Önce Haluk Bayraktar topa girdi, sonra da damat Selçuk Bayraktar. Yaptıkları çalışmaların “siyaset üstü” olduğunu iddia eden bu AKP’li müteahhitler, son günlerde sosyal medyada sürekli siyasi paylaşımlar yapıyorlar. Kılıçdaroğlu veya diğer siyasetçiler ile polemiğe giriyorlar. Sonra da birileri kendilerine yanıt verince, ağlamaya başlıyorlar. Onlar milli bir iş yapıyormuş, kimseden destek almıyorlarmış, kimse de onları eleştirmemeliymiş ve herkes onlara destek olmalıymış.
Kimseden destek almayan Bayraktar ailesi, kimseden destek almadıkları için mi Tayyip Erdoğan’ın seçim kampanyasına dâhil oluyor?
Tartışmalar AKP’nin uçurtma şenliğine dönüşen Teknofest’in bu sene kasıtlı olarak erkene alınmasıyla başladı. Bayraktar ailesinin tekelindeki organizasyonun, seçimlere “yetiştirilmesi” bile bunun bir teknoloji festivali değil, bir patronaj ve propaganda fuarı olduğunun ispatıydı.
Bayraktar ailesi telaşlı! En sevdikleri “biz siyaset üstüyüz, herkes bizi desteklesin” propagandasını bile çöpe atıp, Haluk Bayraktar doğrudan Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef alan bir tweet ile Teknofest’i tanıttı.
Konu Bayraktar ailesinin neredeyse kişisel kullanımına terk edilen Atatürk Havalimanı ile ilgiliydi. Kılıçdaroğlu ise “Bu kadar siyasallaşmayın Sevgili Haluk Bey. Siz ailece bizim için çok değerlisiniz. Bir partinin seçim propagandası olmak size yakışmaz” şeklinde yanıt verdi.
Ben bu yanıtı yanlış buldum. Bu konuda liberal ve eski AKP’li bir isim olmasına rağmen Ali Babacan çok daha doğru tavır almaktadır. Kim bilir belki de bizzat eski AKP’li ve liberal olduğu için bunu yapabilmektedir.
Ali Babacan’ın haklı olarak belirttiği gibi Bayraktar, özel bir girişimci daha doğrusu bir müteahhit, savunma taşeronu. Yaptığı iş kutsal değil. İktisadi bir iş. Rekabete açık bir alan ve rekabetin kıstası da Milli Savunmamızın kazanması ve yapılan işin maliyetinin kamuya en düşük seviyede olması. İhale mantığı bu değil mi zaten?
Eğer bu işi devleti ve vergi mükellefini zarara uğratacak ve hatta savunma sanayimizi zayıflatacak bir yöntemle yapıyorlarsa, ki işaretler o yöndedir, en sert bir şekilde eleştirilmesi gerekenler ilk başta Haluk ve Selçuk Bayraktar’dır. Babacan’ın tavrı doğrudur.
Bayraktar ailesi bir kurum mu? Bir devlet kuruluşu mu bunlar? Milli bir değer mi? Niye bizim için “değerli” oluyorlar? Çıksın bilançolar konuşsun. Madem bu işi özel sektöre devrettiniz –ki bence bu da yanlış- o zaman sadece damadınki değil, hepsi girsin piyasaya ki, optimum fiyatlar ve miktarlar ortaya çıksın.
Kılıçdaroğlu seviyeli yanıt verdikçe, Bayraktar kardeşler coşuyor ve saygısızlaşıyor. Ve açıkça yalan söylüyorlar. Önce Bayraktarlar bir karar versinler. Özel bir girişimciyseler ona göre tavır alalım. Devlet işletmesiyse yine denetime tabii olmak zorundalar. İkisinin ortasıyız, işimize geldiğinde özeliz işimize geldiğinde devlet zırhına bürünürüz diyorlarsa, işte demek ki kendilerine yönelik tüm eleştiriler haklıdır.
Biz de şimdi eleştirilerimize başlıyoruz. Bayraktarların ve Ak-trollerin hava savunmamız üzerine yalanları sayılarla çürüteceğiz. Daha önce 2021 yılları sayılarını vermiştik. 2022 verileri de ortadadır.
Türkiye hem savunma sanayinde hem de savunma harcamalarında, AKP’nin özellikle son 10 yılında küme düşmektedir. Bir efsane değil tam tersine çöküş söz konusudur.
2021 yılında Türkiye’nin silah ihracatı sadece 438 milyon dolardı. Bu komik bir sayıdır. Nitekim dünya silah ihracatında Türkiye’nin payı 2021 yılında sadece %0,7’ydi. Türkiye’nin 2021 yılındaki toplam ihracatının (289 milyar dolar) içinde ise savunma sektörünün payı ise sadece ve sadece binde 1,5 kadarıydı.
2022 yılında durum daha da kötüleşti. Türkiye’nin silah ihracatı bir önceki yıla göre 40 milyon dolar daha düştü ve sadece 398 milyon dolar seviyesinde kaldı.
Son 11 yılda yapılan toplam 2,7 milyar dolarlık silah ihracatımızın ise sadece 296 milyon doları havacılık sektörüne ait ki; bunun büyük kısmı Bayraktar’a da ait değil. Aynı süreçte Türkiye’nin 6,8 milyar dolarlık silah ithalatı yaptı. Yani dışa bağımlılık asla bitmedi. Ayrıca silah ithalatımızın ana payını 4,2 milyar dolar ile uçak ve diğer hava savunma araçlarının ithalatı oluşturuyor. Yani özellikle hava savunma sanayinde daha da çok dışa bağımlıyız.
Aradaki devasa farkı görebiliyorsunuz. Bayraktar’ın kendini “efsane” ilan ettiği havacılık sektöründe, Türkiye ve Türk Ordusu dengesiz bir şekilde geride kalmaktadır. Silah ithalatımızın onda birine bile ulaşamayan silah ihracatımızın içindeki SİHA ve İHA’ların ne kadarı Bayraktar’a ait bunu da bilemiyoruz.
Bayraktar ailesinin çıkarları için gerçekten sadece kamu kuruluşu olan, milli savunmamıza yıllarca katkıda bulunmuş Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ’nin nasıl çökertildiğine yönelik iddialar son günlerde ortaya çıktı. TUSAŞ İHA eski direktörü Remzi Barlas’ın iddiaları doğruysa, Bayraktarlar ileride alkışlanacak değil yargılanacak kişiler listesindedir.
Aslında sadece Bayraktar tartışmasına odaklanmak, AKP’nin Türk Ordusuna ve Türk Savunmasına verdiği büyük darbeyi gizliyor. Muhalefet burada da bir tuzağa düşüyor.
Sayılar yalan söylemez. Türkiye’nin savunma harcamaları son 4 yılda yüzde yüz daraldı. 2019 yılında Türk Ordusu ve savunmasının bütçesi 20,4 milyar dolar iken, şu anda sadece 10,6 milyar dolar. AKP iktidara gelmeden önce, 2000 yılında dahi 10 milyar dolarlık savunma harcamamız vardı ki; 2000 yılındaki dolar kuru bugünküne göre 1,8 kat değerliydi.
Özellikle 15 Temmuz 2016 provokasyonundan sonra AKP, TSK’ya büyük darbeler vurdu. Ergenekon ve Balyoz Kumpasları başlamadan önce TSK’nın personel sayısı 830 bin civarıydı. TSK 2015’ten beri personel sayısını açıklamıyor ancak sayının 300 binler seviyesine kadar düştüğü tahmin ediliyor. AKP iktidara gelmeden önce, 2002 yılında savunma bütçemizin Türkiye’nin milli gelirine oranı %3,8 iken şu anda bu oran %2,1’e kadar düştü.
Haluk ve Selçuk Bayraktar kardeşler yalan söylemektedirler. Ne Bayraktar bir mucize ya da başarı öyküsü yaratmıştır ne de AKP döneminde savunmamız güçlenmiştir. Bu iki kardeşin diğer büyük yalanları ise Nuri Demirağ ve Nuri Killigil ile ilgilidir.
Sürekli bizi “Nuri Demirağ ve Nuri Killigil gibi toprağa gömemeyeceksiniz” diye demagoji yapmaktadırlar. Güya bu iki isim Türkiye savunmasını zirvelere taşıyacakken, CHP zihniyeti bunlara izin vermemiştir.
Nuri Killigil’in öyküsü çok farklıdır. Ona sonra gireriz ancak Nuri Demirağ’dan Bayraktarlara hiç ama hiç “ekmek çıkmaz” (AKP’lilerin ağzıyla) özellikle belirtelim.
Nuri Demirağ’ı neden AK-troller ve Bayraktarlar ağızlarına sakız ettiler. Çünkü Demirağ, bir müteahhit ve kendilerini ona benzetiyorlar. Oysa Demirağ, bir müteahhit olmakla birlikte, AKP döneminin tipik parti-vurguncuları gibi ahlaksız, rüşvetçi ve talancı bir isim değildi. Zaten genç ve yoksul Cumhuriyet böyle bir tipe izin vermezdi.
Demirağ’ın soyadını bile Atatürk verdi. Yani Demirağ gibi işadamlarına CHP’nin nefes aldırmadığı, girişimcileri bürokrasi ve zulüm ile “toprağa gömdüğü” yalandır. Ancak şu bir gerçektir ki; Türkiye’nin demiryolu inşa hamlesinde hem Demirağ, hem de az sayıdaki diğer özel müteahhitler yetersiz kaldı. Bitiremedikleri tüm projeleri devlet üstlenmek zorunda kaldı. Nihayet demiryolu inşasında özel taşeron sistemi tamamen kaldırılmak zorunda kaldı. İsmet İnönü, konuyu tamamen kendi eline aldı. Şeker Fabrikaları ve diğer sektörlerde de benzer öyküler vardır.
CHP özel teşebbüsü teşvik etmeye çalıştı ama Türkiye’de sermaye birikimi o kadar azdı ki; özel teşebbüs devletten istediği imtiyazlarla, en verimsiz devletçilikten beter yükleri bütçeye bindiriyordu. Nihayet tüm sanayileşme hamlemizi devlet üstlenmek zorunda kaldı. Kaldı ki bu sayede pek çok özel sanayici de kazandı Türkiye.
Demirağ’ın uçak fabrikasının -ya da atölye mi desek- ise yine bir devlet hatta ordu teşebbüsü diyebileceğimiz Kayseri Uçak Fabrikası ile rekabet edebilmesi imkânsızdı. Kayseri Uçak Fabrikası Atatürk ve İnönü döneminde 200’den fazla uçağı TSK’nın envanterine kazandırdığı gibi, Türkiye’yi bir uçak ihracatçısı haline getirmişti.
Demirağ’ın girişimi de önemli ve gurur verici bir girişimdir ancak Kayseri Uçak Fabrikası yanında bunlar detay bile değildir. Bu arada Adnan Menderes döneminde hepsinin kapatıldığını da not edelim. Evet, ABD istediği için, NATO için bu tasfiyenin gerçekleştiği doğrudur. Ama bu süreç DP’nin diktası altında ilerledi tıpkı ABD kuklası, BOP piyonu AKP’nin yarım asır sonra nihayet tüm TSK’yı tasfiye etmesi gibi.
İnternete baktığımızda Demirağ ile ilgili o kadar çok yalan var ki. Hepsi TRT’de yayınlanan ve belgesel demeye dilim varmıyor, palavrasal desek daha doğru, bir programla ortaya saçılmış Ak-troll efsaneleri. “2023’te Lozan bitecek”ten hallice bu palavralara göre, 1930’larda tüm demiryollarını Demirağ yapmış. Divriği’deki madenleri o bulmuş. Kaynak bulmuş, çıkartmış. Uçaklar yapmış, uçurmuş. Sonra bir gün İnönü ona gıcık kapmış ve “bu adamı gömün” demiş.
Demirağ’ın Türkiye’nin büyük demiryolu atılımına ve sanayileşme hamlesine katkısı, az değil, azıcık değil, çok ama çok çok azdır.
Samsun-Sivas demiryolunun ilk kilometrelerinde takılıp kalmış ve inşaat bir türlü bitirilememiştir. Biraz da askeri güvenlik kaygılarıyla, hızlı sonuçlandırmak için demiryolu derhal devlete teslim edilmiş bir projedir.
Devlet inşa etti demiryollarını. Kime ne palavra sıkıyorsunuz? Hem de kuşaklar boyu çocukların, gençlerin rızkına girecek maliyet ve vurgunlara girişilmeden, çalışkanca ve kahramanca Cumhuriyet gerçekleştirdi bu büyük hamleyi. AKP tipi hırsız müteahhitler değil ama, Demirağ gibi vatansever özel girişimciler de ellerinden geldiği kadar yardımcı oldu. Katkıları o günlerin şartlarında marjinal kaldı.
Bayraktarlar yalan söylüyor. Şaşırtmıyor çünkü onlar siyaset-üstü değiller AKP’lidirler. Yalan söylemelerinden ve hem de hiç utanmadan bunu yapmalarından belli değil mi zaten?
- Yazıda kullanılan savunma verileri için kaynak olarak https://www.sipri.org/ adresi ziyaret edilebilir.