Ulusal Egemenlik (Bağımsızlık); devleti kurup yöneten en üstün güç olan egemenliğin kişilere ya da belli zümrelere değil, doğrudan doğruya millete ait olmasıdır.
Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanmaya başladığı ilk günden başlayarak sırası geldikçe bütün gücün millette olduğunu belirtmekten bir an bile olsun geri kalmamıştır.
O’na göre, millet her türlü isteğini yerine getirme gücüne sahiptir. Millet girişimlerinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet yoktur.
Güçlü bir devleti öngören Atatürk’e göre, Türk devletinin dayandığı esaslar, tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız ulusal egemenliktir.
Atatürk, tam bağımsızlığı; “Siyasi, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel, kısaca her hususta bağımsızlık ve serbestlik…” olarak tanımlamaktadır.
Ulusal egemenlik ilkesinin oluşmasını sağlayan Amasya Tamimi’nin; “Milletin azim ve kararı…” ve Erzurum Kongresi’nin bir ürünü olan “Milli kuvvetleri amil ve milli iradeyi egemen kılmak…” esası, Sivas Kongresi’ne katılan tüm millet temsilcilerinin oybirliği ile güçlendirilmiştir.
20 Ocak 1921 tarihli Anayasa ise; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, idare usulü halkın kendi kendini idare etmesi esasına dayanır…” şekli ile Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından benimsenmiştir.
Fakat Atatürk’e göre tam bağımsızlığın ve ulusal egemenliğin gerçekleşmesi ekonomik güce de bağlıdır. Yine Atatürk’e göre, şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler kendi talih ve geleceklerini başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır.
Atatürk’e göre milletin son yıllarda yaşadıklarına bakarak şöyle demiştir:
“Birçok acı tecrübeyi yaşayan milletin, bundan sonra Egemenliğini bir kişiye vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır.
Milletimiz, hiç kimsenin iznine gerek görmeden ve müsaade etmeyenlere karşı isyan ederek, Ulusal Egemenliğini almış ve öylece kullanmıştır.
Ulusal Egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar yok olur.
Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar…”
Atatürk yine şöyle diyor:
“Kuvvetliyiz, ordularımız kuvvetlidir. Ordularımızı yaratan, ordularımızı vücuda getiren milletimiz kuvvetlidir. Bu milleti yaşatan bu vatan sonsuz doğal zenginliklere ve verimliliğe sahiptir, kuvvetlidir.
Fakat efendiler, bu kuvvetlerin üstünde bir kuvvetimiz vardır ki, o da Ulusal Egemenliğimizi idrak etmiş ve onu doğrudan doğruya halkın eline vermiş, halkın elinden tutmuş ve tutabileceğimizi gerçekten ispat etmiş olmaktır…”
Yine Atatürk’e göre;
“Türk milleti yeni bir iman ve kesin bir milli azim ile yeni bir devlet kurmuştur bu devletin dayandığı esaslar tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız ulusal egemenlikten ibarettir.
Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu Ulusal Egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir…
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bunun hükümetinin milletten aldığı direktif tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız ulusal egemenlik ilkelerine dayanarak, memleketi bayındırlaştırmak ve milleti zengin, varlıklı ve mutlu kılmaktır.
Ulusal egemenlik düşmanlığı, üstün bir yeri, değeri ve şerefi olan bir milletin her şeyini bir anda yok etmeyi amaçlayan suçtan başka bir şey değildir…
Benim gayem, Türkiye’de, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde millet Egemenliğini güçlendirmek ve ebedileştirmektir…”
İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ın dağıtılmasından ortaya çıkan boşluk doldurulmuş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24 Nisan 1920 tarihinde aldığı bir kararda; “Mecliste toplanan ulusal iradeyi, vatanın geleceğini egemen kılmak esas amaçtır… Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstünde başka bir güç yoktur…” denmek suretiyle, asıl amaç belirtiliyor ve genç Yeni Türk Devletinin temelleri atılmış bulunuyordu.
“Meclis Hükümeti” olarak adlandırılan bu sistemde bir meclis vardır ve bütün yetkiler bu mecliste toplanmıştır.
Başbakan yoktur. Bakanları Meclis seçer ve Bakanlar Kurulu’nun gerçek başkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin başkanı idi.
Meclis, başarılı olmayan bir bakanı hemen uzaklaştırıyor ve yerine yenisini getiriyordu. Bu düzen Yeni Anayasa’nın kabul tarihi olan 20 Ocak 1921 tarihine kadar sürdü.
Bu tarihte hukuksal yönden mevcut olan bir boşluk doldurularak, Meclis ilk Anayasa’sına kavuştu.
Bu anayasanın en önemli niteliği; “Egemenliğin kayıtsız şartsız Türk ulusuna ait” olduğunu söylemek sureti ile Milli Hakimiyet prensibini açıkça ilk defa Anayasa seviyesinde ülkemize getirmesi olmuştur.
Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı; demokrasinin ideali olan ulusal egemenlik prensibi ile açmış ve yürümüş, dış bakımdan tam bağımsız bir devlet, içeride de halka dayanan, iktidarını halktan alan bir hükümet sistemi öngörerek, istibdatın sembolü haline gelen Saltanatı, daha sonra da Hilafeti kaldırmıştır.
Diğer taraftan Atatürk’ün öteden beri özgürlüğe verdiği yer ve önemi hepimiz biliyoruz.
İşte bütün bu nedenlerden dolayı, Ulusal Kurtuluş Mücadelesini, Ulusal Egemenlik prensibi ile yürüten ve Cumhuriyet’in kurulmasından sonra Türkiye’de tam anlamı ile çoğulcu/özgürlükçü bir demokratik rejimin yerleşmesi için gerekli bütün atılımları yapan Atatürk’ü çağdaş, çoğulcu demokrasinin bir lideri olarak kabul ediyoruz.
“Ulusal” ve “egemenlik” sözcüklerinin birleşmesinden oluşan “ulusal egemenlik” milletin sahipliği, milletin egemenliği demektir.
Mustafa Kemal’de Ulusal Egemenlik fikri, Samsun’a çıktığı 1919 Mayıs’ında doğmuş değildir.
Selanik’te 1906’da arkadaşlarına bu düşüncelerinden söz ettiğini biliyoruz.
Suriye Cephesi’nden 1917’de yazdıklarına ise mutlakiyet yerine artık ulusal egemenliğe dayanan bir yönetim kurulmasını ister. Bunun için de bir yandan arkadaşlarını bu doğrultuda bilinçlendirmeye çalışmış ve Samsun’a çıktığından itibaren de bu amaç doğrultusunda hedefe adım adım ilerlemiştir.
Hepimiz kabul etmek durumundayız ki, ulusal egemenlik O’nun Cumhuriyet anlayışının en önde gelen ilkesidir. Kuşkusuz kendine özgü ögeler taşıyan Türk Devrimi, eşi ve benzeri olmayan bir özellik içinde bütünleşmiştir.
Ulusal Kurtuluş Savaşı ve aynı süreç içinde Ulusal Egemenlik…
Bir yanda;
Yurdu bölmeye, paylaşmaya çalışan dıştaki emperyalist güçler…
Diğer yanda;
Parçalanmış iç bütünlük …
Kararsız, yoksul ve yorgun insanlar…
İşte bu gerçekler karşısında ulusal güçleri birleştirmek, emperyalistleri kovmak ve daha da önemlisi yeni bir Türk devleti olgusuna varmaktır.
Düşünülen Türk devleti nasıl gerçekleştirilecekti? Başlangıç yeri ve noktası neresi olacaktı?
Bunun yanıtını Mustafa Kemal, Anadolu İhtilali’nin bildirgesi ve ulusal egemenliğe ulaşmamızın ilk adımı sayılan Amasya Genelgesi’nde bu temel ilkeyi şöyle belirtiyordu:
“Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul Hükümeti, yenen devletlerin etkisi altında bulunduğundan yüklendiği sorumluluklarının gereğini yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.
Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır…”
Daha sonrasında 23 Temmuz 1919 tarihinde toplanan Erzurum Kongresi’nin almış olduğu kararlardan birisi de;“Ulusal gücü etken ve ulusal beklentileri egemen kılmak temel ilkedir…” denilerek ulusal egemenlik ilkesi bir kongre kararı olarak duyurulmuştur.
4-11 Eylül 1919 tarihinde Sivas’ta toplanan Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın genel örgütlendirilmesi yapılmıştır.
Buna göre her köy, mahalle, nahiye, kasaba ve ilde, ora halkınca seçilen üyelerden oluşan “Kuvva-i Milliye” örgütleri kurulmuş, bunların tümü illerden gelen temsilcileri oluşturduğu Ulusal Kongre’ye bağlanmıştır.
En yüksek ve yetkili kurum olan Ulusal Kongre, Erzurum Kongresi’nce seçilen Temsil Heyeti’nin yetkilerini genişleterek bir yürütme organı, niteliğinde yurdun tümünü temsil eder ilkesini de benimsemiştir.
Bundan sonraki aşama olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ise ulusal beklentilere dayanan yeni Türk devletinin örgütlenişinin somut sonucudur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi bir yandan geçerliliğini uluslararası konumda kanıtlarken aynı Meclis, Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ni yönetmiş ve yönlendirmiştir.
Çıkardığı Anayasa ve yasalarıyla Anadolu İhtilalinin kurallarını ve yeni Türk devletinin yapısal niteliklerini de saptayıp uygulamıştır.
Mustafa Kemal’in oy birliği ile Meclis Başkanlığına seçilmesinin ardından kendisinin verdiği bir önerge ile şu kararlar alınmıştır:
- Derhal bir hükümet kurmak gereklidir…
- Mecliste toplanmış olan ulusal iradeyi yurdun geleceğine egemen kılmak esastır…
- Yasama ve yürütme yetkileri Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Meclis tarafından seçilen bir kurul Meclis adına işleri yapar….
İşte bu İlkelere göre kurulan yönetimin niteliği kuşkusuz ve tartışmasız ulusal egemenlik temeline dayanan bir yönetimdi.
İşlevsel olarak adı konulmamış olsa bile cumhuriyetti.
Halkın oylarıyla seçilmiş milletvekillerinden oluşan bir Meclis ve onun adına işleri yürüten bir kurul, yani Bakanlar Kurulu vardı.
Ancak Meclis yani ulusal iradenin oluştuğu bu organ her şeyin üzerindeydi.
Onun üzerinde ne bir Padişah, ne Halife, ne bir soyun devamı olan Hanedan ve ne de herhangi bir zümre vardı.
Bu Meclis, salt Ulusal Kurtuluş Savaşı yönlendirmekle de kalmayacak Türk Devrimi’nin yönünü ve kaynağını da belirleyecektir.
Mustafa Kemal’e göre yeni kurulmakta olan devletin en önemli özelliklerinden biri, bu devletin kişi, zümre ya da sınıf devleti olmayıp halkın devleti olmasıydı.
Buna göre güç, yalnız ulusal irade ve egemenliğin ulusun birlik olarak kişiliğine aitti;
Birdi…
Paylaşılmazdı…
Ayrılmaz ve vazgeçilmezdi…
* Hanri Benazus’un yazısı İleri dergisinin Temmuz-Aralık 2019 tarihli 81-82. sayısında yayınlanmıştır.