Ayasofya…
532-537 yılları arasında yapılan ve 1500 yıldır ayakta kalan dünyanın en eski ve gerek mimari, gerekse dini anlamlardaki en önemli yapılarından biri.
1453’e kadar Hıristiyan aleminin en önemli ibadet merkezlerinden biri, 1453’ten sonra ise İslam aleminin en önemli ibadet merkezlerinden biri olarak hizmet vermiş.
Cumhuriyetin ilanından sonra müzeye dönüştürülerek kültürel anlamda hizmet vermeye devam etmiş.
1985 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınmış en önemli tarihi yapılardan bir olarak 1500 yıldır insanlığın ortak kültür mirası olarak hizmet vermeye devam ediyor.
Ayasofya, 1500 yıllık tarihi boyunca defalarca yıkılmanın eşiğine geldi. İşgallerde, istilalarda zarar gördü; yangın, deprem gibi felaketlerle tahrip oldu. Her seferinde ayakta kalmayı başardı ve önemine binaen tamir ettirilerek bugünlere kadar gelmesi sağlandı.
Ayasofya, 1500 yıllık tarihi boyunca belki de başına gelen en büyük tehlikeyle karşı karşıya. O tehlikenin adı ise AKP!
Ayasofya’yı tekrar ibadete açmak, AKP’nin en önemli hedeflerinden biriydi. 2005 yılından itibaren de Ayasofya’yı ibadete açabilmek için hukuki girişimlerde bulunmaya başlamışlardı. 24 Kasım 1934 tarihli Ayasofya’yı müze haline getiren Bakanlar Kurulu kararının iptali için defalarca Danıştay’a başvurdular. En sonunda Danıştay 10. Dairesi, 10 Temmuz 2020 tarihinde 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etti.
Hemen ardından Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile Diyanet İşleri Başkanlığına devredilen Ayasofya, tekrardan ibadete açıldı. Ayasofya için en büyük tehlike de o zaman başladı.
Son zamanlarda Ayasofya’daki tahribatlarla ilgili haberleri hepimiz basında okuyoruz. Bazılarımız için bu haberler inanılmaz geliyor, “bu kadar da olmaz” diyoruz. Ama söz konusu AKP ve kitlesi ise her şey mümkündür.
İmparatorluk kapısının kemirilerek tahrip edildiğini okuyanlar gözlerine inanamamışlardır. Ben de ilk başta “yok canım” dedim. Sonra hatırladım, bir ara Kayseri’de Selçuklu yöneticilerinin naaşlarının kısır kadınlara şifa diye tahrip edildiğine ilişkin haberler çıkmıştı. Buna benzer pek çok hikaye, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde anlatılır, bilinir. Hal böyle olunca, kutsal bir mekanın kapısının kemirilmesi de pek garip gelmiyor doğrusu.
Ama tabi Türkiye dışında kimseye bunu anlatamazsınız, anlatsanız da kimsenin aklı havsalası böyle bir şeyi almaz. O nedenle de UNESCO, Ayasofya’nın kültür mirası özelliğini yeniden değerlendirebileceğini belirtti.
Ayasofya’nın ibadete açıldıktan neredeyse iki yıl sonra böyle bir şekilde gündeme gelmesi, Türkiye için utanç verici elbet. Ama bu utanç Türk milletinin değil, AKP’nin ve kitlesinin utancı.
Hadi diyelim imparatorluk kapısını Hıristiyan yapısı diye tahrip ettiniz, ki bence bunu düşünerek etmemişlerdir, çok Osmanlıcısınız ya, Osmanlı’nın yaptığı su haznesinin kapağından ne istediniz?
Fatih’in emanetine böyle mi sahip çıkıyorsunuz?
Ayakkabınız, yüzlerce yıllık tarihi eserden daha mı kıymetli?
Ayasofya’nın son günlerde böyle utanç verici bir şekilde gündeme gelmesi, Atatürk’ün Ayasofya’yı müze yapmaktaki kararının ne kadar isabetli olduğunu da gösteriyor. Müzeye kültürlü, oranın önemini ve değerini bilen insanlar gider. AKP kitlesi böyle bir kültürel seviyeden çok uzak olduğu için oranın ibadethane olmasına bile aldırmadan tahrip edebiliyor.
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin mirasını yiyip bitiren AKP, anlaşılan gözünü şimdi de dünya kültür mirasına dikmiş ve kelimenin tam anlamıyla dünya kültür mirasını yiyip bitirme gayretinde.