Pazar günü 23 Nisan özel gündemiyle toplanan TBMM oturumuna Binali Yıldırım damgasını vurdu.
İstiklal Marşı’nı okuyamamasıyla.
Okuyamamasıyla derken, önündeki kâğıttan bile okuyamamasıyla.
Yani 70’ine merdiven dayamış Binali Yıldırım, bu saate kadar İstiklal Marşı’nı ezberleyememiş.
Herkesin bildiği gibi Binali Yıldırım’ın temel yazma becerisi de okuma kabiliyeti de zayıf. İyi bir hatip olduğu da söylenemez.
Binali Yıldırım, İstiklal Marşı’nı elinde Türk Bayrağı tutarak okuyamadı. Ama TBMM kürsüsünde elde bayrak sallamak da abes. O çatı altında 103 yıldır başka milletin bayrağı mı asılıydı? Hayırdır? Ya da Binali Yıldırım, eline ilk defa mı bayrak alıyor? Bir yerde esirmiş de yeni mi kurtarılıp meclise getirilmiş? Yoksa kendisi Türk dostu bir yabancı mıymış?
Bu arada Türk Bayrağı Kanunu’na göre bayrağın sol yanına eşlik etmesi gereken, kısa kenarın otuzda biri kalınlığındaki beyaz kiriş payı da son Başbakan sıfatlı adamın elindeki bayrakta yoktu.
Aslında Binali Yıldırım’ı okuma, yazma, okuduğunu anlama ve topluluk önünde konuşma becerilerinde ortaokula öğrencisi bir Türk çocuğu kolayca geride bırakabilir.
Aynı çocuk, Binali Yıldırım’ın kürsüde cebinden çıkardığı bayraktaki bu garipliği de fark edecektir. İnternetten, sokak satıcısından veya marketten, kırtasiyeden alın. Kimse böyle bir bayrağı satışa sunmaz. Binali Yıldırım’ın elindeki bayrağı nereden bulduğu da bir muamma.
Ama Meclis kürsüsündeki fiyaskonun temel sebebi, Binali Yıldırım’ın donanımsızlığı mı derseniz, o kadar da saf olmayalım derim.
Binali Yıldırım, gençlik döneminden beri Tayyip Erdoğan’ın yanında iş yürütmüş, iş tutmuş, iş takip etmiş biri. Erdoğan’ın en güvendiği adamlarının başında geldiği için İBB döneminde de yanında olmaya devam etti.
26. Başbakan’a yaptığı darbenin ardından koltuğa oturttuğu emanetçi yine Binali Yıldırım’dan başkası değildi. Binali Yıldırım’ın Türk siyasi tarihine “düşük profil” tabiriyle geçmesi de bu vesileyle olmuştur.
İşte 23 Nisan’daki başarısız ilkokul müsameresi, Binali Yıldırım’ın bu “düşük profil” sıfatını bileğinin hakkıyla kazandığının en önemli göstergelerinden biri oldu. Ama sadece çeşitli nitelik ve yeteneklerin yetersizliği bakımından değil dikkat çekmeden işini yürütme anlamıyla da.
Tabi böyle olunca Yıldırım’ın okuduğu okullardan nasıl mezun olabildiği de tartışma konusu. Ben bu adamın liseden mezun olabilmesine bile şaşırıyorum. Üstüne bir de İTÜ’de Gemi İnşaat Mühendisliği okumuş!
Yapacak bir şey yok. Ama dediğim gibi… Mesele Binali Yıldırım’ın yapabilmesinden, edebilmesinden ibaret değil.
Binali Yıldırım’ın ideolojik kulvarı siyasal İslam. Siyasal İslam’ın temeli zaten İstiklal Marşı’na, Türk bayrağına ve Türk diline düşmanlık.
Tabanını tarikat/cemaatlerde bulan siyasal İslam gericiliğinin, Cumhuriyet kurumu olduğu için esasen Diyanet’e bile düşman olması şimdiki kuşakları şaşırtabilir.
Tüm bu “yerli ve millî” söyleminin, vatan nutuklarının, milliyetçi ezberlerin üstünü örttüğü gerçek, istisnasız her AKP’linin Türk düşmanı geçmişidir. Üstelik zihinsel kodlarında sadece çağdaş Türk ulusuna değil Türk soyuna da düşmanlık işlenmiştir.
Necmettin Erbakan’ın 12 Eylül darbesine ramak kala Konya’da tertiplediği Kudüs Mitingi meşhurdur. İstiklal Marşı okunurken yobazların yerde oturmasıyla, marşı okuyanların protesto edilmesiyle, “marş değil ezan istiyoruz” nidalarıyla…
Hiç itiraza gerek yok. Rus edebiyatı Gogol’un paltosundan çıktı. Bunların da alayı Said-i Kürdî’nin tespihinden, Erbakan’ın takkesinden döküldü işte. Yalan mı?
AKP’liler sittin sene geçsin yine İstiklal Marşı’nı ezberleyemez. 7’den 70’e hayatları, içten içe beslenen bu nefretle geçiyor.
“Yerli ve millî” tabirinin kendisi bile Türk ulusunu kabullenememenin bir işaretinden başka ne ki?
Fakat İstiklal Marşı ve Türk bayrağı, şu süreçte tüm AKP’lilerin ve Binali Yıldırım’ın son sığınağı.
Ama işte ona bile sığınamıyorlar.
Kan uyuşmuyor!