TÜİK, 2020 ve 2021 yılına ait ölüm istatistiklerini tarihinde görülmemiş şekilde saklıyordu. Yani küresel Covid-19 salgınıyla geçen bu iki yıla ait Türkiye’nin nüfus istatistiği verilerine uzun süredir ulaşılamıyordu.
Tabi ki Sağlık Bakanlığı’nın “sağlıksız” verilerinden başka salgın/ölüm bilgilerine de…
TÜİK, söz konusu verileri 23 Şubat’ta, Türkiye gündemi depremle allak bullak olmuşken sessiz sedasız yayınladı.
Halk Sağlığı uzmanı Nuriye Ortaylı’nın TÜİK verisine dair Yetkin Report’ta kaleme aldığı analiz, o dönem gündeme gelen şüphelerin ne kadar haklı olduğunu ortaya koyuyor.
Önceki yılların ölüm ve hastalık verileriyle karşılaştırma yapıldığında, Covid’den başka açıklaması yapılamayacak ölümler, Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığının iki katı görünüyor.
2020 ve 2021 yılı Covid ölümleri toplamı, Fahrettin Koca’nın başında olduğu Sağlık Bakanlığı tarafından 82 bin 361 olarak verilmiş, geçtiğimiz Kasım ayı itibarıyla Türkiye’de toplam Covid ölümleri 100 bini aşkın bildirilmişti.
Oysa TÜİK verileriyle ortaya çıkan tabloya göre Türkiye’de Covid salgınına kurban gidenlerin sayısı bunun en az üç katı! Yani gerçek kaybımız, en az 300 bin seviyesinde.
Erdoğan rejimi, 5 tane maskeyi bile halka dağıtamazken, oluşabilecek huzursuzluğun önünü almak için sokağa çıkma yasağı gibi baskı mekanizmalarını devreye aldı.
Fakat bu depremde de gördüğümüz üzere felaket anlarında Tayyip Erdoğan’ın tek refleksi, iktidarını korumak üzeredir. Ucube reislik sistemini överken öne sürdükleri “süratle karar alma” özelliği yalan değildi. Tayyip Erdoğan sadece iktidarını korurken sürat sergiliyor, o kadar.
Hem kamuoyundan hem de Dünya Sağlık Örgütü’nden veri gizliyorlar hem de büyük bir medya manipülasyonuyla göz boyamaya çalışıyorlardı. Veri gizlemek için sistemin nasıl programlandığını ve doktorların yanıltıcı bilgi girişi yapmaya mecbur edildiğini de Nuriye Ortaylı ayrıntısıyla anlatıyor.
Bilgiyi halktan saklamanın ideolojik boyutu da gözlerden kaçmamalı. Aylar boyu yerel düzeyde vaka/ölüm istatistiği saklamalarının öncelikli sebebi, yurda dönüş yapan hacıların virüs yaydığı gerçeğini gizlemekti. Yine de metropollerden önce Anadolu’nun ücra köy ve kasabalarından vaka haberleri geliyordu. Yani dinci iktidar kabul etmese de Covid-19 virüsü büyük oranda Hac ziyaretinden bulaşmıştı.
Fahrettin Koca, her akşam basın toplantısı şovları yaparken kimse salgının hangi bölgelerde yoğunlaştığını, hangi tedbiri alması gerektiğini, nerelerde dikkatli olması gerekirken nerelerde ekonomik faaliyetini koruyabileceğini bilemedi.
Yani pandemide ölüm oranının bu kadar yüksek olmasının sebebi, AKP’nin halkı değil, kendini korumaya çalışmasından ileri geliyordu. Bunu geç de olsa artık resmî verilerle de kanıtlayabiliyoruz.
İşte Erdoğan’ın pandemide Fahrettin Koca’ya verdiği başrol, bugün 6 Şubat depremlerinden itibaren AFAD ve Kızılay başta olmak üzere diğer Saray rejimi unsurlarının omuzlarına yüklenmiş durumda.
Daha depremin ilk günü Ömer Çelik ne demişti hatırlayın: “Cumhur İttifakı olarak sahadayız.” Demek ki depremde siyaset yapılır mı yapılmaz mı tartışmasının da ötesinde bir gerçekle karşı karşıyayız. Siyasal İslamcılar halkı değil, kendilerini kurtarma peşinde.
Tayyip Erdoğan’ın Sarayı’nda imal edilmiş AFAD gibi bir kurumun açıkladığı 45 bin rakamına güvenen var mı? Yapı İşleri Genel Müdürlüğü’nün 16 Şubat’ta yayınladığı rapora göre yıkılan toplam bina sayısı 18 bin 200. Yıkılan bina başına ölüm 2,5 seviyesinde mi yani? Enkazların kaçına yetişildiği, kaç kişinin kimsesizler mezarlığına gömüldüğü belli değil?
Her şeyden önce, bir afetin olmazsa olmazı kayıpların isimleri yok!
Herhalde bu depremle ilgili gerçek veriler de bir sonraki felaketimizde sessiz sedasız ortaya çıkacak. Tabi eğer halen AKP rejimiyle yönetiliyor olursak.