AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz, CNN Türk’te katıldığı programda “AKP bir Kürt Partisi ve Türk Partisi değildir, AKP Türkiye partisidir” açıklamasında bulundu.
Türk milliyetçiliğini ayaklar altına almakla övünen, Öcalan’dan “sayın” diyerek bahseden ve şehitlere “kelle” dediği için yargı önünde hesap vermiş bir siyasetin “Türk partisi olmadıklarını” açıklaması elbette şaşırtıcı değil.
Yavuz’un açıklamalarını haberleştiren Hürriyet’in internet sayfası, “Türk partisi değiliz” ifadesini sansürlemiş ve içerikten çıkarmış. Haberde, “AKP Türkiye partisidir” cümlesi kullanılmış.
Muhtemelen “sıkıntılı” ifadeyi içerdiği için program videosunu da haberden kaldırmışlar. CNN Türk de bu tarz programları YouTube’a koymasına rağmen “hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şey olmuş” ve program yüklenmemiş. Takdir etmek gerek ki, “İletişim Başkanlığı” hızlı çalışıyor(!)
Ben röportajın tamamını Dailymotion’dan bulabildim.
İktidarın küçük ortağı MHP’yi rahatsız edebilecek bu tarz ifadeler bir dil sürçmesi olarak yorumlanamaz. Serde Kürtçülük olunca, “Türk olmamak” özellikle vurgulanması gereken “olumlu bir niteliğe” dönüşüveriyor.
Yavuz’un bu ifadeyi kullanması Türkiye’nin siyasi gündeminden bağımsız değerlendirilemez.
Daha dün Efgan Ala, Diyarbakır’da AKP’nin belediye başkan adayları toplantısına katılarak, Diyarbakır’da gerçekleştirdikleri “sessiz devrimlerden” bahsediyordu.
PKK ile pazarlık sürecinde İçişleri Bakanı olarak görev yapan Efgan Ala’nın “sessiz devrim” olarak hatırlattığı şey, valilere gönderilen “Hendeklere müdahale etmeyin” genelgesi olsa gerek!
O dönemde pazarlık masasının diğer tarafında oturan Leyla Zana da geçtiğimiz günlerde yıllardır süren suskunluğunu bozmuş; “çözüm sürecinde Tayyip Erdoğan’ın devre dışı bırakılmak istendiğini” anlatan uzun bir röportajla siyaset sahnesine dönmüştü.
Yine Ahmet Türk’ün dün yaptığı “Kürt sorunu çözmek isterse Erdoğan çözer” açıklaması da tüm bu süreçle uyumlu…
“Aktif siyaseti bıraktığını” açıklayan ancak dayanamayarak “AKP ve DEM arasında müzakerelerin olması gerektiğini” söyleyen Selahattin Demirtaş’ın basın açıklamasını da not düşelim.
Parçaları birleştirelim…
Bir tarafta Türk olmadığını açıklayan, Türkiyeli olmakla övünen bir iktidar; diğer tarafta bu iktidarın gücüne “iman etmiş” Kürtçü bir siyasi anlayış var.
Ancak siyasi şartlar yeni bir çözüm sürecini AKP açısından riskli bir hale getirmiş ve iktidarı farklı bir tercih yapmak zorunda bırakmıştır.
Girilen yeni yolun bir “zorunluluk” ve “yük” olarak görüldüğü ise Yavuz’un ifadelerine benzer bu tarz açıklamalarla iyice ortaya çıkıyor.
Özetle adı “çözüm süreci” olmayan ama aynı sonuçları doğuracak benzer bir gündemle yoğruluyoruz.
İki taraf da “düşman gibi görünmenin”, dostça ilişkiler kurmaktan daha fazla “siyasi getirisi” olduğunu anlamış durumda.
Böylelikle hem Kürtçülüğün Türk siyasetinde “anahtar rol” taşıdığı gibi bir şehir efsanesi muhalefete kabul ettiriliyor; hem de iktidar, kurulan bu yeni düzenekte ne olduğu belirsiz “bu millet milliyetçiliği”yle koltuğunu kurtarabiliyor.
Ali İhsan Yavuz’un açıklamaları da, “siyasi düşman olarak gördüğü” Kürtçü muhataplarının açıklamaları da bu “gönül birliğinin” çarpıcı bir görüntüsüdür.