AKP lideri Tayyip Erdoğan’ın Şahkulu Cemevi’nde yaptığı son toplantı ve açıkladığı Alevi Açılımı pek çok açıdan eleştiriye uğradı.
Konu hakkında söylenmesi gereken tüm doğrular söylendi. Ancak herkesin gözden kaçırdığı bir husus eksik kaldı. Bu açılımın içinde gerçekten de gizli veya açık bir “dinci” saldırı var. Ancak bu dincilik bir mezhep veya Sünnilik davası gütmüyor. Lafı uzatmadan bu yeni AKP dininin ve dinci gericiliğin adını söyleyelim: Bina Tapınıcılığı. Betonperestlik!
Tayyip Erdoğan, siyaset arenasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olduktan sonra sivrildi. Hep sansasyon, saldırganlık ve kutuplaştırma dolu bir kariyerdi bu. İlk cephesi de İstanbul’daki Karacaahmet Cemevi’nin yıkımı meselesiydi. Yıllar sonra meseleyi binanın “kaçak”, “ruhsatsız”, “ucube” olmasıyla açıklayacak ve kendisinden izin alınmamış olmasına çok bozulduğunu belirtecekti. Ancak 1994’te bu işi pekala bir mezhep inatlaşması ve dincilik davası olarak lanse etmekten gocunmamış, kendi tabanında bunu yaymış ve kendine siyasi rant sağlamıştı.
Aradan 28 yıl geçti. Tayyipli geçen tam 28 karanlık yıl. Sadece Alevilerin değil, sağcısından solcusuna, dindarından laikine, sivilinden askerine toplumun bütün kesimlerinin ancak zulüm ve adaletsizlik gördüğü 28 yıl. Tabii AKP’ye tabi olmadıysanız… Kendi emeğiniz, ahlakınız ve düşüncenizle yaşayıp, köleleşmeyi reddettiyseniz.
Şimdi Tayyip Erdoğan siyaset kariyerinde sembolik bir anlamı olan cemevinin kapısında yine. 28 yıl önce buldozerle yıkıma geldiği yerde bu sefer bohçasında hediyelerle gelmiş. Yine rant kovalıyor. Ama etrafına dedeleri toplamış. Açılım yapıyor. Hep beraber açılan bohçanın içine doğru bakan “kanaat önderleri”…
Açılım nedir diye ben de bakıyorum.
Açılım bina! İşte ruhsat meselesi, imar meselesi, su parası, elektrik parası, vergi muafiyetleri v.s.
Tayyip, Karacaahmet Cemevi’ne çok kızmasının nedeni olarak kendisinden izin almamış olmalarını belirtmişti. Yeni açılıma göre Tayyip Bey’i kızdıran bu sorun çözülecek. Bütün cemevlerine izin verecek, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan kadro da!
Onlar da karşılığında Tayyip’in başlarına atayacağı bir müsteşar ya da kim bilir CB Danışmanını kabul edecekler.
Küçük ama önemli bir taviz! O kadar olacak. Kazançsız ve bedelsiz ticaret olmaz.
“Olsun canım. İmar sorunu çözülüyor. Hem biz adabımızı, yolumuzu, dedemizi, ocağımızı bildikten sonra sorun olmaz! Hızır Paşa unutkan biriymiş. Sıkıntı oradan çıkmış.”
Ruhsat, imar kuyruğuna giren dedeleri görünce aklıma geçen ay TOKİ kuyruğuna giren milyonlar geldi. Demek ortada bir Alevi Açılımı değil de sanki imar affı ya da AKP tarzı bir “Çılgın Proje” var.
Tayyip’in dincilik adına başarabildiği en büyük tahribat budur diyebiliriz aslında. Tekrar 1994 yılına dönelim. “Aslında biz İstanbul’a ihanet ettik” diyen adam, önce İstanbul’u sonra da tüm Türkiye’yi betona gömdü.
“İBB’de rüşveti bitirdik” diyordu o zamanlar Refah Partisi.
Gerçekten de bitmişti. İmar, ruhsat, kaçak kat falan hepsi çözülüyordu. Dandik dandik vakıflara bağışlar yapılıyordu. Hem vatandaşın “sıkıntısı çözülüyor” hem de işin “oluru” bulunuyordu. Vatandaş “katkısını” ödüyor, vakıflar makbuzları dağıtıyor, gönülleri (!) kazanıyordu. Adeta herkes bir günaha ortak oluyor ama çaktırmıyordu. Ortada rüşvet falan yoktu güya!
Nihayetinde belediyecilik çözüm bulma, hizmet yaratma, gönül kazanma sanatıdır öyle değil mi Akbil Reis?!
O meşhur pislik Havuz’unun Rahmi Koç’un ifadesiyle “ilk milyarı Akbil’den” geldiyse, diğer milyarları bu ilim ve irfan hizmetiyle yanıp tutuşan “ucube” vakıflarla birikti. Standartlaştırılmış ve merkezi sisteme bağlanmış rüşvet ve komisyon sistemiyle Türkiye’yi ele geçirecek Dinci İnşaat Oligarşisi kuruldu.
İnşaat hırsızlarının yarattığı bu ikinci Paralel Devlet sonunda devleti ele geçirdi. Gerisi tarihtir.
Paralel Devletin bir de Paralel Dini vardı. Binaperestlik. Beton Fetişizmi. Şimdi “İnşaat Ya Resulullah” diye dalgasını geçtiğimiz bu “İslami Müteahhitlik Cihadı” aslında bir ulusun vatanını ve ahlakını yitiriş trajedisidir.
Betoncu ve dinci hareket aslında ilk başta Sünni İslam’dan ve tasavvuf erbaplığından ne kaldıysa onu yok etti. Bir Süleymaniye Camii’ne bakın bir de Çamlıca Tepesi’ne dikilen şeye. Ne demek istediğimi anlarsınız.
Önce İBB sonra AKP’ye tav olmayan tarikat, cemaat kalmadı. Hep bina, hep “külliye”, hep vakıf imareti (!), hep “yap bize bir iltimaso” kafası çalıştı. Bir iki isyankâr hariç tek tek herkes teslim oldu.
Yalnız sanmayın ki bu dindarlara ve muhafazakârlara has bir yozlaşmaydı. Kadıköy’deki avare torun, dedesini, ninesini huzurevine postalayıp, eski binayı AKP’li müteahhide peşkeş çekip, köpeğini Caddebostan’da gezdirme derdindeyken; muhafazakâr aile babamız Başakşehir’de bir artı bir dost evine kavuşma hayalindeydi.
Emlak ve inşaat çılgınlığıyla bir çeyrek yüzyıl geçiren Türkiye’de bina bolluğundan şikâyet edemeyiz. Alevi Dedeleri arasından da haklarına düşeni isteyenler çıkıyor elbette. Ancak işin ilginci “eski Türkiye”de inşaat sektörü “geri” iken barınma sorunu yoktu. Bugün var!
İki öğretmen eş, memur maaşlarından arttırarak, yıllarca uğraşsa da bir kooperatiften ev alabiliyordu. Emekli ikramiyelerine de borcu, desteği katarak kim bilir belki küçük bir sayfiye evi edinebiliyordu.
Şimdi ise Binaperest AKP Dini Türkiye’yi ele geçirmiş. Her şey binadan ibaret… Ama ev alamıyorsun. Hayalini bile kuramıyorsun. Boşta duran milyonlarca daire var. Arap alıcı bekliyor.
Firavun döneminin bolluğunu hatırlatıyor. Depolar dolmuş, piramitler yükselmiş ama insanlık tarihi ilk kez sistematik yoksulluk, açlık ve kölelik düzenine esir düşmüş.
Her dini gençlik, olgunluk ve çürüme dönemlerine ayırabiliriz. Müminler bile bu tarihselliği kabul ediyor. Her yüzyıl çürümeyi engelleyecek bir müçtehit, bir dinçleşme arıyor.
Dinin genç, saf, güzel, adaletli, hakikatli yıllarında hep bir bina ve put yıkıcılık vardır. Atalarının çok tanrılı Mısır dinine karşı çıkan Firavun Amenhotep’in ilk yaptığı bütün tapınakları yasaklamak ve dört bir yanı ve tavanı açık bir ibadethane yapmak olmuş. “Burada var olan tek Tanrı’ya dua edin, güneşin altında” deyince, itiraz eden rahipleri infaz etmiş.
Hz. Musa da kavmini bu piramitler, dev binalar diyarından kurtarıp, Tanrı’ya iman edebilecekleri yeni bir vatana kaçırmıştı.
Vaftizci olarak bilinen Hz. Yahya ve onun takipçisi Hz. İsa, günahın ve yozlaşmanın kalesi olarak gördükleri Sinagogları ve Kudüs’teki tapınağı boykot ediyor, dere kenarlarında, dağ başlarında, kırda ibadetlerini yapıyorlardı.
Ve elbette tarihin en büyük Tekçilik, Tevhid hareketini başlatan Hz. Muhammed de önce insanların tapındığı putlara ve binalara karşı çıkmıştı.
Alevilik hem İslam’ın, hem tasavvufun, hem de eski Türk Tengricilik inanışının en genç ve en saf yanını bir şekilde 21.yy’a kadar taşıdı. Nitekim aslında doğruyu söylemek gerekirse Cem, yani toplanma vardır ama Cemevi şehrin bir zorunluluğu, adeta dayatmasıdır. Köyün meydanında da, en büyük avlusunda da, en büyük evinde de cem edilebilir. Bu bir ruhsat değil, marifet ve hakikat meselesidir.
Cami de bu anlamda bir Kilise değildir. Yine cem etmektir. Cami bir bina putu değildir. Ancak bir putperest Ayasofya’dan sıva koparıp yemeyi akıl edebilir. Tam bir AKP Dini ibadeti!
İşte Süleymaniye ile Çamlıca arasındaki fark budur. Biri olgunluk, diğeri çürümedir. Modern bina putperestinin Alevi Açılımı da kısaca budur.
Alevilere “Anayasal Hakları” değil, çürümeden bir pay teklif ediliyor.
Kazancı ne olur, kaybı ne olur? Merak eden Bektaşi erenleri varsa, “Sünni” tasavvuf erbaplarına ve günümüzde kendine tarikat diyen “ucube” şirketlere bir bakıversinler.
Hoşlarına gidiyorsa ortadaki sonuç, sadece bina ruhsatı ve maaş değil, Mercedes de talep etsinler.