Soru tuhaf gelebilir ama “Ukrayna işgali kimin işine yaradı?” diye sorulduğunda, en çok kazançlı çıkan tarafların açıkça ABD ve NATO olduğu da ortaya çıkıyor. Bu durumda iki tane ihtimal var. Birincisi, ya Putin kendisini savunanların şiddetli biçimde savunduğu gibi “sezgileri çok güçlü olan iyi bir taktisyen” değil ya da dünyayı yöneten küresel güçlerin emrinde olan bir görevli.
Komplo teorisi üzerinden gidelim. Putin’in özgeçmişine baktığımızda siyasi kariyerinde Rusya gibi büyük bir devleti yönetecek bir pozisyon göremiyorsunuz. Hem Rusya’da hem de bağımsızlığını ilan etmiş Sovyet devletlerinde devlet başkanı olmuş isimlerin neredeyse tamamı Komünist Partisi’nde üst düzeyde görev almış, Sovyet bürokrasisi olan “nomenklatura”nın önemli isimleri. Putin ise bu isimlerin aksine Doğu Almanya’da görev almış kimsenin tanımadığı orta düzey bir istihbarat elemanı.
Daha sona Putin’i Rusya’ya dönüşünde, St. Petersburg’da belediye başkanının danışmanlığını yapan ve seçimlerde kendisine yardım eden bir konumda görüyoruz. Sovyetlerin de yıkılmasıyla Putin, yabancı yatırımcıları ikna etmek için yurt dışı gezilerine katılıyor. Bu dönemde Almanya şansölyesiyle yapılan görüşmelerde de bulunuyor.
ABD’nin adamı olarak gösterilen Yeltsin onu halefi olarak gösterdiğinde herkes çok şaşırıyor çünkü üst düzey bürokrat olsa bile devletin içerisinde ağırlığı olmayan bir isim. Ancak Yeltsin tüm tepkileri göğüsleyerek, Putin’i aday gösteriyor.
Şimdi Ukrayna işgalinin sonuçlarına bakalım. Macron’un deyimiyle “beyin ölümü gerçekleşmiş NATO”nun Putin eliyle diriltildiğini, Avrupa’nın “bağımsız Avrupa ordusu” girişimini askıya aldığını, ABD’nin Avrupa üzerindeki etkisinin daha da arttığını açıkça görebiliyoruz.
Brexit sonrası varlığı bile tartışmaya açık hale gelen bir Avrupa Birliği, ileride karşılaşabileceği muhtemel güvenlik sorununu bugün Ukrayna’da canlı olarak görüyor. Böylesine bir görüntü, Avrupa içerisinde siyasi sıkılaşmayı hızlandırdığı gibi, aday ülkelere yönelik “elitist” bakış açısında da sapma görülüyor. Güvenlik endişeleri, Avrupa Birliği’nin aday kabulü süreçlerini de hızlandıracak.
Tabii belki de en önemlisi Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girecek olmaları. Neredeyse 200 yıldır savaşmayan ve tarafsız ülke olarak kalan İsveç kendisini güvence altına almak için NATO’ya başvuru yapacak.
Finlandiya ise geçmişte Rus işgali yaşamış, İkinci Dünya Savaşı sonrası Rusya ile askeri anlaşmalar yaparak varlığını güvence altına almayı seçmiş bir ülke. Rusya ile 1300 kilometrelik bir sınırı bulunuyor. Finlandiya’nın NATO’ya kabul edilecek olması, Rusya’nın Ukrayna işgaline sebep olarak gösterdiği “NATO tarafından kuşatılma” gerekçesinin ciddiye alınmadığının da göstergesi.
Finlandiya’ya göre NATO şemsiyesi altına girmek, potansiyel bir Rus işgalinin yaratacağı korkuyla yaşamaktan daha tercih edilebilir bir durum. Rus işgalini bir “NATO kışkırtması” olarak görenlere şunu sormak gerek, “Finlandiya’yı NATO’ya girmesi için kim kışkırttı?”
Askeri yatırımlarını kısmen askıya alan Almanya’nın bile silahlanma için 100 milyar dolar gibi bir ek bütçe hazırladığı düşünüldüğünde, dünyanın hızla silahlandığını ve bunun da temel sebebinin “Putin korkusu” olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Bu kadarını Biden bile yapamazdı. Bu yüzden de “Putin devasa silah şirketlerinin adamı mı?” sorusu çok da mantıksız değil.
Son olarak, Finlandiya ve İsveç gibi iki ülkenin PKK’ya yaklaşımları üzerinden NATO üyeliğine itiraz etmek, elbette Türkiye’nin hakkı ve görevi. Ancak özellikle bu mesele üzerinden muhalefet edenlere şunu da sormak gerekiyor. Bugün Rusya, PKK/PYD konusunda bu iki ülkeden de çok daha “Türkiye karşıtı” bir konumda.
ABD’nin PKK’ya verdiği desteği söyleyenler ne hikmetse, PKK’nın Moskova’da açtığı büroyu, buradaki terör ekibinin ay düzenli olarak Lavrov’la görüştüğünü dile getirmiyor.
Rusya’nın Suriye’de Kürtlere yardımcı olmasının sebebi ise son derece “faydacı”. ABD’nin etkin olduğu bir Irak Kürdistan’ına komşu ve Rusya’nın etkin olduğu özerk bir Suriye Kürdistan’ının varlığı. Dileyen Kürtlerin Sovyet desteğiyle kurduğu ancak kalıcı olmayan “Mahabad Cumhuriyeti”ni araştırabilir.
Rusya siyasi geçmişinde Finlandiya İsveç’ten çok daha fazla PKK ile işbirliği yapmış bir ülke. Tedirginlik duymasına gerek yok. Bu gerçeği dile getirmek kimseyi ”Amerikancı” yapmaz, olsa olsa iyi bir “milliyetçi” yapar.