Güncel yaşamını sürdürecek kadar aklı, izanı ve insafı olan her Türk vatandaşı; ülkemizde sosyal, siyasi ve kurumsal olarak büyük bir çözülme ve dağılmanın olduğunu görüyor ve endişe duyuyor.
Bu dağılma sosyal olarak ekonomiyi, siyaseti, toplumun ahlak ve psikolojisini, vatandaşlık ve yurttaşlık bilincini altüst etmiştir.
Objektif dağılma kurumsal yapıda daha nettir. Ülkenin sevk/idare ve yönetimi (bürokrasi), adalet ve hukuk kurumu, eğitim kurumları, güvenlik kurumları dağılmanın eşiğindedir.
Sonuç olarak ‘çürüme’ diye kavramlaştıracağımız bu durum elbette ki bir anda olmadı. Devlet ve milletlerin yaşam kronolojileri insan ömrü gibi değildir. Çok daha uzun zaman boyutuna yayılmıştır.
Bunu bir örnekle anlatacak olursak; Osmanlı Devleti’nin sadece yıkılıp ortadan kalkma süreci bile üç yüzyıl sürmüştür. Ama gözüken o ki, Türkiye Cumhuriyeti bu ‘dağılma’ sürecine çok daha hızlı girmiştir.
Şimdi, aklını ve vicdanını kiraya vermemiş olanlar (aydınlar) olanca gücü ile duruma müdahil olmalıdır.
Değerli okuyucular sizlerin de takdir edeceği gibi bu ‘müdahillik’; bilgi birikimi, tecrübe ve bir nevi deneyim gerektiren zorlu bir iştir.
İşte bu cümleden olarak, aşağıda sıraladığım başlıklar çerçevesinde yaptığımız tespit, tetkik ve analiz sonucu ülkemizin nasıl ayağa kalkacağını yani diriliş yolunu önermeye çalıştık.
1- İnsanın Tarihi
2- İnsanın İlkel Hali
3- Sürü İnsanı (İnsanımsı İnsan)
4- Köy-Varoş-Kent-Arabesk
5- Arabesk Savrulma
6- Cehalet
7- Bir Beka Sorunu Olarak Cehalet
8- Mitoloji-Derin Bağlantı
9- Fakirlik-Çaresizlik
10- İhanet
11- Siyasal İslam
12- Siyasal İslam’ın Çöküşü
13- Sahtecilik-Riyakârlık
14- Kadın Korkusu
15- Kadının Kurt Hali (Yaşamı Savunma)
16- Çürüme
17- Toplumsal Diriliş
1- İnsanın tarihi
Bizim insan olarak dört buçuk milyon yıllık bir ‘ar-ge’miz var. Son 300.000 yıldır bize insan diyorlar; yani Homo Sapiens. Bunun son 50 bin yılında da modern insan diyorlar.
300 bin yıl önce Homo Erectus, Neandartaller ve Homo Sapiens’in ataları da ateşi günlük olarak kullanıyordu.
İnsanlık tarihinin %99’unu hemen hemen hiçbir medeniyet belirtisi ve hiçbir şey olmadan, doğa şartları içerisinde diğer bütün canlılar gibi günü ve ‘an’ı kurtarmak için savaşarak geçirdik.
Peki nasıl geçirdik? Bedenlerimize bir bakalım. 300 bin senedir bu bedenlerle gezip dolaşıyoruz. Yani tabiattaki herhangi bir ortamda hayatta kalmaya asla uyumlu olmayan bedenlerle…
Modern insan (aklını diğer canlılardan farklı kullanan) dediğiniz 50.000 senedir burada. Bu sürecin yarıdan fazlasını (30.000 sene) hemen hemen hiçbir gelişme olmadan tabiat şartları içerisinde savaşarak geçirdik.
Yazıyı 6.000 sene önce icat ettik.
1600’lere kadar bütün dünya insanlığı teolojik tekdüze yaşıyor; Teokratik (Siyasi iktidarın, Tanrı’nın temsilcileri olduklarına inanılan din adamlarının elinde bulunduğu toplumsal, siyasi düzen) olarak yönetiliyordu.
Batı Avrupa…
1600’lerden itibaren Avrupa’da siyasi-sosyal bir kırılma yaşandı. Teoloji yerine aklı öncülediler.
Rönesans ve Aydınlanma (1450-1600)
Avrupa’da sanat, bilim ve edebiyat alanında büyük bir yeniden doğuş yaşandı. Leonardoda Vinci, Michelangelo ve GalileoGalilei gibi isimler bu dönemin öne çıkan şahsiyetlerindendi.
1600-1800: Aydınlanma Çağı
Akıl ve bilimin önem kazandığı bu dönemde, John Locke, Voltaire ve ImmanuelKant gibi düşünürler bireyin ve özgürlüğün önemine vurgu yaptılar.
Sanayi Devrimi ve modern dönem
Bu dönemde buhar gücü ve makineleşme ile üretim süreçlerinde büyük değişiklikler yaşandı. Kentleşme hızlandı ve yeni sosyal sınıflar ortaya çıktı.
1900-2000: 20. Yüzyıl ve Teknolojik İlerlemeler
Elektrik, otomobil, telefon ve internet gibi buluşlar hayatı köklü bir şekilde değiştirdi. İki dünya savaşı, soğuk savaş ve küreselleşme bu dönemin önemli olaylarındandı.
2000-Günümüz: Bilgi Çağı ve Dijital Devrim
İnternetin yaygınlaşması ve bilgiye erişimin artmasıyla, dijital teknolojiler hayatın her alanında devrim yarattı. Yapay zekâ, genetik mühendisliği ve uzay keşifleri gibi alanlarda büyük ilerlemeler kaydedildi.
Bu kronoloji, insan aklının, toplumlarının ve medeniyetlerinin nasıl geliştiğine dair genel bir bakış sunmaktadır. Her bir dönemde, insanların karşılaştığı zorluklar ve elde ettikleri başarılar, bugün geldiğimiz noktayı anlamamıza yardımcı olur.
Doğu (İslam) toplumlarında…
Ortadoğu toplumlarında, daha doğrusu İslam toplumlarında tarihi kronoloji farklı gelişiyordu. İslamiyet, ortaya çıkışından (610) 70 sene sonra 680’de Kerbela’da kırıma uğradı. İslam tarihinde birçok kırılma noktası vardır ama bu ilk ve en önemlisidir. Zira Siyasal İslam’ın ortaya çıktığı yerdir burası.
***
Türkler Müslüman olduklarında, yaklaşık miladi 10. asırda, karşılarında Emevîlerin İslam’ını buldular.
Aslında İslamiyet (Türk coğrafyasına) Maveraünnehir’e dayandığında (900-1000) yıllarında (Farabi, İbni Sina, Maturidi, Kindi ve hatta İmam-ı Azam) Kur’an’ı yeniden yorumlayıp Hz. Peygamberin ve Kur’an’ın bakış açısını asli ifadesine kavuşturmuşlardı. Kur’an’da yüz değil belki bin yerde geçen ‘akıl’ı yeniden tarif etmiş ve temel cümle olarak: “Akıl ile Vahiy karşı karşıya gelirse Aklı tercih edin” Kur ’ani düsturunu önermişlerdi.
Bu yüzden bu büyük bilgeler tekfir edilerek ya öldürülmüş ya da diyardan diyara kaçmalarına sebep olmuşlardır (Tarikatlar, özellikle günümüzdeki Nakşi tarikatı bu yüce insanları hala tekfir edip dururlar).
Türkler; o genel söylemdeki gibi İslam’la şereflenmediler, sahip oldukları şereflerini de kaybettiler. Arap kültürü Türk sosyal yapısına asit etkisi yaptı ve eritti. Türk kadını toplumdaki saygın yerini kaybetti, Türk erkekleri yalancı, sahtekâr insanlar oldular.
Sözün özü; aklı önceleyen Batı, sanayi devrimini 200 sene, dijital devrimi de 30 sene önce yürürlüğe koydu. Son bin yıldır insanlığa yarar tek bir Müslüman icadı yok.
Sadece Mustafa Kemal 1920-38 arası aklı önceleyerek adeta ikinci bir İslam devrimi yapmıştır. Gerisi bir acıklı hikâyedir.
***
İslam tarihinde ikinci kırılma noktası; 847’deki Abbasi halifesi Mütevekkil’in halifeliğe veya hilafete getirilişi ile başlar.
Abbasi iktidarında 847’de çok önemli bir değişiklik oldu. Abbasi hilafetinde bir ihtilal ‘Abbasi İhtilali’gerçekleşti. Ama buna aynı zamanda ‘Hanbeli ihtilali’ de deniyordu.
Burada ‘Hanbeli’ ihtilali dememdeki kasıt, ehli hadisin iktidar olması anlamınadır. Akıl ve bilgiyi öne alan, eleştirel düşünceyi öne alan, bilgiyi önemseyen anlayış yavaş yavaş terk edilmişti.
Bunun yerine bizzat iktidar baskısı ile ‘nakil’ devreye sokulmuş ve yürütülmüştür. Bu durum bir süre sonra Müslüman halkı tamamen dogmatik bir sürece doğru itecektir.
Burada ehli hadis son derece etkilidir, çünkü Halife Mütevekkil, Selefi düşünce ile beslenmiş ve Selefi düşüncenin yaslandığı veya beslendiği kaynak olan Ahmed bin Hanbel’in ısrarlı takipçisi olmuştu.
Böylece Mütevekkil devrimi ile ehli hadis, yani Selefi anlayış iktidar olmuş ve iktidar mezhebi haline gelmiştir.
Abbasi Halifesi Mütevekkil ile ‘akıl’ devre dışı bırakılınca, bilim de gerilemiş ve mukallitlik (taklit) dönemi başlamıştır.
İşte bu süreç aynı zamanda Türklerin de Müslüman olmasını beraberinde getirecektir
Akıl ve bilimin ötelendiği dönemlerden sonra yani 10. asra doğru Türkler İslam’ı benimseyecek; böylece Arap İslam tarihinde Türkler (Mevali) vasıtası ile bir akılcı damar (Ebu Hanife’den Maturidi’ye; İbni Sina’dan, Farabi’ye doğru) öne çıkacaktır.
İslamiyet’in ilk üç asrı, kurumsal yapının oluşmadığı bir dönemdir ve bireysel olarak insanlar görüşlerini daha kolay serdedebilmiş; birtakım bilgiler o yüzden çeşitli kanallardan kaynaklara yansımış ve bize kadar akmıştır. Bu aslında son derece önemlidir.
Bu ilk üç asırda fikri anlamda bir serbestlik vardır. Tabii ki iktidarın, siyasetin sultası var ama daha sonraki kurumsal dini yapıya göre daha serbest (large)1 bir ortamdan söz edebiliriz.
Bu dönemde birçok ‘fırkalar’ ortaya çıkmış, çeşitli ‘ekoller’ kendisini göstermiştir, mesela Mutezile gibi akılcı bir akım ortaya çıkmıştır.
Bir süre sonra Mutezile, Abbasiler döneminde adeta iktidar mezhebi olmuştur. Akılcı bir ekolün sarayda etkili olması bilimsel anlamda gelişmelere sebep olmuştur. Daha doğrusu devam eden süreçte bilimsel anlamdaki gelişmelerin önü bu şekilde açılmış, akıl-bilgi ögesi işletilmiş ve çok dinamik bir dönem yaşanmıştır. Özellikle de Harun Reşid sonra Emin, Memun, Mutasım yani 850’lere kadar, aşağı yukarı böyle gitmiştir.
Tabii bu bilimde, düşüncede serbesti durum sonra da devam edecektir ama 850’deki iktidar değişikliği çok önemli bir kırılma noktası olmuştur.
Bu tarihlerde Müslümanların iktidarlarının en talihsiz dönemi başlamıştır. Çünkü, bu dönemden sonra akıl devre dışı bırakılacak ve bilimler tarihi alanında giderek geriye gidilecektir.
İlerleyen dönemde devreye aklı ve bilimi kullanan Türkler (Araplara göre ‘Mevali’ler)2 girmiş ve İslam medeniyeti adına muazzam otoriteler çıkarmışlarsa da devamı gelmemiştir.
Bu tarihte Türklerin de önü kesildi. Böylece Abbasi idaresi dini kendi tekeline alıp Arap dogmatizmi ile adeta aklın, dinin, bilimin üzerine çöktüler. Sonra da İslami iktidarların ve Müslümanların üzerine ‘din’ çöktü.
Burada Türklerin Müslüman oluşunu Araplaşmış dimağların ifade ettikleri “Türkler İslam’la şereflendiler” yersiz söylemin tam aksine, 10. asırda yok olma tehlikesi geçiren İslam, Türklerin devreye girmesi ile yeniden yaşam bulduğu, dirildiği ve yenilendiği gerçeğinin arka planını izah etmeliyiz.
Türk kültür ve hegemonyasının tarihi coğrafyası: 2500 (MÖ. 1000/MS. 1500) yıllık bir dünya iktidarı
Kuzeyde tün ortasından güneyde kün ortasına kadar, “Tundra kuşağından Akdeniz havzasına, Mezopotamya’ya, Türkistan’dan, Adriyatik sahillerine kadar ulaşan” 12 milyon kilometrekarelik alan Türk kültür ve medeniyetinin tarihsel olarak meskûn olduğu coğrafyadır.
Coğrafi keşifler öncesi Amerika ve Avustralya kıtaları haricindeki halklar ve toplumlar için dünya; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarından ibaretti. Kadim coğrafi literatürde bu alana “Eski Dünya” denir. Toplam alanı 85 milyon kilometrekaredir.
Bu alanın 3’te 2’sini oluşturan 55 milyon kilometrekarelik alan tarihsel süreçte Türk boy ve topluluklarının siyasal olarak denetim altına aldıkları alandır.
Türk kültürünün coğrafi derinliği ve genişliği Avrasya’nın kalpgâhı olan bir bölgeyi kapsar.
20° doğu boylamı Budapeşte’de Gül Baba Tekkesi, Batı’daki en son Türk eseri 100° doğu boylamı, Saha-Yenisey hattından Tarım havzasına kadar olan alanın en doğu ucudur.
Güneyde Sudan-Hartum ve Suakin limanından Yemene; kuzeyde Tundra kuşağını takiben Petersburg, Tümen ve Sibirya’ya kadar olan Türk kültürünün coğrafyasıdır. Bütün bu coğrafyalarda Türk kültürünün izleri/eserleri baskındır.
Orta Asya, Arap istilasından (666 senesi) evvelki asırlarda muazzam bir medeniyete sahiplik etmişti. Her şey bir yana, Orta Asya, Araplar gelinceye kadar, çok gelişmiş bir kentler-şehirler bölgesiydi.
Arap istilasından çok önce Yunan coğrafyacı Strabon, daha M.Ö. birinci asırda Orta Asya’yı “bin kentli toprak” diye tarif etmişti.
Bir Bizanslı yazar daha sonra tek bir Orta Asya hükümdarının, yani Baktriya Kralının hükmü altında “yüzlerce kent” olduğunu belirtmişti.
Bir diğer önemli nokta da Hazar Denizi’nden bugün Çin’de kalan Sincan’a ve Afganistan’dan İndus Vadisi’ne kadar serpilmiş olan çok sayıdaki nispeten daha küçük sayılabilecek kentlerin varlığıdır.
Bugün Kazakistan’dan Afganistan’a ve Sincan’a kadar uzanan Orta Asya’da Türkî ve İranî halkların nasıl büyük medeniyetler inşa ettiklerini gözler önüne seriyor.
Kayıp Aydınlanma3 isimli muhteşem çalışmada belirtildiği gibi 800 ilâ 1200 seneleri arasında en büyük ve gelişmiş kentlere, en zarif sanata ve hemen her alanda en ileri bilgi ve teknolojiye sahip olan Orta Asya’nın dünya ticaretini ve ekonomisini nasıl yönlendirdiği tespit ediliyor.
Bunlardan bazısı günümüzde hâlâ mevcuttur: Çeç (şimdiki ismi Taşkent); İran’da Serahs; Sincan’da Kaşgar, Hoten ve Turfan; Afganistan’da Kabil, Herat ve Gazne. Bazılarında ise bugün ya nüfus çok azalmış ya da kent tamamen ortadan kaybolmuştur. Fergâna Vadisi’nde Ahsikent, İran’ın kuzeydoğusundaki Horasan vilayetine bağlı Tus ve Nişabur; Türkmenistan’da Urgenç; Kazakistan’da Otrar ya da Ordukent, Tacikistan’da Hisar…
Bu çok sayıdaki orta ölçekli kentler, Araplar meydana çıkmadan evvel, asırlar boyunca iyi planlanmış birer ticaret ve sivil hayat merkezi olmuşlardı.4
Gonur Tepe ve Marguş kazılarını yapan arkeolog Victor Sarianidi, Orta Asya’daki Ceyhun Nehri vadisinin Nil, İndus ve Fırat-Dicle vadilerinden sonra kent medeniyetinin ortaya çıkışında dördüncü noktayı oluşturduğunu öne sürmektedir.
Kazılar, en eski Orta Asyalıların dünya medeniyetinin diğer üç bölgesiyle geniş ticari ve kültürel ilişki içerisinde olduklarını kanıtlamıştır. En azından bir noktada Orta Asya önde gitmekteydi.
Raphael Pumpelly, 1900’lerde, Fredrik Hiebert ise bir asır sonra bölgede çalışmalar yürütmüşlerdir. Bu iki mahir Amerikalı arkeoloğun araştırmaları sayesinde Bronz Çağı’ndaki Orta Asyalıların ekmek yapmak için buğday eken ilk insanlar olduğu öğrenilmiştir.5
Orta Asyalılar gökbilimi, matematik, jeoloji, tıp, kimya, musiki, sosyal bilimler, felsefe ve ilahiyat başta olmak üzere hemen her alanda başarı elde etmişlerdi.
Cebire ismini veren, hayal edilemeyecek bir isabetlilik ile dünyanın çevresini hesaplayan, daha sonra Avrupa’da tıbbın temelini oluşturacak eserler veren ve dünya üzerindeki en muhteşem şiirlerin birçoğunu yazan Orta Asyalılardı. Hatta Birûni, keşfinden beş asır önce Amerika kıtasının varlığını öngörmüştü. Tarihte aynı mekân ve zamanda bu kadar çok bilim adamının bir arada olduğu başka bir dönem pek yoktur. Yazdıkları Thomas Aquinas’ın döneminden bilimsel devrime kadar Avrupa’yı derinden etkilemişti.
Aynı şekilde Asya’nın büyük bir kısmı ile Hindistan’da da büyük bir tesir bırakmıştı.
İşte yukarıda da ifade ettiğim gibi; Orta Asya 7. yüzyılda Arap istilasından evvelki asırlarda muazzam bir medeniyete sahiplik etmişti.
Dipnotlar:
1) Burada ‘özgür’ kavramını kullanamıyorum çünkü Ortadoğu toplumlarında ‘özgürlük’ kavramı yoktur.
2) Mevali; Arap olmayan Müslümanlara denir. Yani kölenin bir üst modeli; azad edilmiş köle demektir. Emevîler’e göre Mevaliler cizye (haraç, vergi) ödemek zorundadır.
3) Kayıp Aydınlanma, S. FrederickStarr, Çeviri Yüksel Selman İnanç, Kronik Y.2019, İst.
4) Moskova Üniversitesi’nde 1948-1983 yıllarında Orta Asya kentleri üzerine yapılan arkeoloji ve antropoloji çalışmalarında M.S. 7-8. Yüzyılda Merv’in 150.000; Buhara’nın 80.000 nüfusa sahip oldukları tespit edilmiştir.
5) Fredrik T. Hiebert ile KakamuradKurbansakhatov, A Central AsianVillage at theDawn of Civilization: Excavations at Anau, Turkmenistan, UniversityMuseumMonograph, no. 116 (Philadelphia, 2003).