Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının “savaş” boyutuna ulaşmasının ve Türkiye’nin resmî ağızları tarafından da bu şekilde tanımlanmasının ardından bütün gözler 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne çevrildi. Üst üste Çavuşoğlu, Akar ve Erdoğan’dan gelen Montrö açıklamaları özellikle Atatürkçü kesimlerin haklı olarak “Montrö’den çıkmayı dahi düşünebilenler, şimdi zora düşünce Montrö’ye sarılıyor” şeklindeki tepki vermesine yol açtı.
Bu haklı tepkilerin dışında, bir de Türkiye’deki Rusçuların Montrö’den Rusya lehine sonuçlar umması ve Montrö’nün uygulanacağı açıklamalarının ardından sevinmeleri geldi. (Ben bu kesimleri “Rusçular” olarak tanımlıyorum, öyle olmadığını iddia edenler varsa söylesin. Dışarıdan başka türlü görünmüyorlar.)
Oysa Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin hükümlerine ve bunların uygulanmasının kısa ve orta vadeli olası sonuçlarına baktığımızda Rusçular ve Rusya için verebileceğimiz maalesef hiç de iyi haberlerimiz yok. Montrö Rusya’yı korumak ya da rahatlatmak şöyle dursun bilakis askerî ve stratejik olarak bitirecek bir uluslararası sözleşme…
Montrö, Atatürk Türkiye’sinin yoğun diplomatik mücadele sonucunda kazandığı, aslında dünyadaki diğer boğazlardan farklı olarak, karar hakkının boğazın sahibi olan devlete, Türkiye’ye bırakıldığı çok önemli bir sözleşme. Montrö, ticaret gemilerinden savaş gemileri ve uçaklara, bunların boğazlardan barış ve savaş hallerindeki geçişleriyle, Türkiye’nin savaşan olup olmadığı savaş hallerindeki durumlarına kadar son derece ayrıntılı bir düzenleme. Ve bu düzenlemede Karadeniz’de bulunacak herhangi bir Karadeniz’e kıyısı olmayan devletin donanmasının toplam tonajını dahi Türkiye’ye bildirmesi ve hiçbir koşulda 21 günden fazla burada kalamaması gibi hükümlerle inisiyatif çok büyük oranda Türkiye’de.
Yetkililerin açıklamalarında da anıldığı gibi şu anki savaş durumunda ve gelecekte olabilecek başka savaş hallerinde esas olarak etkili olacak hükümler ise Montrö Sözleşmesi’nin 19., 20. ve 21. maddelerinde.
19. maddeye göre, savaş halinde ve Türkiye’nin savaşan olmadığı durumda, savaşan devletlerin savaş gemileri İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan geçerek Karadeniz’e giriş ya da çıkış yapamaz. Yalnız yine aynı maddenin 4. paragrafına göre savaşan devletin gemisi, Karadeniz’e kıyısı olup olmadığına bakılmaksızın bağlı bulunduğu limana dönebilir. 20. maddeye göre de Türkiye savaşan devletse dilediği gibi davranır. 21. madde ise Türkiye’nin savaş içinde olmadığı ama yakın bir savaş tehdidi hissettiği durumlarda bir önceki maddeye göre davranabileceğini söyler.
Bu şekilde kısaca özetlediğimiz Montrö’nün savaş hali hükümlerine dayanarak Rusçular ne kadar sevinebilir? Bu sevincin temelinde, ABD’ye ya da NATO’ya mensup başka bir donanmanın mevcut savaş halinde Boğazlardan geçip Karadeniz’e çıkarak Rusya’yla savaşamayacağı beklentisi yatıyor. Evet, gerçekten de böyle bir şey Montrö’nün ilgili hükümlerine göre mümkün değil. Fakat acaba ABD’nin ya da NATO’nun böyle bir isteği olur mu? Dahası böyle bir planı, stratejisi ya da taktiği var mı?
Bunun cevabını en iyi ABD Başkanı Biden’ın “III. Dünya Savaşı yerine yaptırımları tercih ediyoruz,” sözlerinde ve Batı İttifakının, Rusya karşısında savaşa girmekten imtina eden çizgisinde bulabiliriz. Görünen odur ki Batı “şimdilik” bu boyutta bir çatışmadan kaçınmaktadır. Ama dediğimiz gibi şimdilik… Rusya’nın şartları daha da zorlaması, gerçekten de sözgelimi Finlandiya ve İsveç’e yönelik tehditlerinin sözde kalmayıp hayata geçmesi halinde Batı da ister istemez bu “genel savaş”ı kabul etmek zorunda kalacaktır. Yani bu da Rusya’ya kalmış bir şeydir.
Eğer Rusya bunu yapar ve kıyamet borusuna üflemeyi seçerse bu her şeyden önce kendi kıyameti olur. Fakat bu noktada yani savaşın yeni ve genel aşamasında, Montrö hükümleri açısından da Rusya’nın faydasına yorumlanabilecek hiçbir şey yok. Yani Batı’nın Rusya ile savaşa tutuştuğu ama Türkiye’nin tarafsız kaldığı bir durumda, evet ABD veya başka bir Batı gücünün savaş gemileri Karadeniz’e giremeyecektir ama Rus gemileri de Karadeniz’den çıkamayacaktır.
Mesela bir Rus savaş gemisi, Suriye’de üslerinin bulunduğu Lazkiye’ye hiçbir şekilde erişemeyecektir. Bu da en başta Rusya’nın Suriye macerasının sonu demek olur. Ama mesele bundan ibaret de değil. Rusya, Pasifik’teki Uzak Doğu çıkışını saymazsak (eğer Japonlar izin verirse) tamamen Baltık ve Kuzey Denizi’ne sıkışmış, yüzlerce yıllık sıcak denizlere açılma stratejisi çökerek, korkunç bir izolasyon içinde soğuk sularda boğulmuş bir “çarlık” olacaktır. Tabii ki bu olmadan önce Rus halkı Çar Putin’den kurtulmayı seçmezse…
Kısacası Rusçularımız, Putin fanlarımız, Çaristlerimiz, yerli “Kara Yüzler”imiz üzülecek ama Montrö’den size ekmek yok!