Benzerlikler taşıdığı önceki iki sürecin aksine henüz daha adı bile konmamış bu yeni ihanet planı, en üst seviyede alarm durumuna geçirilen Türkiye’de mevcut iktidar için bir çıkış yolu olarak dayatılmış yeni paradigmanın parçası gibi durmaktadır.
Suriye’de ortaya çıkan yeni kaotik durumun analizi yapılmadan, yalnızca eski jeopolitiğin perspektifinden bu plana karşı tez üretmek, bazı noktaları karanlıkta bırakabilir.
…
Her fırsatta ısrarla vurgulanan fakat sahadaki gerçeklerin bugün itibarıyla artık pek mümkün kılmadığı üniter formdaki “Suriye’nin toprak bütünlüğü” seçeneğini kenara bırakacak olursak en iyi ihtimalde federatif bir yapı üzerinden yeni Suriye’nin tasavvurunu yapmak daha tutarlıdır. Ancak, geçici hükümetin güven vermeyen duruşu ve gidişata müdahil büyük ülkelerin çıkar çatışmaları, muhtemel yeni bir kanlı iç savaşın arifesindeki Suriye için daha sancılı ve parçalı bir son işaret ediyor. Nitekim, başta Dürziler olmak üzere eski rejime yakın etnik ve dini gruplar ilk günlerden itibaren yeni Suriye’deki HTŞ idaresi altına girmemek için direnmektedirler. Açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, Suriye Kürtleri görece daha mutedil hamlelerle ve başka dengeleri de gözeterek sabırla bugünlere gelmiş ve iyi bir fırsat yakalamış konumdadır. Suriye’nin Kuzey’indeki bu yönetimin selefi akımlara karşı direnişi, ya da en azından o şekilde lanse edilmesi, istikrarsızlığın ve barbarlığın hüküm sürdüğü bu coğrafyada toplumsal cinsiyet eşitliğini ön plana çıkarması Batı’daki kamuoyu için ve hatta karar vericiler nezdinde dahi önemli bir etkendir. Aslında gelinen bu aşama Suriye’deki Kürtlerin tarihi bir şansıdır. Her şeye rağmen ne yapacağı tam olarak öngörülemeyen HTŞ’nin geçici hükümette olduğu bir ortamda yine Batı bloku ve İsrail ile uyumlu hareket edecek bir Rojava yönetimi, Batı için göz ardı edilemez bir entite olarak artık çok daha önemli bir aktördür.
Türkiye’deki rejim ise kendi beceriksizliği ve yeni Osmanlıcılık rüyalarıyla attığı skandal adımların sonuçlarıyla boğuşmaktan sağlıklı politikalar üretmiyor. Suriye’deki eski rejimle savaşarak kendi bekasını tehlikeye soktu ve bu arada gereksiz yere hemen dibinde düşman bir yapı ile komşu oldu. Halen Suriye Milli Ordusu (SMO) olarak adını değiştiren gruplar üzerinden vekalet savaşı yürütüyor ama SMO gelen haberlere bakılırsa SDG karşısında neredeyse dökülüyor. HTŞ ile Kürtleri çarpışacağı ve SDG’nin silah bırakarak geçici hükümetin altına gireceği hesaplandı ama orada da umulan şimdilik olmadı, zira ABD’nin telkiniyle de olsa çatışma yerine diyalog başladı ki bu da bir başka olumsuz gelişme. Kürtler ise kendi nüfuslarıyla orantısız bir biçimde çok büyük bir alana hâkim olurken buradaki Kürt olmayan unsurların kendi idareleri altında olmasını bir başarı olarak gösterebildiler.
Öte yandan, topun ağzındaki İran’ın hamleleri henüz görülmedi, bir Kürt kartı oynayabilir. Ve yine, her ne kadar Pentagon yalanlasa da ABD’nin Ayn-el Arab’da (Kobani) kuracağı üs ve uçuşa yasak bölge de statüyü netleştirecek faktörlerdir.
…
Şimdi burada esas sorun daha önceki açılım siyasetlerinde olduğu gibi yerli bir çözüm siyasetinin ortaya konamamasıdır. Ancak bu sefer şartlar daha çabuk bir karar almaya zorluyor. Dikkat edilirse sadece İran’daki rejim ayakta kalma mücadelesi vermiyor, yaklaşan tehdit karşında panikle devreye soktuğu yeni politikalara baktığımızda Türkiye’deki rejimin de bir varlık-yokluk mücadelesi verdiğini söyleyebiliriz. Elbette bunların hiçbirisi halkların yararına olan politikalar değil, iktidarlarının devamını sağlayacak geçici çözümlerdir. Ayrıca şunu belirtmek gerekir: Türkiye’nin menfaatini düşünsün ya da düşünmesin aklı başında hiçbir Kürt bu çözüm safsatasına güvenmiyor.
Önümüzdeki günlerde yine bu bağlamda başlayacak yeni anayasa çalışmalarında güya ilk dört maddeye dokunmadan “özgürlükçü” bir anayasayı, hatta “Demokratik konfederalizm” gibi Apocu doktrinleri çağrıştıran anayasayı milletin önüne getirebilirler. Şayet 400 milletvekilini bulabilirlerse bu iş mecliste biter ve anayasayı geçirmenin de ötesinde seçime girmeden seçimi kazanmış gibi olurlar.
Önceki süreçlerde yöneltilen “Tartışmaları ve çözümün içeriğini neden meclisten kaçırıyorsunuz?” eleştirilerine karşın bugün mecliste bu işlerin masaya yatırılması sizleri yanıltmasın. Milletin iradesine bir hassasiyet yok, aksine Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı o kutsal meclis çatısı altında tamamen pervasızca bir saldırı yani milletten çekinmeme hali var. Bu ihanet planında DEM parti de tarafını nihai olarak seçmiş bulunuyor. Türkiye’nin bir partisi olmak yerine kendi ifadeleriyle “Bir Türkiye partisi” olmayı tercih etmiş görünüyorlar; yani dört parçalı ama mevcut egemen devletler içindeki sınırları silik Kürdistan’ın “Türkiye’deki partisi”...
…
Daha önceki yazılarda NATO üyeliğinin Türkiye’deki sağ iktidarlarla bunlarda mündemiç ve müstakil gerici fraksiyonlara ciddi fırsatlar sunduğunu hatta bugünlere gelinmesinin zeminini hazırladığını ifade etmiştim. Bu pakta üyelik, herhangi bir yere saldırı başlatmadığınız müddetçe sizi olası Rusya ve İran tehdidine karşı koruma kalkanı altına alır ancak size daha farklı metotlarla kendi politikalarını dayatmayacakları anlamına gelmez. Nitekim her seferinde Türkiye’nin başına gelen budur. Fakat bu son girişim, neyse ki halkımızda bir heyecan uyandırmadı ve şaşkınlıkla beraber ciddi tepkiler var. Hazır başlamış ve utanmazca ilerleyen bu yeni süreçte aziz milletimize tavsiyem; her yerde Türk devletini gasp etmiş bu korsan rejimin tersine hareket etmeleridir. Bu açıdan “Devletim ne derse o” anlayışını da reddediyoruz!
Devletin içine virüs girmişse onun kutsiyeti ortadan kalkmıştır. Esasen kutsal devlet diye bir şey de oksimorondur, kendi putuna tapınmaktadır. Çünkü bir devlet ancak asli unsuru olan milletinin itibarı ölçüsünde kıymetlidir. Milyonlarca Türk’ün hem yurt dışında ve hatta kendi öz yurdunda nelere maruz kaldığını bir düşünün. Türk olmak dışında her şeyin makbul olduğu bir Türkiye mi istersiniz yoksa sürücü belgenizin bile geçmediği ve size hep şüpheyle yaklaşan Avrupa mı?
Bugün her ikisi de mevcut ama Türkiye’deki rejim bunlara rağmen hâlâ kendisini Suriye’deki tüm etnik ve dini unsurların hamisi olarak görüyor; öte yandan koskoca bir şirketler grubuna Putin’in kayyum atamasına ve tabii bu arada o şirketin piyasa değerinin dibe vurup on binlerce yatırımcısına zarar ettirmesine engel olamıyor. Bu ne pişkinlik!
Aziz milletimiz bu denli sorumsuz, kendi iktidarını koruma arzusu vatan aşkından daha yüksek bu güruha mahkûm değildir. “Devlet” dedikleri korsan rejim vatandaşın aleyhine işliyor. Ayrıca unutmayalım ki, bu millet devleti o kadar putlaştırmış olsaydı yüz yıl önce bir istiklal mücadelesi de veremezdi. Sonuçta o günlerdeki devlet de aciz ve tebaasına karşı sorumsuzdu.
Ordu-Millet mücadelesi ve düşmanı kahredici bir zaferle kuruldu cumhuriyet. Milletimiz her şeye rağmen kahraman ordusuna, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin o genç ve onurlu subaylarına sahip çıksın. Mustafa Kemal’leri yalnız bırakmayacaklarına eminim.