İkinci Dünya Savaşı
Atatürk’ün ölümünden hemen sonra dünyayı saran ateş çemberi, iki açından Türkiye’yi içine almakla tehdit ediyordu.
İlki, genç bir rejimin böyle şiddetli bir savaş rüzgârına kolay kapılabileceği gerçeğidir. Ama kurucu liderin ölümünden sonra yeni Cumhurbaşkanı suhuletle seçilmiş, rejim ilk büyük demokratik sınavından alnının akıyla çıkabilmiştir. Bu, savaş heveskârlığına çok prim verilmeyeceğinin ilk işaretiydi.
Fakat ikincisi, daha zorlayıcı bir tazyiktir. Türkiye, Nazi Almanyası’nın da Sovyet Rusya’nın da ortak hedefindedir ve en ufak bir siyasi zafiyet, iki kutuptan birine yem olma tehlikesiyle yüz yüze getirebilirdi.
İsmet İnönü’nün sarsılmaz stratejisi ve savaşın ne olduğunu iliklerine kadar bilen kadroların doğal olarak hazır olduğu siyaset, Türkiye’yi ne pahasına olursa olsun savaşın dışında tutmaktı. Daha 1933’te 15 milyona yeni kavuşmuş bir Türkiye’nin ikinci bir dünya savaşına feda edecek ne nüfusu ne de maddi kaynağı vardır…
Türkiye, Atatürk’ün savaşı zaruri olmadıkça cinayet sayan ilkesine sadık kaldı. İkinci Dünya Savaşı gibi bir insanlık kâbusunun ortasında cılız ve zayıf kaldı ama 20 yıl önce zar zor kazandığı var olma hakkını kimseye çiğnetmedi.
Ama bu başarı, günlük siyasetle elde edilmedi. İki savaş arası dönemde Türkiye’nin etrafında oluşturduğu iki güvenlik halkası, Sadâbad Paktı ve Balkan Antantı, tam da İkinci Dünya Savaşı gibi bir tehdide hazırlık amacı taşıyordu. Bunları dağıtan, diğer ülkelerin savaşı rüzgârına teslim olmasıydı.
Oysa günümüzde çokça polemik konusu yapılan Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi tam da bu savaş dışında kalma stratejisinin bir ürünüydü.
İmparatorluk bakiyesi olabilirdik ama fetihçi arzular tamamen geride kalmıştı. Kılıç hakkının simgesi olan camiden bile isteye feragat eden bir Türkiye, tabi ki Balkan ülkeleriyle eşit sınırlara saygılı bir ilişki geliştirmenin peşindeydi.
Kore Savaşı
Kore Savaşı’na asker göndermek, İkinci Dünya Savaşı sonunda yalnızlığa itilen ve konumlanma arayışına giren Türkiye’nin yenilmiş Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmesiyle başlayan arayışlarının bir uzantısıydı.
Savaş boyunca Türk diplomatları bilfiil aşağılamaya varan Rus saldırganlığının aleni toprak talepleri ve Türk boğazları üstünde hak iddiaları şaka değildi. Türkiye, kendini daha ziyade Batı kültür dairesinin bir parçası olarak görüyordu ve bir güvenlik şemsiyesi olarak NATO’dan beklentisi vardı.
Asker gönderme kararı her ne kadar TBMM’den geçmişse de Menderes hükümetinin aceleciliği, orduyu meclis kararından önce hazırlamaya başlaması bir başka tartışmanın konusudur.
Çin ve Rus etkisiyle 36. paraleli aşarak BM kurallarını hiçe sayan Kuzey’e karşı nöbetleşe dört tugay göndermenin dünya nezdindeki meşruiyeti ise kesindir. Kore Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin dâhil olduğu herhangi bir uluslararası savaş yoktur. İki taraftan sivil asker toplam 2.5 milyon insanın öldüğü Kore’de bulunan 5453 askerimizin 741’i toprağa verilmiştir.
Kıbrıs Barış Harekâtı
Sultan II. Abdülhamit döneminde İngilizlere verilen Kıbrıs adasında Türklerin varlığını tehdit eden ilk gelişme, 1921’de adadaki Rumların Yunanistan’a bağlanmak için plebisit talebinde bulunmasıydı. Bu tarihten sonra Rumcada birleşme anlamına gelen “Enosis” sözcüğü, Rumların İngiliz yönetimine ve Türklere yaptığı saldırılarla gündeme gelmeye başadı.
Enosis’in Almanca “anchluss”la eşanlamlı olması tesadüf olmasa gerek. 1967’de Yunanistan’da iktidara gelen faşist albaylar cuntası, “Enosis” planını devreye soktu. Amaç Kıbrıs adasını Yunanistan toprağı haline getirmek ve Türkleri etnik temizliğe tâbi tutmaktır. Yunanların ve Makarios yönetiminin ve EOKA teröristlerinin terör kampanyası 1974’e doğru açık bir soykırım girişimine dönüşüp, uluslararası toplumdan da hiçbir karşılık görmeyince Türkiye’ye başka çare bırakmamıştır.
Neticede Türk ordusunun yaptığı, Kıbrıs Türklüğünü katliamdan kurtarmaktır. Fakat bir şeye daha vesile olunmuştur. Gökçe Fırat’ın daha önceden tespit ettiği üzere tıpkı Türk Kurtuluş Savaşı sonunda olduğu gibi Yunanistan mağlup edilerek ikinci defa askeri faşizmden kurtarılmıştır!
AKP’nin askeri politikaları
AKP ve Tayyip Erdoğan’ın son derece pragmatik politikaları vardır ve aşırı değişkendir. AKP’yle geçen son 21 yılda Türk askerinin teröristlere karşı elinin tamamen bağlandığı da oldu, PKK/YPG, IŞİD gibi meşru hedefler peşinde sınır ötesi harekâtlara gönderildiği de eşitsiz denge ilişkileri sonucu Suriye ve Libya’da askerlerimizin kurban edildiği günler de…
Yine de AKP’nin hiç şaşmayan kuralı, Cumhuriyet düşmanlığıdır. Ama bu bile AKP’yi Cumhuriyet’in barışçıl mirasının havyarını yemekten alıkoyamadı.
Ukrayna’nda 24 Şubat 2022’de topyekûn Rus işgali başlarken bunu dış politikada yeni bir atılım fırsatı olarak gören AKP hükümeti, bir Cumhuriyet kazanımı olan Montrö’nün verdiği hakla imzacı devletlere savaş hali tespitini duyurdu ve Karadeniz’de hakem durumuna yükseldi.
Oysa bunun bir yıl öncesinde başta TBMM Başkanı olmak üzere AKP’li isimler Montrö anlaşmasını da Lozan gibi yerden yere vurmaya başlamıştı. Bu tavır karşısında bildiri imzalayan emekli amirallerin ise ne darbeciliği kalmıştı ne ajanlığı. 104 emekli Türk amirali, bugün AKP’nin velinimeti olmuş Montrö’ye sahip çıkıkları için darbecilikten yargılanıp beraat etmişti.