DEM Parti Eş Genel Başkanı Bakırhan’ın, geçtiğimiz yılın 23 Ocak günü yaptığı konuşmayı anımsarsak bugünkü düzeneğin nasıl önceden kurulduğuna ilişkin ipuçlarını birbirine bağlayabiliriz. Eş Başkan, Kürt sorununun (AKP’ye göre Kürt sorunu yok, terör sorunu vardı!) çözümü için Türkiye Cumhuriyeti Devletini adres olarak göstermiş, “Türkiye’deki Kürtler, Kürt olarak yaşamak istiyor. Yükselen milliyetçi ve ırkçı dalgaya karşı bizi ancak ortak değerlerimiz olan barış ile demokrasi bir arada tutabilir, güçlendirebilir. Bu sebeple herkesi güçlü bir ülke uzlaşısına katkı sunmaya davet ediyoruz. Bizler toplumsal uzlaşıyı güçlendirebilirsek, bu milliyetçi ırkçı dalgayı durdurabiliriz” demişti. Konuşmasının devamında da asıl tehdidin ırkçı ve milliyetçi kesimlerden geldiğini vurgulamıştı. Şimdi görülüyor ki o tehdit edici milliyetçi ve ırkçı güç, başkanından vekiline dek ayrılıkçı Kürt siyasasının yakın dostu olmuş! Yetmemiş; MHP, İmralı’nın canisini TBMM’ye çağıracak denli milliyetçiliği pas pas yapan bir ihanetin altına imza atmış. Gerisi inanılmaz gibi geliyor insana; evladını PKK teröründe yitiren anaların yürek sancısını yaşanmamış saymış, toprağa düşen ve sakat kalan binlerce gencin üzerinden çıkar hesapları yapmayı Türkiye’nin bekası diye yutturmaya kalkmış! Hiç utanmadan, saklamadan, açık açık ihanetin nedenini de açıklamayı siyasetin gereği saymış: Terörün bitirilmesi ve iç barışın sağlanması! Yalnız mı? Hayır! Ortağı Sayın Erdoğan “Kü” demeden Sayın Bahçeli “Kürt” diyemez!
İhanet kimden geldi?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve onun Türk ulusuyla bölünmez bağlarını koparmak, bunu Kürtlere özgürlük algısıyla sarmalamak, yine bu girişimi Suriye ile eşzamanlı olarak gündeme koymak, ABD’nin Erdoğan’ın önüne koyduğu görev listesinde zaten vardı! Ayrıca bu listede “İslami demokrasi” dedikleri usdışı bir siyasal seçenek de vardı. İşte Sayın Erdoğan’ın gerçekleştirmek istediği İslami devrim, ABD’nin öngördüğü yönetimdir. Kurtuluş savaşı kazanmış bir ulusun, yeniden kurtulacak duruma düşmesi ve bu ihaneti Kürtlerden ve Müslüman bilip seçtikleri dinci siyasetçilerden görmesi tarihsel bir deneyimsizliğin sonucudur.
Türkiye’ye özgü, dünyada değerini yitirmiş, ilkçağ demokrasini anımsatan öyle yıllar yaşadık ve yaşıyoruz ki halkların anlayamayacağı, bir gün sonrasını düşünemedikleri küresel bir satranç oyununun piyonları gibiyiz. Türkiye Devleti’nin nereye savrulduğunu, devleti eline geçirenlerin ne amaçladıklarını, paçamızı zor kurtardığımız Orta Doğu ilkelliğinden ne beklediğimizi salt SayınErdoğan-Bahçeli ikilisi ve ABD biliyor! Bizim payımıza 100 yıl sonra düşen demokrasi modeli işte bu…
Dünya siyasetinde her daim ‘olacak olanın’ geçmişi daha önemlidir. Taşlarını nasıl, nereye ve ne zaman süreceğini kestirebilen kazanır. Erdoğan’ın iyi bir satranç oyuncusu olduğunu söylemiyorum; ama çok iyi bir hatip olduğu tartışmasız. Onu yetiştirip göreve hazırlayan ve kullanan “yüksek aklın” ustalığı, Erdoğan’a geniş bir hareket alanı sunarken, başarılı olmasını sağlayan tedbirleri de ondan esirgemedi. DEM’li Ağaların “açılım” çağrısına balıklama atlamaları, faşist dedikleri SayınErdoğan’ın ayağına “Kürtlere özgürlük” istemiyle gitmeleri ABD’nin gündemiydi. Liderimizin Kürtlere vereceği sözde özgürlük (!) yeni anayasa ile kazanacağı sonsuz güç ve dokunulmazlık yanında çok küçük bir ayrıntıdır. Kürtlerin ilk açılımda olduğu gibi avuçlarını yalama olasılığı da Sayın Erdoğan’ın keyfine bağlıdır!
Kürtler özgürlük, asrın lideri anayasa peşinde…
Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana emperyalizmin üzerinde çalıştığı Orta Doğu projesinde sona gelinmektedir. Erdoğanlı Türkiye’nin kendisini yakından ilgilendiren yeni haritadan bir pay beklemesi ciğerci kedisinin umudu denli azdır. Biz bunları düşünürken, umutlarımızı yitirmemişken, Sayın Erdoğan da kendi düzenin sürmesi adına büyük taktikler geliştirmenin peşindeydi! En önemli sorunu CHP değildi elbette; aşamadığı sorun, gücünün eksildiğini hissetmesi, bunun Atatürkçü gücün yükselişiyle at başı gittiğini görmesiydi. Evet, iktidar olmuştu Sayın Erdoğan, Milliyetçi-İslamcı MHP ve Başkanı Bahçeli bunu sağlamıştı. AKP iktidarı tüm aparatları kullanarak 22 yıldır devleti elinde tutuyordu, lakin Sayın Devlet Başkanı Erdoğan bir türlü muktedir olamıyordu! Siyaseten ipler elindeydi; Atatürkçü, laik ve vatansever demokratların belini bir türlü kıramamıştı. Son yerel seçimler bunu göstermişti. En çok istediği şey davasının gereğini yapmaktı; bu başarısızlık, “Dünya Liderinin” daha uzun zaman Türkiye’nin başında kalmasıyla giderilebilirdi ancak! Yapılacak şey kendi anayasasını meclisten geçirip tek adamlığını yasallaştırmaktı. Gerisi usta lider için çocuk oyuncağı idi. Beceremediği Müslüman-Toplum dönüşümünü yeni anayasanın yardımıyla tamamlamak, laikliği ve Türk Milleti sorununu(!) gündeminden çıkarmak önünü açacaktı. Türkiye Kürtlerini kullanarak, CHP ve İYİ Parti’ye gerek duymadan gerçekleştirmek istediği işte budur. Yeni baskıcı bir anayasa, mecliste dediğini yapacak iki partili yeni bir meclis! Suriye’deki yeni ABD-İsrail düzenlemesi ile Erdoğan’ın sınırsız iktidar hamlesinin çakışması hiç şaşırtıcı gelmesin; güçlü, otoriter bir liderin gölgesindeki ılımlı bir Türkiye’yi Orta Doğu’da büyük işler bekliyor!
MHP’nin ipini Kürtler çekiyor!
Kürt sorunu 80’lerden bu yana iktidarların ve ordunun kullandığı, mağduriyeti oynadığı, halkı sindirdiği, emekçileri yürütmediği, meclis koltukların önemini belirleyen acılı ve yıkıcı bir unsur olarak yaşatıldı! Sayın Erdoğan da birinci Kürt açılımını sorunun sözümü için değil, gücünü ve etki alanını genişletip pekiştirmek için başlatmıştı. Baktı ki işler iyi gidiyor, olur da sorun çözülür ve halkını baskılayacak güçlü bir nedeni yitirir korkusuyla açılımı kilitledi. Dahası, MHP’yi yitirmeyi göze alamadı; ilerisi için doğru bir stratejiydi… Son açılım müjdesini Bahçeli’ye verdirecek denli MHP’yi avcuna aldığına uzun zamandır tanık oluyoruz. Milliyetçiliğin yanına İslamcılığı ekleyerek geçmişte geniş bir tabana ulaşan MHP’nin, artık savunacağı şeyi kalmamıştır. Kürt karşıtlığı politikası da iflas etmiştir. Kürt açılımı bir bakıma MHP’nin sonunu getirme operasyonudur da… Güçlü bir anayasa ile daha da güçlenecek Sayın Erdoğan’ın MHP’ye gereksinimi kalmayacaktır.
Tarih bu ülkeyi satanları da yazacak elbet…
Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı tahtına taşıyacak güç şimdi Kürtlerin eline geçmiştir. Şimdi sıra Kürtleri (DEM) kullanma devridir. Dinci anayasayı benimsetme, laik cumhuriyeti tarihe gönderme, siyasal dinciliğin başarısını Türkiye’nin duvarına asma devridir. Davasına taş koyanları temizleme devridir. Orta Doğu coğrafyasında İsrail ile dayanışma, Kürtçü unsurlarla tokalaşma, halk devrimcisi dinci terör örgütlerini alkışlama devridir. Doğaldır ki tüm bunları yapabilmek siyasal otorite gerektirir. Gerçekleştiğini varsayarsak, ikinci açılım dosyasının acıklı öyküsünü yazacak olanlar düşünceye ve özgürlüğe tuzak kuranları unutmasın isterim. Kürtçülüğü başımıza saranları, siyasetin ilkelliğini dürüstlük sayanları, sadakat beklerken ihanet edenleri, milliyetçilik adı altında solu ve devrimleri tırpanlayanları, gençliği asanları, tutsak edenleri, sokaklarda devrimci avına çıkanları, bir de şu vatanı ABD’ye satanları yazsınlar isterim…
Feodaller varsıllaşınca…
Gördük ve deneyimledik; siyasette çıkarlar düşünceleri ezecek denli güçlüdür. Para ve makam adamın aklını alır! CHP’nin meclise sokmakta beis görmediği sağ milletvekilleri şimdi Erdoğan’ın çevresinde dönüyor… Partilerinden istifa edip AKP rozeti takanların yüzleri, geçmişte savundukları düşüncelerden daha çok parlıyor son günlerde. Biliyoruz ve şuna eminiz; yeni anayasa yapılacak, Sayın Erdoğan milliyetçi, Kürt ve İslamcı partilerin oylarıyla yeniden başkan seçilecek. Türkiye siyasal dincilerin özgür olacakları, laikliğin ve Atatürkçü güçlerin sindirileceği bir Orta Doğu ülkesi sınıfına düşecek! Faşizme katkı yapacaklarını bilerek otoriteden özgürlük isteyen ayrılıkçı Kürtlerin işi bittiğinde, “Muktedir Başkan”Erdoğan’dan görecekleri “yakın ilgiyi” merak ediyorum! Şimdi alışveriş netleşmeden Kürtlerin devletten ne koparacağı elbette önemli. Katil Öcalan aptal değil; tutsak Kürtlere kapsamlı bir af isteyebilir. Güney Doğu’da yerel yönetimlere özgürlük isteyebilir. Kayyım atamalarının durdurulmasını isteyebilir. Bölgelerindeki okullarda Kürtçe dersi konmasını isteyebilir. Hatta Kürt gençlerine subay olma hakkı verilmesini de isteyebilir. Şaşırmayalım; Öcalan fırsat bulmuşken ev hapsine çıkmayı da devletinden isteyebilir! Ancak üzgünüm şunu istemez: Kürt/aşiret yapılanmasıyla beslenen feodal kalıntıların Anadolu’dan temizlenmesini… Binlerce yıllık geleneksel törenin ve toplum yaşam geleneğinin yıkılmasına Erdoğan’ın ve getireceği düzenin de gücü yetmez! Feodalizm, büyük kentlerin plazalarında, sermayesinde, borsasında, sanayisinde, ticaretinde, kaçakçılığında öylesine yer tutmuşlardır ki Türkiye’nin bu elit Kürtleri kendi halklarına bu yükseklikten bakmaya alışkın ve mutludurlar. Ayrılığı düşünen özgürlükçü (!) Kürtçülerin hedefi zaten bunlar değildir.
Kürtçülük ideoloji değildir…
Erdoğan binemeyeceği eşeğin önüne ot koymaz! Koysa da yeniden binebilme olasılığı olduğu içindir. Bu özelliği ile gerçekten tam bir siyasal otoritedir. Açılım yanlısı yoksul Kürtler, etnik kimliğe ve demokrasiye önem vermeyen dinci-otoriter, fırsatçı bir liderin büyüleyici oyunlarına, süslü sözlerine inanıyorlarsa; sözde özgürlük uğruna kullanılmayı kendilerine yakıştırıyorlarsa, zaten uluslaşmayı tarihin hiçbir döneminde hak etmemişler demektir. Tek başlarına ayakta kalamayan halkların özelliğidir bu; bağımsızlık bir karakter ise, Orta Doğu’da yaşayan Kürt halkları bu özellikten ayrı düşünülmelidir. Feodalizmin güçlenerek yaygınlaştığı, güçlendiği, varsıllaştığı, tekelleştiği Kürt coğrafyasında diğer etnik halklar da bu düzene hizmet etmektedir. Türkiye’nin çağdaşlaşmasını, ilerlemesini önleyen bu aşiret-siyaset-dinci yapılanmadır. Kürt ağaları, beylerinin bu düzenin yıkılmasını isteyecek denli demokrat olması beklenemez!
Her düzenin bir sahibi ve koruyanı vardır; biz bunu beceremedik! Ülkemizin ayrışmasının eşiğine geldik. Açılım gerektiren (!) Kürtçülüğün bir ideoloji olmadığını, Türkiye’nin bölünmesini sağlamaya yönelik büyük bir projenin bir ayağı olduğunu unutmayalım.