Atatürk düşmanlarının hedef olarak Samsun’daki Atatürk heykelini seçmesi bir tesadüf değil. Saldırdıkları heykel, Atatürk’ün Samsun’da karaya indiği “Tütün İskelesi”nin dibinde. Nutuk’ta “1919 senesi Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım” diyerek bahsettiği yer anıtın olduğu nokta. Milli Mücadele burada başladı.
Heykelin bulunduğu ilçenin adı “İlkadım”. Belki de ülkenin en anlamlı ilçe ismi. Söylendiğinde Atatürk’ü çağrıştıran, Milli Mücadele’yi hatırlatan, “vatan” kavramını benimsemiş herkesi etkileyen bir isim “İlkadım”.
Elbette Kurtuluş Savaşı başladığında, düşmanlar da vardı, düşmanla işbirliği yaparak ulusu diriltmek isteyenlere karşı mücadele edenler hainler de vardı. İngilizler öncesinden Samsun’a 200 asker çıkartmış, Bandırma Vapuru Tütün İskelesi’ne yaklaştıkça, bu sayıyı daha da artırmışlardı. Çevredeki Rum çeteler sürekli olarak Türklere saldırıyor, işgalci İngiliz askerilerinden destek ve himaye görüyorlardı.
İşte bu saldırı, o günlerden bugüne gelen uzun bir geleneğin devamıdır. Kuvayi Milliye bir gelenektir bu topraklarda ama Kuvayi Milliye’yi bastırmak için Anzavur İsyanı’nı çıkaran hain Kuvayi İnzibatiye de bir gelenektir.
Bu yüzden de Atatürk heykeline yapılan saldırı “aklı başında olmayan iki meczubun” münferit saldırısına indirgenemez.
İktidarın sağladığı siyasi zemin sayesinde; Atatürk ve Cumhuriyet’e hakaret etmek, küfür etmek, aşağılamak ve küçük görmek artık sıradan bir tavır. “Tarihle yüzleşme” söylemiyle başlayan “tartışmalar”, devleti yönetenlerin Atatürk’ü suçlu göstermek için “geçmişten özür dilemeleri”; bunların hepsi şimdi küfre ve saldırıya dönüşmüş durumda. Amaçlanan da zaten bunu yapacak kindar neslin yaratılması değil miydi?
Bilerek ve isteyerek yapılan bir politik tavırdır artık bu. Birilerinin tetikçilik yaptığı, birilerinin sırıtarak alkışladığı, birilerinin de göz yumarak destek olduğu organize bir saldırıyla karşı karşıyayız.
“Gündemi değiştirme” çabası da değildir bu, gündemin ta kendisidir. Birilerinin Atatürk’e saldırması “gündem değiştirmek” diye küçümsenecek bir durum değildir. Heykellere saldırmak ise, aslında nelerin amaçlandığını anlatan bir semboldür. Düşman bunun farkındadır.
Cumhuriyet’in ve Atatürk’ün karşı karşıya bulunduğu kapsamlı saldırının doğal neticesidir. Saldırganlar açısından bir cinnettin ya da “galeyana gelmenin” sonucu değildir yapılan. Yüzyıllık bir nefretin kendi çukurundan taşarak, bir hesaplaşmaya dönüşmesidir.
Saldırının duyulmasının ardından, Atatürkçülerin akın akın anıtın bulunduğu yerde toplanması, durumun farkında olduklarını gösteriyor.
6 Şubat 1933’te Bursa’da konuşan Atatürk ne diyordu?
“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır’ demeyecektir.” diyerek halkı Cumhuriyet’e sahip çıkmaya çağırıyordu.
Halk, Atatürk heykeline yapılan saldırının, kapsamlı bir Cumhuriyet saldırısı için atılmış bir adım olduğunu görmüş ve hemen tepki vererek olayı örtbas edilmesini engellemiştir.
Devletten, yasalardan ya da kurumlardan bir şeyler beklemenin anlamsız ve boş olduğunu bilerek, kendiliğinden tepkisini göstermiş; planlanan daha büyük saldırılara karşı tedbirini almış, gözdağı vermiştir.
Çok uzun zamandır toplumun her kuşağından, her yaş grubundan, her sınıfından insanlar, Atatürk’e sahip çıkma refleksiyle bir araya gelmiş durumdalar.
Devlet kendi kimliğinden uzaklaştıkça, AKP iktidarı Cumhuriyet karşıtlarına göz yumdukça; toplum bunu bir “saldırı” olarak görüyor ve direnmeye başlıyor. Direndikçe ortak duygular ve ortak bilinç daha da belirginleşiyor. Toplum “milletleşiyor” ve bunun sonucu olarak da “ortak bir millet ideolojisi” yaratıyor. Atatürk’ü görüyor ve her gün daha fazla keşfederek, O’na sahip çıkıyor.
Bu yönelim, “eski güzel günlere dönme” odaklı nostaljik bir arayışın sonucu değildir. Eylem yapan halk bilinçleniyor, bilinçlendikçe de Atatürk’ün tarihsel önemini daha fazla anlayabiliyor. Atatürk bugün sığınılacak bir kale değildir; Türkiye’yi geleceğe taşıyacak, iç savaşın önüne geçecek, bağımsızlığın teminatı olacak bir figür haline gelmiştir.
Atatürk’e olan sevginin artması, O’nun fikirlerinin ve eylemlerinin de daha iyi araştırılmasına yol açıyor. Toplumun birçok kesimi kendisini “Atatürkçü” olarak tanımlıyor; “Atatürkçülük” içi boşaltılan bir kavram olmaktan çıkıp gerçekten devrimci bir ideolojiye dönüşüyor.
Samsun’da insanların Atatürk Anıtı önünde eylem yapmaları, bu devrimci ideolojinin “kitlelere nüfuz ettiğinin” önemli bir göstergesi. Gezi’den bu yana gelen toplumsal eylemlerin artık pusulasını net biçimde bulduğunu, Atatürkçülüğün geleceği belirleyecek bir siyasi güç haline geldiğini gösteriyor.
Tıpkı Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Samsun’dan başlattığı “tam bağımsızlık yürüyüşünün”, bütün Türkiye’yi sarması; Atatürkçülüğün devrimcilikle buluşmasını sağlayan bir siyasi hareket yaratması gibi.
Ama korkunun ecele faydası yok. Heykellerini yıkamadıkları gibi, Atatürk’ün fikirlerini içselleştirmiş kitleleri de durduramayacaklar. Fikirlere kurşun işlemez.3