Dün altı siyasi partinin uzun süredir üzerinde çalıştığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” mutabakat metni bir törenle ilan edildi. Törende genel başkan yardımcıları konuşmalar yaparak metni tanıttılar. Sonra da genel başkanlar sahneye kurulan masada bu metnin altına imzalarını attılar.
Mutabakata göre altı parti, iktidar oldukları takdirde 5 ana başlık ve 101 maddede öngördükleri değişiklikleri yasal düzenlemelerle hayata geçirecekler.
Metin enine boyuna değerlendirilecektir. Herkesi tam anlamıyla tatmin etmeyeceği kuşkusuz. Zayıf yönleri var, güçlü yönleri var.
Ama altı farklı siyasi yönelimin altısının da sayfalarca tutan bir ana metinde anlaşması, kavilleşmesi önemli bir başarıdır. Altı siyasi partinin “asgari müşterek” arayıp 101 tane madde bulması kolay iş değil. Bunu teslim edelim. AKP iktidarı Saray kapıları ardında bile bu kadarını başaramıyor.
Gelgelelim sorun bu değil.
Atatürk yok. Hiçbir şekilde yok.
70 dakikayı aşkın tören süresi boyunca yalnızca iki insan evladının ağzından Atatürk’ün adı duyuldu. Sunucu olarak sahnede görevini yapan Tuluhan Tekelioğlu, Ukrayna’daki işgalden hareketle Atatürk’ü “Yurtta sulh, cihanda sulh” vecizi ile hatırlatma gereği hissetti. Ama hani, kadıncağız metnin zavallı durumunu görüp kendince rötuş mu yapmak istedi, yoksa sadece içinden mi geldi, orasını bilemem.
Törende Atatürk’ün adını telaffuz etme lütfunda bulunan tek siyasetçi ise, İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Bahadır Erdem’di. O da Tuluhan Tekelioğlu gibi Atatürk’ü aynı vecizi ile andı. O kadar.
Fakat basına servis edilen metne bakınca Bahadır Erdem’in konuşma metninde Atatürk’ün olmadığını görüyoruz. Bahadır Erdem resmen Atatürk’ü kaçak göçek araya sıkıştırmış. “Mütareke İstanbul’unda” yaşasaydık böyle “Kemalist” bir cesaret sergilediği için kendisini tebrik eder, hangi İngiliz cephanesini patlattığını sorabilirdim.
Söz konusu altı partinin üçü, dosdoğru İslamcı ideolojiden gelme partiler. SP, DEVA ve Gelecek. Kategorik olarak İslamcılığı hedefe oturtmak bu yazının odak konusu değil. Bu partilerin ve dayandıkları geleneğin Atatürk’le neyi alıp veremedikleri de ayrı bir konu. Yani bu üç partinin –içlerinde sıkı Atatürk âşıkları bile olabilir– “Atatürk” lafzına, cumhuriyete ve ulus kimliğe dokunmamış olmalarını en azından biçimsel olarak kesinlikle anlayabilirim.
Kalan üç partinin ikisi merkez sağ. Bahadır Erdem’e rağmen onları zaten geçiyorum. Sağın işi araziye uymak.
CHP?
CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek, “dekor” olarak duran Türk Bayrağı ve Atatürk resmi önünde Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem mutabakatının “giriş” konuşmasını yapan kişiydi ama onun da ağzında Atatürk yoktu. Peki, Atatürk’ün kurduğu CHP’nin Genel Başkan Yardımcısına ortak metinde düşen ifadeler neydi, diye soracak olursanız…
“Bu noktada özenle altını çizmek istediğimiz husus şudur ki bizler, geçmişin dar kalıplarını da reddediyoruz. Geçmişin tecrübelerinden istifade ederek, geçmiş uygulamaların ortaya çıkardığı demokrasi sorunlarına ve vesayetçi uygulamalara bir daha imkân vermeyecek yeni bir sistemi inşa etme kararlılığındayız.
Bu, yeni bir başlangıçtır.
İşte bu inançla, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimizle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini sona erdirirken geçmişe dönmüyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin köklü devlet ve Cumhuriyet tecrübesini demokrasi ile taçlandırmayı hedefliyoruz.”
Mutabakat metninde yapılması planlanan çok net maddeler var. HSK, Seçimler, Parlamenter Hükümet, temel hak ve özgürlükler… Fakat Millet İttifakı’na ve altı partinin mutabakatına önderlik eden CHP’nin Genel Başkanı Muharrem Erkek’in ne dediği belli değil. Bu işkillendiren bir belirsizlik.
“Geçmişin dar kalıpları” nedir mesela? 1991’e kadar ilköğretimde devam eden siyah önlük zorunluluğunu mu kastediyorsunuz, Sansaryan Han’ın tabutluklarını mı, yoksa 12 Eylül’ün Bülent Ersoy’a getirdiği sahne yasağını mı?
Yoksa dar kalıptan kastınız adını telaffuz etmeye çekindiğiniz Atatürk’ün cumhuriyeti midir? Cumhuriyet yurttaşı ve ulus devlet size göre geçmişin dar kalıbı mıdır? Altı parti bunda mı mutabık kaldınız?
Ve yine “cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak” zehri. Muharrem Bey, Kılıçdaroğlu’nun uzun süredir tekrar ettiği o tuhaf sloganı tekrar etmeden yapamamış. Cumhuriyet, taçsız bir kralmış ve CHP’nin hedefi o kralın başına demokrasi koymakmış. Eh, bu leş gibi AKP tezi be kardeşim! Atatürk’e otokrat, diktatör demenin ecişbücüşçesi!
Dünyada cumhuriyet olmayan demokrasiler var. Aristokrasinin üst meclise hükmettiği İngiltere var, 9 sultanın sırayla kral olduğu dönüşümlü Malezya monarşisi var, etnik dengelere göre siyaseti belirlenen Lübnan var… Ama demokrasisi olmayan bir cumhuriyet yok. (Afrika’da birkaç “ismen” cumhuriyeti öne sürüp trollük edecek olanlar heveslenmesin.)
O halde bu demokrasiyle taçlandırma neyin nesi? 20 sene önce AKP’nin iktidara gelirken kullanacağı bir kodlama bu. AKP’den kurtulmak isteyenin sarılacağı bir totoloji değil!
Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, şu garip mantık düğümünden kurtulamıyoruz. AKP’den kurtulalım ama neden? AKP’nin ruhunu yaşatmak için mi? AKP devrilsin ama fikirleri(!) iktidarda olsun diye mi?
Son olarak CHP başta olmak üzere, sormadan edemiyorum. Geçtiğimiz 1 Kasım’da, Saltanatın ilgasını anmamanızın tüm bunlarla bir ilgisi olabilir mi? Gerçekten aklınızda, hayalinizde, tasavvurunuzda Atatürksüz bir cumhuriyet mi var?
Belki biz çok fesadız.
Ama aklınızın bir köşesinde olsun.
Türk milleti Karamürsel sepeti değil.