Geçtiğimiz hafta AKP yargısının, adaleti ve Türk askerini biçen yeni bir kararına daha tanık olduk. İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararla, yıllarca Balyoz Kumpası ile yargılanan ve esir tutulan emekli komutanlarımız Çetin Doğan, İhsan Balabanlı, Behzat Balta, Mehmet Kaya Varol, Erdal Akyazan ve Emin Küçükkılıç’a “suç için anlaşma” suçundan ceza verildi.
Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararından sonra yeniden yürütülen Balyoz Davası’ndaki tüm sanıklar beraat etmişti. Medya bunu “Balyoz Kumpası bitti” diye duyurmuştu ki bu doğru değildi. Çünkü Anadolu Adliyesi Başsavcısı, 7 sanık için beraat kararına itiraz etmişti. Yargıtay 16. Ceza Dairesi ise bu itirazı haklı bulup dosyayı yeniden yerel mahkemeye göndermişti.
Yerel mahkeme beraat kararında ısrar etmedi. Orgeneral Çetin Doğan için 6 yıl 8 ay, emekli Tümgeneral Behzat Balta için 5 yıl 10 ay, emekli Tuğgeneral Mehmet Kaya Varol için 5 yıl 5 ay, emekli Tümgeneral İhsan Balabanlı için 5 yıl 5 ay, emekli Kurmay Albay Erdal Akyazan için 5 yıl ve emekli Kurmay Albay Emin Küçükkılıç için 5 yıl hapis cezalarına hükmetti.
Emekli Korgeneral Metin Yavuz Yalçın hakkında ise vefat ettiği için kamu davasının düşürülmesi kararı verildi.
Bilindiği gibi Orgeneral Çetin Doğan ilerleyen yaşına ve ciddi sağlık sorunlarına rağmen, her türlü hukuki mevzuata ve Türkiye’nin imza attığı insan hakları sözleşmelerine aykırı olarak, 28 Şubat dosyasından hükümlü olarak hâlen cezaevinde tutuluyor.
28 Şubat hükümlüsü Emekli Korgeneral Vural Avar ise ağır sağlık sorunları olmasına rağmen, AKP “hekimlerinin” verdiği sağlam raporunun üzerinden bir ay geçmeden, cezaevinde vefat etti.
Geldiğimiz aşamada, Tamamen hukuksuz yargılamalar sonucu verilen hapis cezaları, hücrede infaz edilen işkenceli idam cezalarına döndü. Vural Avar cezaevinde vefat ettiğinde 85 yaşındaydı. Çetin Doğan ise şu anda 82 yaşında. Verilen bu yeni haksız ve hukuksuz hapis cezasıyla, Çetin Doğan’ın da cezaevinden şehit olmadan çıkamaması için en tepeden emirlerin geldiği bir kez daha ortaya çıktı.
Paşalarımıza yönelik hukuk katliamı, 21 yıllık AKP diktatörlüğü tarihinin en basit özetidir. Demokratik hukuk devletini yıkmak için, Türk Ordusunu yıkmaları gerekiyordu. Ergenekon ve Balyoz Operasyonlarının birer kumpas olduğunu ve amacın önce orduyu yani devleti yıkmak, ardından da gerici bir diktatörlük kurmak olduğunu ilk günden itibaren yineledik. Önce askerler yargılamaları nezdinde adaleti yok etmeliydiler ki; sonra sıra sivillere gelsin. Oysa gaflet ve dalalet içinde olanlar asker yargılamalarını “sivilleşme” olarak alkışlıyordu o yıllarda.
O günlerde, “mahkemelerin verdiği karara saygı duymak gerekir” diyen Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u da uyarmıştık. Seni de tutuklayacaklar demiştik. Gökçe Fırat’ın bu uyarısından tam 2 yıl sonra İlker Başbuğ da tutuklanmıştı. İlker Başbuğ, silah arkadaşlarına verdiği öğüdü tutamamış, mahkemeyi tanımadığını, ifade vermek istemediğini söylemişti.
Nihayetinde pek çok insan hapiste vefat ettikten ve nice yaşam karardıktan sonra 2014’de tahliyeler başladı. Ancak bu adalet ile değil ne yazık ki “pazarlık” ile sağlandı. Bu yüzden esas sorumlu AKP’den kimse hesap soramadı. Suç “FETÖ”ye atıldı. Ve çok ama çok hatalı bir tespit ile konu kapandı bazıları için. “Madem FETÖ AKP’yi kandırmış, bu kandırma olayı bittiğine göre Ergenekon ve Balyoz Kumpası da bitmiştir” gibi korkak bir yorumla konu “tatlıya” bağlanmış oldu çoğu kişi için.
Oysa işte Balyoz’da yine cezalar yağdı. İlker Başbuğ bu sefer yorum yapmadı. Ancak kararı eleştirenler genellikle utangaç bir tavırla suçu yine “FETÖ”ye atıyor. “FETÖ’nün kumpas davasından nasıl FETÖ tarzı ceza verirsiniz” diyorlar.
Öncelikle açık ve net olarak söyleyelim. Bu kumpas davası Fethullah’ın kumpas davası değildi. Tayyip-Fethullah ve Apo’nun taraftarlarının, emniyet, istihbarat ve yargı militanlarının ortak ve ittifak halinde yürüttüğü kumpaslardır bunlar.
Türk Solu çok tarihi bir tespit ile bu davalara “Yılanların Öcü” dedi. İstiklâl Savaşı’nı veren Atatürk’ün Başkomutanı olduğu şanlı Türk Ordusu’ndan, işgalci emperyalist devletler, onların uşağı isyancı gericiler ve bölücüler, 80 yıl sonra intikam alıyordu. Ve asla durmayacaklardı. Türk Ordusu ve devleti yok edilene kadar zulümleri sürecekti.
Nitekim zulüm bitmedi. AKP-Fethullah-PKK ittifakı parçalandı. Ama AKP “yılanların öcü operasyonunu” sonuna kadar devam ettiriyor. 1 Mart 2003 Tezkeresine, daha görevdeyken karşı çıkan Orgeneral Çetin Doğan’a, ABD’nin ve Pentagon’un da düşmanlığı sabit ve asla bitmiyor. Çetin Doğan bugün “darbeci” olduğu için değil, ABD’nin Irak işgaline ve AKP’nin BOP için Türkiye’yi ABD’nin işgal üssüne çevirmesine karşı çıktığı için bunca zulme uğruyor.
Ergenekon ve Balyoz Kumpasları başlamadan 4 yıl önce, 9 Ağustos 2003 tarihinde Türk Solu üç başlı bir yılanı içeren bir kapakla çıkmıştı. Başlık şuydu: “Ordu Düşmanları: ABD, AB, AKP.”
AKP iktidarının bir numaralı amacı Türk Silahlı Kuvvetlerini yok etmekti. Gökçe Fırat şu cümlelerle çok net bir tespit ve uyarı yapıyordu: “… AKP, Türkiye’nin dış düşmanlarının yani ABD ve AB’nin doğrudan uzantısı konumundadır, içerideki uygulamaları ile de tümüyle sinsi bir planın uygulayıcısıdır.
Bu açıdan baktığımızda bu ılımlı hilafet rejimini içimizdeki yılan olarak değerlendirmek son derece doğrudur. Ancak yılanın tek başı olmadığını çok iyi bilmeliyiz. Bu, üç başlı bir yılandır; ABD, AB ve AKP.”
Bu üç başlı yılanın başları da birbiriyle dalaştı. Nihayet onların ortak amacı Türk askerini yok etmekti. Yine ABD-AB-AKP yılanının, ülke içindeki yansıması AKP-Fethullah-PKK yılanının başları da, Türk Ordusu tasfiye edildikten sonra birbirine girdi. Ancak görüyoruz ki; AKP şu anda hâlen iktidardadır. Ve yılanların öcünü sürdürmeye tek başına devam etmektedir.
Bugün Saray iktidarına şöyle veya böyle destek olan herkes bizzat Ergenekon ve Balyoz Kumpasçısıdır. Kimse geçmişteki muktedirlere veya Fethullah’a suçu atıp, kendini aklayamaz.
Komutanlarımızın aldığı haksız hükümlere ve yaşadıkları zulümlere sesini çıkarmayan silah arkadaşları ise, daha önce ne kadar içeride yatmış veya bedel ödemiş olurlarsa olsunlar, “bana dokunmayan yılan bir yaşasın” noktasındadır.
Bu tavır ihanetin mi yoksa teslimiyetin mi sınırları içindedir? Bu sorunun yanıtını zulüm görmeye devam eden paşalarımızın eski koğuş ve silah arkadaşlarının vicdanına bırakıyoruz.