Altılı masanın sabık AKP’lileri Babacan’ın ve Davutoğlu’nun kronik samimiyet sorunu herkesin malumu. Her iki isim de kendi partilerini muhalefet cephesinde konumlandırıyor.
Ancak konu geçmişe her geldiğinde hikâyedeki boşluklar bambaşka soruları gündeme getiriyor. Bunun son örneğini geçen hafta Deva Partisi lideri Ali Babacan ile yaşadık.
Mehmet Tezkan aktarıyor. Babacan, 2011 seçimleri öncesinde yeniden aday olmak istememiş. Erdoğan ise “AKP tüzüğüne göre üçüncü dönemi birlikte dolduruyoruz. Sen ticarete dönersin ben vakıf işleriyle uğraşırım” diyerek onu ikna etmiş ve üçüncü dönem milletvekili olmasını sağlamış. Ama sonra Erdoğan güçle zehirlenmiş.
Babacan, bunu Erdoğan’ın güç zehirlenmesine örnek olarak anlatıyor. Bu senaryoya göre 2011’den 2015’e kadar görevde olduğu dört yıl, Babacan’ın Erdoğan’ın güçle zehirlenmesini müşahede edip pişmanlıkla kıvrandığı ibret dolu bir dönem olmalı.
Ama pek öyle olmuyor.
Partideki üç dönem kuralı, bizzat Davutoğlu’nun liderliğinde –ve hiç kuşkusuz, Erdoğan’ın gölgesi altında– 2015’teki olağan kongrede kaldırıldı. Gerekçesi ise, 7 Haziran ile 1 Kasım’ın arasının çok kısa olmasıydı.
Hatırlatmak gerekir, aynı kongrede alınan kararlardan biri de “siyasi erdem ve etik kurulu” kurmaktı. Sonuçta biraz gülmek, bu yazıyı okuyan herkesin hakkı. Gerçi Davutoğlu her defasında hatırlatıp güldürüyor, sağ olsun.
İşte, şimdilerde hasretle methettiği o üç dönem kuralından ötürü 7 Haziran’da aday olamayan Babacan, Davutoğlu öncülüğünde üç dönem kuralı feshedildiği için 1 Kasım’daki seçimlerde dördüncü defa milletvekili oldu. Yani ticarete dönmedi. Gerçi Erdoğan da vakıf işlerine dönmedi, ondan mı?
Yani aslında Ali Babacan, şu günlerde sık sık ruhuna Fatiha okuduğu o üç dönem kuralının ırzına geçenlerden biri. Herhalde Babacan’ın Erdoğan’daki güç zehirlenmesini tam anlamıyla kavraması için Erdoğan’ın müdahalesiyle kabine dışında bırakılması ve Başbakanı Davutoğlu’na yapılan darbeyi izlemesi gerekiyordu. Tabi milletvekili sıralarından! Ama o bile kifayet etmemiş ki AKP’den istifa etmesi 2019 temmuzunu bulmuş.
16. yüzyılda Macellan’ın gemiyle dünyanın yuvarlaklığını kanıtladığı tur 3 sene sürdü. 21. yüzyılda Babacan’ın güç zehirlenmesini anlama turu 8 sene!
Tıpkı Davutoğlu gibi Babacan’ın da “AKP’li geçmiş”e dair aktardığı hikâyelerde gerçekler ya bükülüyor ya da boşlukta bırakılıyor. Anlatının temel dayanağı her ikisinde de kişisel milâtlar. Bu arada, birbirine rakip bu iki meşruiyet milâdından şu ana kadar su yüzüne çıkan bir çatışma yaşanmamış olması ilginç. Bunu partilerin küçüklüğüyle açıklamak pek tatmin etmiyor.
Masayı sırtlanan CHP ve İyi Parti arasında hemen her ay yaşanan sürtüşme ve atışmalar iktidar medyasına meze olurken Deva ve Gelecek partileri arasında ne olup bittiği üzerine eğilen var mı?
Sonuçta üç dönem kuralını hasretle yâd etmek demek, normal şartlarda Davutoğlu’na laf sokmak demek. Ama karşı tarafta hiçbir alınganlık yok. Üç dönem kuralının başına gelenlerde geçmişteki önemli bir ortaklığın izleri mi var? Ama bu durumda neden iki ayrı parti kuruldu?
Diyelim ki bu ikisi çok önemli fikirsel ayrılıklardan ötürü ayrı yollara savrulmuş iki siyasi harekettir. (Hiç öyle bir şey yok.) Ama benzer konularda benzer ağzı sıkılık şüphe uyandırıyor.
Davutoğlu, ülkenin başına ördüğü Suriye kepazeliğinin –hesabından geçtim– basit bir özeleştirisini bile halen vermemekte inat ediyor. İktidarın bu konudaki tüm yükü onun üzerine ve onun üzerinden tüm muhalefete yıkma potansiyeli gün geçtikçe büyüyor. Babacan ise, daha bu yılın başlarında sandık hileleri konusunda uyarıda bulunurken bu tahminini 4 dönem milletvekili seçildiği yılların hangi somut tecrübesine dayandırdığı konusunda dut yemiş bülbülden farksız.
Davutoğlu ve Babacan, siyasi geçmişleriyle ilgili yeteri kadar açık davranmadıkça muhalefetin geleceğine bağlanmış tehlikeli birer yük haline geliyor.