Türk Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılını kutluyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devleti tarihte üçüncü kez TÜRK adıyla kurulmuş bir devlettir. İlk kez Türk Kağanlığı adıyla Kök Türkler VI.,VII. yüzyılda devlet kurmuşlardı. Göktürk adıyla anılış nedeni, Tengri=Tanrı=Gök anlamları ve yönüyle kutsanmış olması ve Türkçedeki bazı sözcüklerin başındaki K’lerin G’ye dönüşmesi de bu değişiklikte etken olmuştur. Türk Kağanlığı, kökü, soyu Türk olduğu için Kök=Gök sıfatının ve yücelendirmenin sonucu Kök Türk Devleti olarak yazıla gelmiştir.
İkinci kez Türk adıyla kurulan devlet, 1919’da Azerbaycan’da, Türklerin Ruslara karşı bağımsızlığını ilan eden ve kısa süre yaşayan Azerbaycan Türk Cumhuriyeti’dir. Bu konuda büyük bestekar ve yazar Üzeyir Hacıbeyli, 1919’da Bakû’da yayınlanan Azerbaycan gazetesinde şunları yazmıştır: “Azerbaycan Türk Cumhuriyeti sağlam bir ulus düşüncesi ve Türklük bilinci üzerine kurulmuştur”
Aynı milli bilinç ve düşünce ile ÜÇÜNCÜ kez 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti olarak ilan edilmiştir. Türk Cumhuriyeti denmesi milli bilinç ve uyanıklık gereğidir. Çünkü devletini tek kurucusunun ve sahibinin Türk ulusu olduğunu hatırlamak ve unutmamaktır.
- yılını kutladığımız Cumhuriyet’in Türk olarak anılması çok manalıdır ve çok hassas bir konudur. Neden? Çünkü hâlâ Türkiye’de 9 Eylül’de denize döktüğümüz müstevlilerin emellerine göre hareket edip teröre devam edenler ve onları destekleyenler var.
“Halklar” sözcüğüyle siyaset yaparken Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk’e ortak, ikinci sahip peydahlamaya çalışanları AB de, ABD de desteklemektedir. Onların bu ortaklığı ve ortaya çıkış emellerini, uydurma tarih iddialarında ve son olarak Malazgirt’te “Diyojen’e karşı savaşanlar arasında Kürtler de vardı” safsatasında da görürüz. Atatürk’ün tarih teziyle belirlenen beş bin yıllık Anadolu Hatti Türklüğünde de, Malazgirt girişinde de, Alparslan’ın erleri vardı, Türkler vardı; Kürtler yoktu. Selçuklu Türkü’ne karşı son Haçlı savaşı olan 1156’daki Anadolu’yu koruyan Çivril Savaşı’nda da sadece Türkler vardı, Kılıçarslan vardı.
Bu konuda Kürtlerin Doğu Anadolu’da ilk yerleşik kavim olmadığını, ikibin yıl öncesinin Hatti Türklerini hatırlatıp, Kürtlerin daha sonradan geldiğini, rahmetli yazar Ahsen Baturbir çok eserinde dile getirmiştir.
Rum ve Arap yazarlardan alıntı yapan Ahsen Batur, Malazgirt’te Kürtlerin savaşmadığını Türk Solu dergisinde daha 2014’te yazmıştı. “Sözü edilen on bin kişinin belki birkaç binini oluşturan Kürtler, burada çarpışmaya bizzat katılmamış, ganimetten pay almak veya galip tarafın beğenmediği ganimetleri toplamak için diğerleriyle birlikte bir kenarda beklemeyi tercih etmişlerdir.”
“Halklar”, “halklara özgürlük” söylemleri gibi “Türkiyeli”, “Türkiye kökenli”, “Türkiye kültürleri” sözlerini kullananların da bu Türk yurdunda yabancı maşası olarak iyelik=sahiplik savındaki bölücülere hizmet ettikleri, Mustafa İzberk’in“Kim Türk? Türkçe Ne” kitabında örnekler verilerek anlatılmaktadır:
“Bugün yurdumuzda bir Kürt sorunu var mı? Yoksa biz daha dün, 15 yıl süren, 30 bin yurttaşımıza mal olan örtülü bir ‘sömürgeci batılı-Mazlum Türk’ savaşı yaşamadık mı? Atatatürk’ün kurduğu devletin yurttaşları, kendilerini kimi federal devlet uyrukları gibi söz gelimi Amerikalı nitelendirebilirler mi?Hiç yer yüzünde kendine Almanyalı, İtalyalı, Arabistanlı diyen kimse var mı?”
Yukarda belirttiğim “halklara özgürlük”, “halklar”, “Türkiyelilik” kavramlarında olduğu gibi yeniden hortlatılmak istenen “Osmanlıcılık”ta da Türk ve Cumhuriyet düşmanlığı var.
Bu tehlikeyi ilk kez Atatürk’ün silah arkadaşı Asım Gündüz Paşa anlatır. Osmanlı Sultanlığı bir imparatorluktu. İçinde Rum, Yunan, Bulgar, Makedon, Sloven, Arnavut, Maruni, Süryani, Vahabi, Yezidi, Arap, Yahudi, Bulgar topluluklar vardı. Osmanlı Meclisi bile bu toplulukların temsilcileriyle doluydu. 17 Aralık 1909’da Osmanlı Meclisi’nde142 Türk’e karşılık 133 yabancı vardı (60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum [Yunan], 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1 Ulah)
İşte “Yeni Osmanlıcılık” peşinde koşanlar, AsımGündüz Paşa’nın deyimiyle Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı olanlardır. Osmanlı’nın askeri okulları bile daha sonra ihanetleri görülen subaylarla doluydu.
Asım Gündüz Paşa, bu Osmanlı Harbiyelilerinden Arnavut Esat Toptani’nin 1912’de İşkodra savunmasını yapan Hasan Rıza Paşa’yı muharebe sırasında öldürdüğünü anlatır. Esat Toptani Paşa, savunmayı bırakıp Arnavutluğa kaçmıştır.
“O zaman Tükçülük fikri İslamlık ve Osmanlılık akımları kadar işlenmemişti. Bizler Osmanlılık potası içinde bütün müslümanların birleşeceği inancındaydık. Bu inanç ve duygularla gerek Harbiye’de gerek Akademide Suriyeli, Iraklı, Hicazlı arkadaşlara samimi yakınlık gösteriyorduk. Buna karşılık onlar daima bizlerden ayrı kalıyor, çekiniyorlardı. Mustafa Kemal’in bir gün şöyle konuştuğunu hatırlıyorum:
– Göreceksiniz bu Araplar bize bir oyun oynayacaklar. Hilafet ve benzeri müesseselerin hiçbir değeri yoktur. Onlar bir Arap imparatorluğu peşindedirler. Avrupa ve Balkanlarda uyanan milliyetçilik, Fransız Mektepleri vasıtasıyla Suriye’ye de girmiştir. Bunlar Osmanlı imparatorluğunun temeline bomba koyacaklardır.”
Osmanlı Meclisi’ndeki Araplar bile halifeyi dinlemeyip İngilizlerle iş birliği yaptı.
Mustafa Kemal’in Romanı, işte bu anı kitap gibi yüz kadar Atatürk’ün arkadaşlarının ve onu değerlendiren bilim adamlarının kitapları kaynak alınarak yazılmıştı.
Atatürk’ün kurduğu Türk Tarih Kurumu’nun basımını yaptığı Hasan Cemil Çambel’in hatıralarında da Atatürk Cumhuriyeti ile köhne Osmanlı’nın sona erdiğini yazıyordu:
“Genç Türkiye’nin Kemalist inkılapla İslam-Osmanlı medeniyetinden Laik Türk kültürüne geçişi Kopernik inkılabına benzer tam bir fikir ve ruh değişikliğidir. Türklüğün temelleri üstünde yükselecek asri kültürümüz ve bununla devlet, millet, ilim, edebiyat, sanat, iktisat ve teknik kuvvetlerimiz kendi büyüme yolarını tuttu.”
Osmanlı’yı ve Osmanlıcılığı tarihe gömen Atatürk, kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin ancak Türk soylularca yönetileceğini şu sözleri ile açıklar:
“Efendiler!
Aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne çıkaracağın adamların kanındaki, vicdanındaki asli cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin.”
Amerikalı Profesör George W. Gawrychl, Atatürk’ün büyük bir önder, kumandan ve devlet adamı olmasını iki özelliğe, kavrama bağlar: “Bu kavramlar dimağ ve vicdandır. Öncelikle, bir askeri ve siyasi lider olarak Atatürk’ü ele almak isterim. Atatürk, bu alanların her ikisinde de en yüksek seviyeye ulaşmıştır.
(…) Atatürk, sadece bir siyaset adamı değil, aynı zamanda savaş alanındaki başarıları takdire şayan bir savaş generalidir. Askeri çalışmalara profesyonel bir yaklaşım getirmiştir. ‘Atatürk ve İstiklal Savaşı’ konulu derslerime katılan her Amerikan subayının, Atatürk’ün başarılarından çok etkilendiğini söyleyebilirim.”
“Araştırmalarımda Atatürk’ün Dimağ ve Vicdan sözcüklerini yazılarında ne kadar sıklıkla kullandığını şaşkınlıkla gözledim.”
“Dimağ’ın en iyi tercümesi, bir kişinin kendisini ve çevresini anlamak için kullandığı düşün veya yüksek düşünce faaliyeti olarak sunulabilir. ‘Dimağ’ derin ve geniş bir terimdir. Aklı ve düşünceyi kapsar. ama onlardan derin bir düzeydedir. Modern Türkçede ‘dimağ’, beyin olarak karşımıza çıkmaktadır.”
“Vicdan” nedir? Şemseddin Sami’nin 1901 yılında yayınlanan Kamus-i Türki adlı sözlüğünde “vicdan” veya “vicdani” sözcüğünün şu şekilde tanımlandığını gördüm: “Kalbte, iyilik yapmaktan zevk, kötülük yapmaktan ise acı duyan algılanamayan his”.
Atatürk’ün yönetici için aradığı kanındaki, vicdanındaki cevheri bu bilim adamının dimağ ve vicdan açıklaması ile yorumlayınca, 25 yıldır iktidar da olanın Türk Cumhuriyeti’ne ve Türk milletine yaptıklarını, iyilik ve kötülük cenderesinden muhakkak geçirmeliyiz.
Dimağ, aklı, beyni olanın naslara, hurafelere, tarikatlara sarılmayacağını söyler. Vicdanı olan, halkı enflasyonla geçim sıkıntısı çekerken her günü milyonluk israfa neden olan saraylarda oturmaz, beş altı uçağı kullanmaz. Bu tek adam zihniyeti kan, vicdan ve dimağ muhakemesi ile bağdaşmaz.
Tiflis’te “Ben Gürcüyüm” derken Ankara da “Ben Türküm ama Türkçü değilim” sözleri, oy verenleri kandırabilir ama Atatürkçüleri kandıramaz. “Millet” deyip, “Türk milleti” diyemeyenlerin kandırması uzun sürmez.
Şimdi niçin Cumhuriyeti Türk Cumhuriyeti olarak kutladığımız daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün ilke ve devrimlerine, onun yüce Türklük ülküsüne göre hayat bulmuştur. Atatürk“Türk” sözcüğünü hitaplarında hançeresini yırtan, gönlündeki millet sevgisini taşıran büyük bir heyecanla söylerdi. İşte ulu önderin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmalardan bazıları:
“Cumhuriyet yeni ve sağlam temelleriyle Türk ulusunu güvenli ve sağlam bir geleceğe yönelttiği gibi, düşüncede ve ruhlarda yarattığı güvenlik yönü ile de tam anlamı ile yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur.”
“Bu arada ulusumuzu gece gündüz uğraştıran başlıca büyük bir sorun da gerçek sahibi öz TÜRK olan İskenderun- Antakya ve bölgesinin geleceğidir.”
“Kendine inkılabın ve inkılapçılığın çeşitli ve hayati görevler yüklediği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde dikkatle durulacak milli sorunumuzdur.”
Türk Cumhuriyeti yüzücü yılını kutlarken hükümetin bu anışta yanlış logo (görsel) ve slogan (adıl) seçtiğini belirtmeliyiz. Bayrağımızdaki ay yıldız tahrif edilemez.
Önümüzdeki yüzyıla “Türkiye Yüzyılı” denemez, “Türkiye Cumhuriyeti Yüzyılı” veya 1990’dan sonra bağımsızlıklarını kazanan diğer Türk Cumhuriyetlerini (Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan) de kapsayacak şekilde “Türk Yüzyılı” denmeliydi.
Atatürk yalnız Türk Dünyası için değil insanlık için “bağımsızlık, devrimcilik, ilericilik ve laiklik” örneği olduğuna göre İleri dergisinde Gökçe Fırat’ın yazdığı gibi daha kapsamlı şekilde “Atatürk Yüzyılı” da denebilirdi.
Aynı dergide Rahime Cura da “Cumhuriyetin ikici yüz yılı, Atatürk Yüzyılı olacaktır” dileğinde bulunmaktadır. Yazımızı bir çok yabancının “Atatürk Cumhuriyeti” diye tanımladığı bu devletin kurucusunun 10. yıl konuşması ile sonlandırırken ereğimizi daha iyi anlayacağınızı umuyoruz:
“TÜRK Milleti!
Kurtuluş savaşımıza başladığımızın 15. yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun.
Bu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli TÜRK KAHRAMANLIĞI ve YÜKSEK TÜRK KÜLTÜRÜ olan TÜRKİYE CUMHURİTETİ’DİR.
Yurdumuzu, dünyanın en mamur medeniyetleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah araçlarına ve kaynaklarına kavuşturacağız. Ulusal kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.”
TÜRK MİLLETİ’nin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müsbet ilimdir. Yüksek bir insan toplumu olan TÜRK MİLLETİ’nin bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Büyük millet olduğumuzu, bütün medeni alem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
TÜRK milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE.”