’e gelsin konuşsun” dedirten gerçek iradeyi bir gün elbette öğreneceğiz. Tıpkı Oslo görüşmelerinde AKP’li bürokratlar ve PKK’lıların yaptıkları pazarlıkları öğrendiğimiz gibi…
Bazı olayların sonuçlarına değil de nedenlerine yoğunlaşmak bizi çıkmaz bir sokağa sokabiliyor.
İktidarın yeni açılımının muhtemel sonucunu görmek için çözüm sürecinin nasıl bittiğini hatırlamak gerek.
AKP’nin “akillerinin” Türkiye gezileri, valilere verilen “müdahale etmeyin!” talimatları, Güneydoğu’nun ateşe verildiği, bombaların patladığı, onlarca kişinin öldüğü, 7 Haziran – 3 Kasım arasında yaşanan kanlı bir yolun önünü açmıştı.
Tepede filler tepişirken, bedelini Türk milleti ödedi.
“Milli birlik ve kardeşlik” adı verilen bir süreç, demokrasinin yok edildiği büyük bir dönüşümün de önünü açmış oldu.
Bu senaryodan rol kapmaya çalışmak, “Süreç gizli değil şeffaf biçimde yürütülsün.” diyerek “akil adam” olmaya çalışmak en büyük ihanet olacaktır!