Türkiye, tarihinin en büyük deprem felaketiyle boğuşurken, 11 Şubat sabahı ülkenin kaderini değiştiren bir siyasetçinin ölüm haberi geldi: Deniz Baykal.
İlk kez 1973 seçimlerinde Meclis’e giren, bakanlık, başbakan yardımcılığı yapan ve CHP’nin eski genel başkanı olan Baykal, vefatına kadar Türkiye siyasetinin en önemli figürleri arasında bulunuyordu. Bu anlamıyla, ölümünün ardından bir değerlendirmeyi hak ediyor.
Baykal gibi ülkenin kaderini değiştiren insanların ardından genelde böyle değerlendirmeler yapılır. Artısı eksisi yazılır, muhasebesi yapılır ve bundan sonra nasıl hatırlanacağı belirlenir.
Baykal, bütün siyasi hayatı boyunca CHP içerisinde tartışmaların odağında olan bir isimdi. CHP geleneğinde, adı hizip kelimesiyle eş anlamlıydı.
CHP Genel Başkanı olduktan sonra izlediği politikaların bazıları Türk milleti nezdinde destek bulurken, bazıları da hem kendi partisinin tabanı hem de genel muhalif taban tarafından kıyasıya eleştirildi.
Örnek mi? 1 Mart Tezkeresi. Baykal’ın başında bulunduğu CHP, 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesinde kilit rol oynamıştı.
Ancak yine aynı Baykal, çarşaflı kadınları CHP’ye üye yapması ve rozet takması konusunda çokça eleştiriliyordu. Gazeteci Fikret Bila, bu konuyu ve laiklik eleştirilerini Baykal’a sorduğunda, Baykal şu cevabı vermişti: “Tek parti dönemine mi dönelim?”
Nasıl? Baykal’ın tepkisi bir yerden tanıdık geliyor mu?
Baykal’ın Türkiye’nin kaderini değiştirdiği an ise, hiç kuşkusuz Tayyip Erdoğan’ın Meclis’e girmesinin önünü açmasıydı.
2002 seçimlerinde YSK, Anayasa’nın milletvekili seçilme yeterliliğini düzenleyen 76. maddesinde yer alan “ideolojik ve anarşik eylemlere katılma” hükmünü gerekçe göstererek Erdoğan’ın 2002 genel seçimlerindeki adaylığını kabul etmemişti. Erdoğan Meclis’e girememiş ve AKP adına Abdullah Gül Başbakan olmuştu.
Seçimlerden iki gün sonra, 5 Kasım 2002’de Erdoğan’la görüşen Baykal, Erdoğan’ın siyasetten mahrum bırakılmasının yanlış olduğunu söylemiş, CHP de Anayasa değişikliğine destek vermişti.
Anayasa değişikliğinin ardından YSK, AKP’nin başvurusu üzerine Siirt’in bir köyündeki usulsüzlüğü gerekçe göstererek Siirt seçimlerinin tekrarlanmasına karar verdi. Erdoğan Siirt’ten milletvekili seçildi ve Türkiye’nin en karanlık yılları başladı.
Türkiye’nin AKP ve Erdoğan karanlığına gömülmesinin baş sorumlusu, dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dı. Anlayacağınız Deniz Baykal, Recep Tayyip Erdoğan’ı “Erdoğan” yapan adamdı.
Bugün aynı CHP’nin başındaki Kılıçdaroğlu için ağza alınmayacak laflar eden Erdoğan da kendisine Başbakanlık yolunu açan Deniz Baykal’a vefasını cenazesinde saf tutarak gösterdi.
Normalde bir CHP’li ölse göbek atacak AKP’liler, Deniz Baykal’ın ardından başsağlığı yarışına girdiler. Yandaş kalemşorlar, Baykal’ın ne kadar “yerli ve milli” bir lider olduğundan, şimdi CHP’nin başında olsa ne güzel olacağından falan dem vurdular. Örnek mi, Yeni Şafak‘tan Yusuf Kaplan, Tamer Korkmaz; Akit‘ten Hacı Yakışıklı denen trol yeterlidir herhalde. Bir de Aydınlıkçılar tabi. Baykal’ın ardından ağıt yakan Perinçek ve tayfasını da es geçmemek lazım.
Bunlardan bazıları, Deniz Baykal’ı 1 Mart Tezkeresine karşı çıktığı için yerli ve milli ilan ettiler. Baykal bugün CHP’nin başında olsa, CHP ABD’ye dekor olmazmış. Sanki 1 Mart Tezkeresi’ni AKP Meclis’e getirmemişti. Sanki CHP, AKP’ye karşı değil de AKP ile omuz omuza tezkereye ret oyu vermişti. Herkesi kendi kitleleri gibi hafızasız sanan utanmazlar bunu bile yaptılar.
Bütün bunları aşan şeyi yapan ise yine Erdoğan oldu. Baykal’ın kaset olayı olduğunda miting miting kaset siyaseti yapan, “Ne özeli? Genell! Genell!” diye bağıran Erdoğan, geçtiğimiz gün Deniz Baykal’ın evine, Deniz Baykal’ın eşine taziye ziyaretine gitti. Tabi Erdoğan’ı kabul eden Baykal ailesine bir şey demek bize düşmez.
Velhasıl, bir Deniz Baykal geçti Türkiye’den. Elbette herkes kendi bakış açısıyla bir değerlendirme yapacaktır. Deniz Baykal’ın mirasını sorgulayacaktır. Deniz Baykal’ın bıraktığı miras, Erdoğan tarafından gerçek anlamda yıkılan Türkiye oldu.
