Danıştay 10. Dairesi, İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin feshine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararının iptal istemini reddetti.
İstanbul Sözleşmesi, söz konusu Cumhurbaşkanı Kararının 20 Mart 2021’de Resmi Gazetede yayımlanmasıyla Türkiye Cumhuriyeti tarafından feshedilmişti. Böylece 2011’de TBMM kararıyla kabul edilen ve ilk imzacının Türkiye olduğu bir uluslararası anlaşmadan, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle çıkılmış oldu.
Kararnamemin iptali için açılan davaya bakan Danıştay Savcısı, “Bir işlem hangi usule uygun tesis edilmişse aynı usule uyularak feshedilmesi gerekmektedir. TBMM’nin uygun bulma kanunuyla yürürlüğe giren bir anlaşmanın feshi ancak TBMM’nin uygun bulma kanunuyla kaldırılması kararı ve cumhurbaşkanının uygun bulmasıyla yürürlükten kaldırılacaktır. Sadece cumhurbaşkanı kararıyla feshedilemez.” görüşünü dile getirerek, işlemin iptaline karar verilmesini istemişti.
Ancak Danıştay 10. Dairesi cumhurbaşkanı kararının 2’ye karşı üç oyla hukuka aykırı olmadığına karar verdi. Danıştay kararına gerekçe olarak ,“Cumhurbaşkanının uygun bulma kanunu sonrasında milletlerarası anlaşmayı onaylayıp onaylamama konusunda takdir yetkisine sahip olduğu, milletlerarası anlaşmaların sona erdirilmesinin tıpkı anlaşma metinlerinin hazırlanması, imzalanması, son aşamada onaylanarak yürürlüğe konması hususlarında olduğu gibi ‘yürütme yetkisi’ dahilinde bulunduğu” savunuldu.
Danıştay’ın bahsettiği yürütme yetkisi elbette Erdoğan’a ait. Böylece TBMM’nin hiçbir hükmünün kalmadığı bir kere daha tescillenmiş oluyor. Danıştay kararı İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini onayladığı gibi bir bakıma TBMM’nin göstermelik varlığına dayanan bir “parlementoculuk” tiyatrosunu da taca atıyor. Meclis’in üyeleri bu kararla en fazla Meclis lokantasında yemek yeme imtiyazına sahip, kıyak emeklilikten faydalanan, attıkları tweetler biraz daha fazla etkileşim alan ancak hiçbir özgül ağırlığı olmayan bir konuma indirgenmiş durumdalar.
“Türk Tipi Başkanlık” komedisi tam da böylesi günler için planlanmıştı. İstanbul Sözleşmesi gibi Türkiye’nin taraf olduğu yüzlerce uluslararası anlaşma var. Danıştay kararında “Milletlerarası anlaşmaların sona erdirilmesine ilişkin işlemlerin, kaynağını anayasadan alan yürütme yetkisi ve görevi kapsamında cumhurbaşkanı tarafından yapılacağı; cumhurbaşkanının, yürütme faaliyetine ilişkin sona erdirme yetkisini kullanırken yasama organının bir işlem tesis etmesine gerek bulunmadığı anlaşıldı.” diyerek Türkiye’nin tüm geleceğini Erdoğan’a teslim ediyor.
Danıştay kararına göre Erdoğan yine bir gece yarısı kararnamesiyle Lozan Anlaşması’nı feshedebilir. “Montrö Sözleşmesi’ni iptal ediyorum.” ya da “NATO’dan çıkıyorum” diyebilir. Verilen karar böyle bir yol açmış oldu.
Bazı hukukçuların söylediği gibi bu karar “Boşluk yaratmıyor.” Zaten istenilen şey boşluğun ve belirsizliğin çok olduğu bir hukuk düzeniydi. Bütün anlaşmaların gerekirse tek bir günde iptal edilebileceği, “Biz bize yeteriz” şarkılarının söyleneceği toplumsal düzenine böylesi bir “hukuk” gerekiyor.
Karşılaştığımız her çarpıcı olaydan sonra birilerinin çıkıp söylediği gibi “Hukukun bittiği yerdeyiz.” demeyeceğim. Bu karardan çok önceleri Türkiye bir kanun ülkesi olmaktan çıkmış, Cumhurbaşkanı kararnameleri rejimin “yeni normali” haline gelmişti zaten.
İç hukuk önemli ölçüde tasfiye edilmiş, iktidarın ihtiyaçlarına uygun bir mekanizma yaratılmıştı. Ancak her şeye rağmen uluslararası anlaşmalar ve dış siyaset konusunda da geleneklerin dışına çıkılması, hükümetin dış hukuku da çiğneyeceğini ve bu yolda da ısrarcı olacağını gösteriyor.
İstanbul Sözleşmesi sadece kadını değil zorlukla ayakta kalmaya çalışan bir devlet geleneğini de yaşatıyordu. Danıştay sadece bir “karar” vermedi aynı zamanda iktidarın “yönelim”ini de ortaya koydu. Bu yönelim, uluslararası hukukun reddine varacak bir yolun ilk adımı olabilir.