MHP’nin HDP’yle görüşmeyi “doğal ve doğru” bulması şaşırtmadı
AKP heyetinin, “Türban İttifakı” kapsamında HDP ile görüşmesi, Türkiye siyasetinin ana gündemi oldu. Yeni bir açılımın mı başlayacağı tartışıldı. Diğer taraftan da MHP’nin ve “bilge lider” Bahçeli’nin buna ne tepki vereceği, kafalardaki en önemli soruydu. Ne de olsa 2015 Seçimlerinde AKP iktidarı kaybetmişken Bahçeli’nin AKP’ye can simidi olmasının temel bahanesi HDP olmuştu. O tarih itibariyle MHP, muhalefet yapmaktan vazgeçmiş, iktidara ortak olmuştu.
Aradan geçen yedi yılda, AKP’nin ayakta kalmasının temel dayanağı MHP’nin ve Bahçeli’nin desteği oldu. Bunun bahanesi ise hep HDP ile temas etmemekti. Bahçeli bu çerçevede bir “beka teorisi” bile oluşturmuştu. Muhalefet HDP ile eşitlenmişti. Bu yolla da PKK’lı ilan edilmişti. İşte bu nedenle MHP, AKP’nin yanında yer alarak “Türkiye’nin bekasını koruyordu”. Bahçeli, kimsenin göremediği oyunları bozuyordu vs… Tabii ki gerçek, MHP’nin sadece AKP’nin ve kendisinin bekasını koruduğuydu.
AKP-HDP görüşmesiyle birlikte çeşitli kesimlerde Bahçeli’nin buna tepki vereceği beklentisi oluştu. Hatta AKP-MHP ortaklığının bozulabileceği iddia edildi. Kimileri, Bahçeli’nin Meclis grup toplantısında erken seçim için tarih açıklayacağını dahi söyledi. Fakat sonuç hayal kırıklığıydı… Bahçeli çıktı, sanki yıllardır HDP ile en ufak temas ihtimalini vatana ihanet olarak tanımlayan kendisi değilmiş gibi pişkinlikle konuştu. HDP ile görüşmeyi “son derece doğal ve doğru” bulduğunu söyleyiverdi!
Bu, MHP’den hâlâ millî duruş bekleyenlerde şaşkınlık yarattı. Ama bizde değil. Bizim açımızdan MHP, tam da yapması gerekeni yapmıştı. Yani “doğal olan” buydu. Şaşıranlar açısından üzücü de olsa bu iyi bir ders. Bahçeli’den ve MHP’den herhangi bir olumlu tavır beklenemez. En azından bu öğrenildi. Ama bu yeterli bir tecrübe değil.
Bana sorarsanız MHP’nin bu çıkışına kimse şaşırmamalıydı. Çünkü bu sadece, MHP ile AKP ve HDP arasındaki anlık bir taktik birliğin sonucu değil. Bilakis, aralarındaki ideolojik ortaklığın kaçınılmaz sonucu ile karşı karşıyayız. Ve ideolojik birliktelikler, bir noktada mutlaka vermesi gereken sonucu verir. İyi tarafı, kimin ne olduğunun çok net ortaya çıkmasıdır. Bu aydınlatıcı, bilinçlendirici fırsatı kaçırmayalım. MHP’ye ve Kürt-İslamcı ideolojik duruşuna yakından bakalım.
MHP her zaman Kürt-İslamcı bir partiydi, şimdi de öyle
Bu belki MHP’yi Türk milliyetçisi bilenler için bir başka şok olacak. Ama hakikat bazen ancak insanın gözünün önünden bir perdenin kalkmasıyla ortaya çıkar…
MHP, en başından itibaren Kürt-İslamcı bir partiydi. Şimdi de öyle. AKP’yle ve elbette HDP’yle de ortak ideolojik kökleri var. MHP’nin yıllarca Türkçüymüş gibi davranabilmesinin ve öyle tanınmasının da bir başka sebebi var: Solun sesi çok çıkan bir kesiminin, Türk’ü ve Türklüğü MHP’ye terk etmesi. Tabii bunu da not alalım ama bu yine başka bir tartışmanın konusu.
MHP, eski Soğuk Savaş Dünyası’nın ve 1980 öncesi Türkiye’sinin ortamında ABD’nin Yeşil Kuşak Projesi’nin bir ürünü olarak doğdu. En baştan itibaren sola, Atatürkçülere, tam bağımsızlıkçılara karşı konumlandı. İdeolojisi ise Türkçülük, milliyetçilik değil Türk-İslamcılık kılıfındaki Kürt-İslamcılıktı. Tarihi boyunca da Kürt-İslamcı Türkiye sağının diğer unsurlarıyla iç içe ve işbirliği halinde oldu.
Solla, laiklikle ve Atatürkçülükle hep sorunlu olan MHP’nin Kürt aşiret reisleriyle, ağalarıyla, şeyhleriyle hiçbir zaman, en ufak bir sorunu olmayacaktı. Hatta aralarında hep ittifak olacaktı. MHP, bir taraftan Doğu ve Güneydoğu’da sola karşı aşiret reisi ve ağaların çıkarlarını savundu. Bu dar anlamdaki ittifaktı. Diğer taraftan da aynı kesimin şeyhleriyle, özellikle de Nakşîlerle birlikte laikliğe karşı mücadele etti. Bu da ülke çapındaki ittifak…
Yani MHP, ilk baştan beri Kürtçü gerici feodalizmin ortağı olmuştu. Nakşî-Halidi Kürt-İslamcılıkla Arvasi’de, Necip Fazıl’da, Menzil’de ve onların da öncülleri olan Şeyh Sait ve Saidi Nursi’de birleşiyorlardı. Necip Fazıl’ın MHP’ye Türkiye’nin en kanlı döneminde transferi ve hemen ardından MHP militanlarının sola karşı şiddeti tırmandırması hiç de tesadüf değildi. Tabii ki o dönemde sadece sol örgütlere karşı eylemlerle değil, Atatürkçü üniversite hocalarının, silahsız sol partilere üye öğrencilerin, sadece sosyal demokrat sayılabilecek bürokratların, gazetecilerin katledilmesiyle, Maraş, Bahçelievler gibi vahşetlerle ön plana çıkan militanların çoğunun Kürt-İslamcı ağaların ve şeyhlerin nezaretinde, onların yerel hâkimiyet alanlarında yetiştirilmiş olmaları da…
MHP’nin “milliyetçiliği” aslında, Erbakan’ın “millî”liği gibiydi. Millîden kasıt dinî, milliyetten kasıt da dincilik olmuştu.
MHP’nin referansı Atatürk değil, Kürt-İslamcılar
Bu anlattıklarımız yeni değil. 2000’lerin başından itibaren Türk Solu’nda bunları yazdık ve uyardık. Başyazarımız Gökçe Fırat’ın Kürt-İslam Faşizmi adlı kitabı, MHP’nin Kürt-İslamcılığı hakkında bu önemli tespit ve uyarıları yıllar önce yapmıştı. Ben de Türk Siyasetinde Kürt İslamcılar’da kısmî bir katkıda bulunmuştum. İsteyenler buralardan ayrıntılı okuma da yapabilir. Ben yine de bazı temel noktaları özetleyeyim…
Bir siyasal hareketin referanslarını en iyi, o hareketin yeni yetişen üyelerine neler okuttuğu ile anlayabiliriz. Yani kendi geleceği olan nesli neyle beslediğiyle… Gerçi MHP’liler ne kadar okur diye soranlar da olacaktır. O ayrı bir konu. Ülkü Ocakları’nın 1969 tarihli meşhur bir okuma listesi var. 80 küsur kitaplık bu eğitim listesinde kimlerin kitapları yoktur ki? Mısırlı meşhur Şeriatçı Seyyid Kutub oradadır. “Fesli Deli Kadir” olarak kamuoyunun tanıdığı, tescilli Atatürk düşmanı Kadir Mısıroğlu oradadır. Bunların yanı sıra birçok dinci, ırkçı, işbirlikçi sağcı oradadır.
Peki, kim yoktur bu listede? Mesela Atatürk’ün Nutuk’u yoktur. Hatta Atatürk’le ilgili tek bir kitap haricinde hiçbir şey yoktur. Oysa Türk milliyetçisi, Türkçü ve bazı iddialara göre Atatürkçü olan bir hareketin herhalde Atatürk’e hakaret eden Fesli’yi değil, Atatürk’ü okutması beklenirdi! Ama maalesef…
Sonraları MHP’nin Türk-İslamcılık ideolojisinin temel kaynağı olacak Ahmet Arvasi’nin “Türk-İslam Ülküsü” adlı kitabı da bu açıdan tam bir faciadır. İki ciltlik, 800 sayfalık bu kitapta Nakşî şeyhi Hindistanlı İmam Rabbani’ye onlarca kez referans olarak atıf yapılır. Fakat Atatürk’ün adı bir kere bile geçmez. (Bazen sessizlik çok şey söyler.) Oysa Rabbani, Şeyh Sait dâhil tüm Nakşîlerin ve Saidi Nursi’nin, yani Kürt-İslamcılığın en temel referansıdır. Arvasi üzerinden MHP’nin de…
MHP sadece İslamcı değildir. Mezhepçi, hatta Nakşî tarikatçısı bir yönelimin partisi olmuştur. Ve Kürt şeyhlerini önder edinerek Kürt-İslamcığın da… Türk-İslam Sentezi ile Kürt-İslamcılık arasında sadece bir adımlık bir mesafe vardır. Fakat MHP, o bir adımlık yolu da çok önceleri yürümüş, geçmiştir.
Böyle bir partinin hiçbir zaman Atatürkçü, milliyetçi ve/veya Türkçü olduğunu kimse iddia edemez… Böyle bir ideolojik yapıdan da zaten Kürt-İslamcılıktan başka bir sonuç çıkmazdı.
Sola karşı sokağa inen MHP, Kürtçülüğe karşı hiç inmedi!
Hatırlayalım. 2000’li yılların başında, yani AKP iktidarının Kürtçü adımlarının yeni yeni ortaya çıktığı yıllarda, dönemin CHP’si, AKP’ye karşı çıkmıştı. Kürtçülüğe karşı tavır alıp siyasal zeminde sahaya inmişti. (Bunun sonucu CHP’de bir operasyon ve lider değişikliği oldu tabii.) Fakat tam da bu dönemde MHP bilinçli olarak sessiz kalıyordu. AKP, türban bahanesiyle ilk Şeriatçı adımlarını atmaya başladığında ise Bahçeli aktif destek verecekti. Bu noktadan itibaren de hep AKP’nin yedeğinde kaldı. Kürt-İslamcı zemin tam da bunu gerektiriyordu.
Türk halkı, AKP’nin açılım adımlarına, PKK ve türevlerinin Kürtçü şımarıklıklarına dayanamayıp tepki veriyordu. Yıllarca silahı, çatışmayı, vurup kırmayı kutsayan MHP ise tam da bu dönemde yine “şaşırtıcı” bir şekilde itidal çağrıları yapmaya başladı. Türk milletinin Kürtçülük aleyhindeki en demokratik tepkileri bile Bahçeli tarafından “provokasyon” olarak nitelendi. Mesele Kürtçüler olunca Bahçeli’nin içinden bir anda barış güvercinleri kanatlanmıştı.
Oysaki MHP, geçmişte sola karşı sokağa inmişti. Hem de en şiddetli, kanlı, vahşi şekliyle… Kürtçülük karşısında ise adeta sus pus olmuştu. Sonra açılım yılları geldi. Artık AKP’nin PKK ile ittifakı o noktaya vardı ki MHP ve Bahçeli ister istemez bunu eleştirmeye başladı. Kendi kitlesi içindeki samimi unsurlara hesap veremeyeceği için bir süre “muhalifmiş gibi” davranacaktı. Aslında muhalif göründüğü bu dönemde bile yararından çok zararı olmuştu. Fakat ortam tekrar müsait olunca yine iktidar safına geçti.
Kısacası MHP hiçbir zaman muhalif bir parti bile olmamıştı. Sadece kendileri içerdeyken değil, kendilerinin muhalefette göründüğü zamanlarda da fikirleri iktidardaydı. 2015’ten sonra iktidara ortak olması, sadece bir gizliden açığa çıkma durumuydu.
Kürt-İslam cephesi yeniden türban bayrağı altında toplandı
Son ortaya çıkan AKP-HDP-MHP ittifakı; aslında hiç ayrılmamış bir ideolojik ortaklığın siyaset sahasında yeniden kurulmasından başka bir şey değil. Kürt-İslamcılar, yeniden “türban bayrağı” altında toplanıyor.
Türban elbette bir siyasal simge… Dinle, inançla bir ilgisinin olmadığı şimdi her zamankinden daha açık. Ama onun, neyin simgesi olduğunu da net bir şekilde görmek gerek. Bu, açık seçik Kürt-İslam cephesinin simgesi, bayrağıdır. Laikliğe, Cumhuriyete, Atatürk’e ve Atatürkçülüğe karşıtlığın bayrağıdır. Gerçek Türk milliyetçiliğine karşıtlığın bayrağıdır. Ve MHP de ilk andan itibaren bu cephenin bir parçasıdır.
Şimdi bunları ortaya koyduktan sonra geriye yapılacak tek bir şey kalıyor: Atatürk’e, Türklüğe, laikliğe, Cumhuriyete bağlı her samimi Türk milliyetçisinin bu geçmişle hesaplaşması… Bu ideolojik ve eylemsel açıdan kusurlu tarihi eleştirerek, az ya da çok geriye kalmış bağlarını koparması… Bugün bunu yapan çok insan var. Bunu biliyoruz. Onunla hesaplaşmak; laikliğin, Cumhuriyetin, Atatürk’ün, gerçek milliyetçiliğin yanında olmakla AKP-HDP-MHP ittifakı arasında yapılan bir tercihtir.
Bir kere daha tekrar edelim: MHP’ye şaşırmayın. O, doğasının, ideolojisinin ve tarihinin gereğini yapıyor. Biz de Atatürk’ün çocukları, Mustafa Kemal’in askerleri olarak kendi varoluşumuzun gereğini yapacağız…