İnsanlığı bilimsiz bırakan sosyalizm
Sonunda Çinliler de zıvanadan çıktı. 26 Kasım’dan başlayıp ilk üç gün içinde Çin’in 20’den fazla kent merkezinde en az 79 üniversitenin de dâhil olduğu bir genel protesto dalgası başladı. Dünya basınında Covid protestoları diye geçse de 26 Kasım’da başlayan dalga, hâlihazırda aylardır münferit gibi yanıp sönen protesto ateşlerini bir araya getirirken ortak talepler artık zorunlu karantinayı geçmiş halde. Çinliler tüm dünyayı şaşırtarak Şi Cinping’e ve Çin Komünist Partisi’ne istifa çağrısında bulunuyor.
Ama Çin’de bugün yaşananları anlamak için 2-3 yıl kadar geriye, küresel Covid pandemisinin başlarına bakmakta fayda var. Virüsün laboratuvarda üretilmiş olabileceğine dair komplo teorisi, bunca sürede çokça taraftar bulmasına rağmen henüz provokatif hakemsiz dergilerden daha ciddi bir mecrada yer edinemedi. Çok daha fazla dikkati hak eden gerçek ise, Li Wenliang’ın başına gelenlerdir.
Li, 30 Aralık 2019’da Wuhan’da yeni bir SARS virüsünün yayıldığı gerçeğini fark edip sosyal medyada paylaşan ilk hekimdi. Gerçeği paylaştığı için önce hastane yönetimi tarafından, sonra da polis tarafından sogulandı ve tehdit edildi. Bir daha virüs ile ilgili halkı paniğe sevk eden dedikodular yaymama sözünü verdiği aşağılayıcı bir özür metnini imzalaması karşılığında serbest bırakıldı.
Li’nin sosyal medyada yazdıkları devlet tarafından yok edilmiş, dünya kamuoyunun duruma uyanması geciktirilmişti. Li, dezenformasyonla suçlandığı paylaşımdan 10 gün sonra virüse yakalandı ve 7 Şubat’ta hayatını kaybetti. Sonradan ortaya çıktı ki, Çin’de yerel yönetimler virüsü Pekin’den gizlerken Pekin de dünyadan gizleyerek yayılmasına önayak olmuş. Salgın artık malum olduğu dönemlerde bile Çin Komünist Partisi yönetimi, Dünya Sağlık Örgütü ile işbirliği yapmayı reddetti.
Bugün halen salgının ilk çıkış noktası konusunda kesin sonuç elde edilememesinin sebebi, Çin’in şeffaflığa yanaşmaması ve ayrıntılı bilgi paylaşmayı reddetmesi. İnsanlık idealinin sancak taşıyıcısı “Çin karakterli sosyalizm” zaferini (!) işte böyle ilan ediyor. Bilimsel veriyi dünyadan gizleyerek!
“Sıfır Covid”den “Sıfır özgürlüğe”
Nitekim pandemi boyunca ÇKP kontrolündeki CTGN, Global Times, Xinhua gibi kurumlar tam olarak bunu propaganda etti. Batılı ülkeler ve dünyanın geri kalanı salgından kırılıyor, Çin ise tüm tedbirleri dört dörtlük alıyor ve kusursuz bir aşı geliştiriyordu. Ama işte günün sonunda, tüm dünya salgını unutmuşken Çin yeniden kapanıyor.
Bu arada kapanma derken, ÇKP’nin Çin genelinde uyguladığı kapanma politikasının Türkiye dâhil, dünya üzerindeki hiçbir karantina uygulamasıyla benzerliği yok. ÇKP lideri Şi’nin takıntılı “Sıfır Covid” politikası, Çin’de yıllar yılı nasıl bir Deli Dumrul rejimi yaşandığının güncel bir özeti.
Üç yıldır Çin’de eve kapanma dedikleri şey, aslında polislerin gelip sizi evinize çivilemesi. Çoluk çocuğunuzla veya onlardan ayrı olarak itiş kakış evinize kapatılıyorsunuz, kapınız kaynak makinesiyle eşiğe kaynaklanıyor, çeşitli tahta ve metal levhalar kapının üzerine çivilenip vidalanıyor. Daha da yetmezse zincir geriliyor. Kapınız ne zaman mı açılıyor? Parti, bulunduğunuz mahalleyi temiz ilan edene kadar.
Ev dışında bir yerde yakalanıp yeni yapılan prefabrik hapishanelerde tutulmadıysanız evinizde günlerce aç ve susuz beklemek kaderiniz. Çocuğunuzun okulunda bir vaka tespit edildiyse bütün okul karantinaya alınıyor. Bazen bir vaka için tüm bir kasaba, hatta şehirler kapatılıyor.
Sertifikasyon sürecini rüşvetle geçmiş olan tek aşı Sinovac, dünyanın hiçbir yerinde işe yaramamıştı. Faz raporları şişirme verilerle doluydu. Buna rağmen Çin, diğer aşılardan temin etmeyi reddetmişti. Yani işin bir yerde patlayacağı ortadaydı. Ama bu ikiyüzlü sistemde herkesin bu defolu aşıya bile ulaştığı şüpheli.
Çin’de hiç bitmeyen salgın kabusu, artık önü alınamaz biçimde ilerlerken Pekin de dâhil olmak üzere ülkenin %25’i için tam kapanma kararı verildi. Fakat tam kapanmanın olmadığı, ülkenin başka bölgeleri bir nebze huzurlu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Zira “Sıfır Covid” politikası, ÇKP liderliğinin halkı sıkı kontrol altında tutmak için icat ettiği bir işkence silahı.
Polis kontrol noktalarında veya mahalle taramalarında hemen her gün sürüntü testi yapmak zorundasınız. Güvenlik sistemi, temaslı olduğunuz kişiler temiz görünmedikçe sizi geçiş noktalarından bırakmıyor bile. Ve tüm bunlara en ufak bir direnç gösterdiğiniz takdirde, beyaz koruma kıyafetli polislerden göreceğiniz en insancıl (!) muamele, sokakta ulu orta zorla anal sürüntü alınıp değersiz bir hayvan gibi yere bırakılmak.
Sonuç olarak Doğu’nun (arzu eden, bunu Perinçek olarak da okuyabilir) yükselen şafağı (!) Çin’in sosyalist sağlığı kimseye ne adam gibi aşı, ne doğru dürüst tedavi verebiliyor, ne de hiç değilse insan onuruna yakışır bir davranış sergileyebiliyor. Geçen hafta Henan’daki fabrikada yanarak can veren 38 işçi, bu “sosyalist cennetin” ancak 19. yüzyıldaki sanayi kapitalizmi kadar insan haysiyetine yaraşır olduğunu ortaya koyan en son örnekti. Elbette ÇKP’nin karartmasından sıyrılacak kadar büyük bir örnek.
20. Kongre’nin yarı tanrısı Şi Cinping’in kudreti, 1.5 milyar nüfusu silah zoruyla fare gibi kafese kapatmaya yetiyor. Bir de işlenmiş korkunç suçlar, etik dışı bir yığın deney ve beceriksizlik açığa çıkmasın diye dünyadan bilgi saklamaya… Çin polisi, protestoları haberleştirmeye çalışan BBC, CNN gibi kuruluşların muhabirlerini işkenceyle gözaltına alsa da böyle yoğun bir eylemlilikten tam anlamıyla bilgi saklamak imkânsız.
Elbette tüm bu distopyanın denendiği ilk uygulama alanı Doğu Türkistan. Milyonlarcası toplama kamplarında soykırıma maruz bırakılan Uygurların topyekûn evlerde açlığa mahkûm edilişi bundan üç ay önce başladı. Doğu Türkistan’dan sosyal medyada uzun süredir bu kadar yoğun görüntü ve haber akışı gelmesinin sebebi, paylaşım yapanların zaten artık ölümün kıyısında olmasıydı. Ölüm öncesi yavrularının, eşlerinin, kardeşlerinin son titreyişlerini, komşularının yüksek katlardan atlayışlarını, ciğerlerinde kalan son nefesle artık hissettiklerini kayda alıp paylaşmak, bu insanların elinden gelen tek şey.
Urumçi’deki yangın Çin’i yakar mı?
Zorunlu kapanmanın Doğu Türkistan’da kaç ölüme, kaç kalıcı rahatsızlık vakasına sebep olduğunu kestirmek imkânsız. En iyimser tahminler, yüzlerle ifade ediliyor. Dolayısıyla 26 Kasım’da Çin geneline yayılan protesto dalgasının, Urumçi’deki yangından çıkması kimse için şaşırtıcı olmamalı. 24 Kasım’da Urumçi’deki bir apartmanda çıkan yangın sonucu ÇKP medyasına göre 10, bağımsız kaynaklara göre en az 44 Uygur, diri diri yanarak can verdi. Çin medyasındaki yalanlara göre apartman kapatılmış değildi. Adeta içeridekiler çoluk çocuk ailece yanmaya karar vermişti. Oysa dış dünya ile irtibat kuran apartman sakinleri, Çin polisinin apartmanın tüm dairelerini, çıkış kapılarını, hatta yangın merdivenini bile mühürlediğini duyurdu.
İşte, artık söylenecek hiçbir sözün kalmadığı bu durumda önce Urumçi’de görülen, sonra Çin geneline yayılan protestolara boş pankartlar damgasını vuruyor. Burada ÇKP’nin boş pankartlara savaş açması özel bir anlam kazanıyor. Ukrayna Savaşı’nın başında da Rus polisi, boş pankart taşıyanları gözaltına almıştı. Eylemin toplumdaki yaratıcı zekâyı sivrilttiği görüşü bir kez daha bu eylemlerle kanıtlanmış oluyor. Şanghay’daki protestocuların eylem merkezi olarak “Urumçi Caddesi”ni tercih ettiğini de özellikle belirtelim.
Üç-dört günlük bir eylem dalgası normal şartlar altında heyecanlandırmak için yeterli olmayabilir. Fakat Hong-Kong protestolarını saymazsak anakaraya yayılmış bu çapta bir eylemsellik, en son yasemin çiçeğini yasaklamak gibi absürt tedbirlerle biten 2011’deki protestolarda görülmüştü. O yüzden Çin’deki Covid protestoları tarihsel olarak önemlidir.
Çin’deki eylem dalgası bir isyana dönüşür mü? Buna cevap vermek için elbette çok erken. Fakat sıradan demokrasilerdeki her toplumsal hareketi, her siyasi krizi, gensoruyu veya herhangi bir demokratik süreci alaya alan ve bundan garip bir haz duyan despotizm heveslileri için takkeyi koyup düşünme zamanı.
Komünist Parti diktatörlüğünün bu 1.5 milyar nüfusta, aileden itibaren yarattığı toplumsal tahribat, İran’daki gibi bir direniş geleneğini ortada bırakmış mıdır? Bu henüz cevabını bilemediğimiz bir soru. Bununla birlikte Şi’nin, tıpkı 33 sene önce Tiananmen’de olduğu gibi sivil halkı tankla ezen parti diktatörlüğünden daha insancıl olmadığı ortada.
Bununla birlikte Rusya’nın Ukrayna hezimetinin, İran’da iki ayı geride bırakan isyan mevsimine kıvılcım olduğu tartışmasız bir gerçek. ÇKP iktidarı altında ezilen farklı ulusların, 11 yıl sonra hep bir ağızdan ses vermesi kesinlikle olumlu bir gelişme. Rusya’dan İran’a temas eden dominonun şimdi de Çin’e değdiğini görüyoruz. Gösterilerde açılan pankartlardan birinde zekice belirtildiği gibi, bu isyan adeta Covid-1984’e ve Büyük Birader Şi’ye karşı!
En önemlisi ise, Çin’de bugüne kadar görülmemiş türde sloganların ve görüntülerin Çin diktatörü Şi Cinping’i iktidarının en parlak, en yenilmez gibi görünen döneminde bulmuş olması. Çin’deki protestolar belki hemen bugün somut bir sonuca ulaşmayacaktır. Ama bir kez yakılan özgürlük ateşini söndürmeye de Şi dâhil kimsenin gücü yetmeyecektir. Hele ki o ateş, benzeri görülmemiş bir soykırımı yaşayan Uygur Türklerinin kahrıyla yanıyorsa…