Tam 10 yıl sonrasıydı…
10 yıl boyunca çağdaş uygarlık yolunda atılan adımların, geleceğin Türkiye’sini kurma idealinin ve bu ideali kimlerin inşa edeceğinin anlatılması gerekiyordu. Genç Cumhuriyet’in dünya sahnesine çıktığı, devrimlerin kabul gördüğü dönemlerdi…
“Çıktık açık alınla on yılda her savaştan;
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan.
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan;
Demir ağlarla ördük Ana yurdu dört baştan.”
10 yıl sonrasıydı fakat başlangıcın da öncesi vardı. Balkan Savaşı vardı, Birinci Dünya Harbi vardı. Büyük bir imparatorluk yok olurken, büyük bir millete miras olarak öz yurdu Anadolu kalıyordu ve bunun içinse tam anlamıyla var olmak ya da yok olmak savaşı gerekiyordu. İstiklal uğruna bir savaş…
Bu 10 yılı yaşayabilmek için büyük bir bedel ödenmiş, vatan toprağının her karışı şehit kanıyla sulanmıştı. Bilinmesi, anlatılması, yazılması gerekiyordu.
“Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını,
Dindirdik memleketin yıllar süren yasını.
Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını.
Bütün dünya öğrendi, Türklüğü saymasını.”
Yok edilmek istenen milletlerin olduğu bir dönemde Türk, istiklali uğruna ölümü göze alarak kazandığı zaferin haklı gururunu yaşayacak ve bu zafer elbette ki tüm ezilen uluslara örnek olacak, direnişleri için umut teşkil edecekti.
Meydan Türk’ündü ve tarih, Türk’ü konuşacak, Türk’ü yazacaktı.
“Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;
İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz;
Uyduk görüşte bilgiye, gidişte ülkeye biz;
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.
Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.”
***
Cumhuriyet, Kafkaslardan ve Balkanlardan sökülen Türk’ü, öz yurdu Anadolu’nun küçük bir toprağına hapsetmek isteyen Haçlı ordusuna karşı Türk milletinin kazandığı bir zaferdir.
Osmanlı’nın küllerinden doğan genç Türkiye Cumhuriyeti, bu zaferle birlikte uygar dünya sahnesinde kendine yer bulmaya başlamıştır.
Savaş bitmiş, Anadolu işgalden kurtulmuştur. Çağdaş dünyanın gerekleri için devrimler, yenilikler birbiri ardını izlerken Cumhuriyet, on yaşına gelmiştir.
On yılda çok büyük işler yapılmıştır fakat yeterli değildir.
Yeterli değildir ama daha büyük işler için Cumhuriyet’in 10. yılı tüm yurtta coşkuyla kutlanmalıdır.
Cumhuriyet’in 10. yılına hazırlık
Cumhuriyet’in kurucu kadrosu, 1933 yılında Cumhuriyet’in 10. yılına özel bir kutlama hazırlığı içindedir. Yurdun dört bir yanında törenler düzenlenmeli, coşku her yere yayılmalıdır.
Bu sebeple, çok öncesinden hazırlığa başlanmış ve gerekli düzenlemeler için 11 Haziran 1933 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “Cumhuriyet’in İlanının 10. Yıldönümünü Kutlama Kanunu”oy birliği ile çıkarılmıştır.
Çıkarılan bu kanunun amacı, halkın üzerinde bir baskı unsuru oluşturmak değildir elbette. Tam aksine halkı Cumhuriyet’in içine dahil etmek, halkın Cumhuriyet’i daha iyi özümseyebilmesini sağlamak ve kutlamaları bizzat devlet eliyle daha örgütlü bir biçimde gerçekleştirebilmektir.
Kanunla amaçlanan hedef, “Hakimiyet-i Milliye”nin 16 Temmuz 1933 tarihli sayısında halka duyurulur:
“Yapılacak işler Türkiye’de on yıl evvelde doğan Cumhuriyet güneşinin sıcaklığıyla bütün memleketi ısıtacak ve on yıllık Cumhuriyet devrinin vatana getirdiği ve getireceği en yüksek saadetin heyecanını herkese duyuracak bir şekil ve kıymette olmalıdır. Bunun için yapılacak işler büyük hacimde sesli, hareketli, renkli, fikirli, manalı ve hesaplı olmak elzemdir. Bütün bu vasıfları yerine getirecek çalışmamızın esasları ve komitelere lazım olacak kadar teferruatı birbiri ardından talimatlarla ve örneklerle bildirilecektir.”
Bu kanun gereği, günlerce sürecek kutlamalar tertip edilecektir. 29, 30 ve 31 Ekim tarihleri resmî tatil ilan edilecek, caddeler süslenecek, yabancı ülkelerin elçileri ağırlanacak, halkın Cumhuriyet değerlerini ve Cumhuriyet’in önemini daha iyi kavramasını sağlayacak adımların atılması sağlanacaktır.
10. yıl kutlamaları, Cumhuriyet’in görkemine, Türk’ün şanlı tarihine yakışır bir şekilde tertip edilecektir.
10. Yıl Marşı’nın yazılış hikayesi
10. yılın görkemli hazırlıklarından biri de Cumhuriyet’in 10. yılına özel bir marşın yazılması işidir.
Marş, coşkudur; coşku ise her şeyden önce hissedebilmektir.
Devlet erkanının en önemli isimlerinde Recep Peker, marşın yazım süreci ile bizzat ilgilenir.
Peker’in yönlendirmesiyle marşın yazılması için Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar görevlendirilir. Cumhuriyet döneminin iki büyük şairinin bu işi layıkıyla yerine getireceklerine karşı büyük bir inanç vardır çünkü bir marşı yazdırabilen etken edebiyat yeteneğinden önce dönemin ruhunu yaşayabilmektir.
İki şair, adeta bir tarih anlatımı olan marşın sözlerini yazarlar. Marş, hem geçmişi unutturmayan hem o günü anlatan hem de Türk’ün dünyadaki yerini vurgulayan sözler içerir. Marş yazılır fakat şimdi sıra bestelenmesindedir. Bestesini kim yapacaktır? Marş bestelemek konusunda tecrübeli bestekarlarımız yoktur. Bazı bestekarlar marşı besteler fakat Recep Peker, araştırmaları sonunda bestekar Cemal Reşit Rey’in de bestelemesini ister.
Atatürk, Çankaya Köşkü’ndeki meşhur sofrasında misafirlerini ağırlarken marşın bestelenmiş farklı versiyonlarını dinler ama en çok Çankaya Köşkü’nün Muhafız Alayı Bando Bölüğü tarafından çalınan Cemal Reşit Rey’e ait besteyi beğenir.
Marş, sözüyle bestesiyle Cumhuriyet’in 10. yılına hazırdır artık.
100. Yıl Marşı Türk milletini yansıtıyor mu?
Geçtiğimiz aylarda Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından düzenlenen bir yarışmada Cumhuriyet’in 100. Yıl Marşı resmi olarak seçildi. Marşın tanıtımı ise 30 Ağustos günü gerçekleştirildi.
Konumuz, “marşı kim, hangi şartlarda yazdı?” değil. Asıl konu; marşın sözleri, marşın Türk milletinde karşılığı olup olmadığı…
“Türkiye Yüzyılı” vurgusunun yapıldığı, Atatürk’ün adını anmamak için Gazi kelimesinin kullanıldığı marş, elbette ki Türk milletinin benimseyebileceği bir marş değildir. Hatta marş değildir, olsa olsa sipariş üzerine yazılmış ve belli zümreye hitap eden dönemlik beste olabilir.
Bestelenmiş sözlerin marş olarak kabul görmesi kanunlarla değil ait olduğu millet tarafından özümsenmesiyle mümkündür.
Marş yazdıracak ruh mu yok, yoksa o ruhu taşıyan sanatçı mı?
Süleyman Demirel’in Cumhuriyet’in 75. yılında şöyle bir demeci vardır: “10. Yıl Marşı, çok güzel bir marştır. Sanat adamlarımızdan 75. yıl için bir marş istedim ama 10. Yıl Marşı’nı aşamadık. Herkesi 10. Yıl Marşı’ndan daha güzelini yapmaya davet ediyorum. Bu şudur: 10. yılda hissettiğimiz coşkuyu, 75. yılda hissetmiyor muyuz? Hissetmiyorsak edelim. Her şeyden bezmiş insanlardan müteşekkil bir toplumun gücü olmaz.”
10. Yıl Marşı hazırlanırken en önemli sorun marşın bestelenmesiydi. Marş besteleme konusunda tecrübe azlığı vardı.
Ama devrimin heyecanı o tecrübesizliği yok ediyor, 90 yıl sonra bile aynı coşkuyu yaratacak bir beste ortaya çıkarıyordu.
Peki, ya bugün?
90 yıl sonra…
Neden kitleleri peşinden sürükleyecek bir marş duyamadık henüz?
Heyecan mı yok, yoksa heyecanı yaşayan sanatkar mı?
Değişen neydi?
Sözümüz 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşamışlaradır.
Sözümüz davaları uğruna işkencelere dayanmışlaradır.
Sözümüz yazdıklarından, söylediklerinden dolayı yıllarca yasaklanmışlara, zindanlara atılmışlaradır.
Türk edebiyatının, Türk müziğinin büyük isimlerine; sol edebiyatın, sol müziğin ağır toplarınadır sözümüz.
Cumhuriyet’i savunanlar, Atatürkçüler okudu onların kitaplarını. Konserlerine gidenler, albümlerini alanlar yine onlardı.
Acıyı da umudu da söze dökme konusunda ustadırlar. Marş bestelemek ise nefes almaktan daha kolaydır onlar için.
Peki, neden?
Cumhuriyet’in son 20 yılı baskı rejimiyle geçiyorken, laik Türkiye’nin temeline dinamit konulmak isteniyorken ve tüm bunlara rağmen Atatürk’e olan bağlılık artıp Cumhuriyet değerleri daha fazla sahipleniliyorken…
Neden?
Cevap ne heyecan eksikliği, ne ruhsuzluk ne de marş yazdıramayacak kadar ölmüş bir millet var…
Cevap, Cumhuriyet’e yabancılaşmış sanatçıların olduğu bir dönemdeyiz maalesef. Demirel’in 25 sene önce verdiği demeç, bugün doğruluğunu koruyor.
Tek umudum, bu yazı yaklaşık bir ay öncesinde yazıldığı için 29 Ekim sabahına tıpkı 10. Yıl Marşı gibi 90 yıl sonra bile aynı coşkuyla söylenecek bir 100. Yıl Marşı duyabilmek.
Türk milleti, Cumhuriyet’inin 100. yılını da heyecanla bekleyecek, coşkuyla kutlayacaktır.