6 Şubat depremleri dördüncü günü geride bırakırken, teyit edilmiş ölü sayısı ile 1999 Gölcük ve Düzce depremlerinin 18 binlik bilançosunu yakalamış durumda. Yani 2023 Gaziantep-Kahramanmaraş depremleri, şimdiden tarihimizin en ağır deprem felaketi.
Enkaz altındaki canlar için tüm umutlar henüz yitirilmedi. Umutlar tükendikten sonra, 10 ilde arama-kurtarma çabalarının yerini hafriyat ve ceset toplama operasyonları alacak ve maalesef felaketin asıl boyutu bundan sonra ortaya çıkacak. Bir rakam tahmin etmeye ne gönlüm var ne de dayanağım. Ama felaketin kara kışa denk gelmiş olması herkesi korkutan en büyük etken.
Soykırımı andıran bu tabloda Saray rejiminin aldığı rol, vahim beceriksizliği ve bütün art niyetiyle ortada. Fakat soykırım ifadesinin, nicelik anlamının dışında da geçerli olmaya başladığının bir takım öncü işaretleri belirmeye başladı.
Yaşadığımız korkunç kâbus her saat yüreklere daha ağır çökerken ve insanlar canhıraş yardıma koşarken, önümüzdeki aylarda kendini daha da hissettirecek demografik tehlikeyi de göz önünde bulundurmak zorundayız.
6 Şubat depremlerinden doğrudan etkilenen 10 il, Türkiye’nin güneyinde belli bir nüfus yoğunluğu ile öne çıkan özel bir bölge. Burada Adana-Diyarbakır hattında depremden doğrudan etkilenen Türk nüfus, aşağı yukarı 15 milyon.
Burası aynı zamanda AKP’nin 10 yıldır Suriyeli göçünün ağırlığı ile ezdiği, demografik tehdidin hedefindeki bir numaralı bölge. Özellikle Hatay, Kilis, Adana, Şanlıurfa ve Gaziantep’in artık dayanılmaz ölçüde Türksüzleşme yoluna girdiği malum.
Depremin gerçek bilançosu, yani gerçek ölü sayısı tek başına bir anlam ifade etmeyecektir. Doğrudan yıkılan binlerce binanın yanı sıra, dışarıdan sağlam görünen ama kullanılamayacak durumdaki on binlercesini de hesaba katınca manzara daha da karanlık bir hal alıyor.
Söz konusu deprem bölgesi, artık sakinleriyle pratik maddi bağları kopmuş bir ekonomik ve kültürel bir “boş alan” halindedir. Milyonlarca Türk’ün yurdundan kopup iç muhacir durumuna düşeceği bu ortamda, Suriyeliler kadar kıymet göreceği bile şüpheli.
AKP veya bir seçim yapılabilirse yerine gelecek iktidar, yıkılan ve kullanılamaz hale gelen her evi kısa sürede yeniden inşa edip sahiplerine sunsa dahi, neredeyse haritadan silinmiş bu memleketlerde toplumsal yaşam kültürü de büyük ölçüde yok oldu.
Çok olağanüstü bir çaba sarf edilmedikçe, travmatize olmuş bölge halkını kayıplarının yokluğunda yine kendi memleketinde, mahallesinde yaşatmak çok zor. Maddi açıdan da yıkıma uğramış bu insanları diğer illerdeki misafirlikten veya yeni başlangıçlardan vazgeçirip memleketine döndürmek de yine olağanüstü çabaya, yani siyasi karara ve devlet gücüne muhtaç.
İşte soykırım zemini tam da burada gözümüzün önünde.
İç savaş bahanesiyle, Suriye’nin kuzeyini boşaltsın diye milyonlarca Suriyeliyi göçe teşvik eden ve böylece PKK’nın “Rojava” iddiasına demografik zemin hazırlayan siyasi akıl, bu depremden sonra ne yapar dersiniz?
Öyle görünüyor ki bin yıllık Maraş Kalesi’ni bile yıkan bu deprem, ulus düşmanı etnikçi Tayyip Erdoğan’a bin yıllık bir Allah’ın lütfunu bahşetmiş.
Gaziantep-Kahramanmaraş depremlerinin etki alanı, tarihsel olarak 1916 Sykes-Picot ve 1920 Sevr planlarındaki Fransız tasarrufuyla da örtüşüyor. Türkiye, Fransız Suriye’si tasarılarını Kuvayı Milliye’nin başından 1939’da Hatay’ın Anavatana katılışına kadar kesintisiz darbelerle çöpe attı.
Ama bu bölge için tehdit hiç bitmedi.
Bugün, “yeterince” güçten düşmüş bir Türkiye karşısında Esad’ın intikamına yatırım yapmaya, bir yandan Suriye’nin kuzeyinde Kürdistan’ı tanırken öbür yandan Suriye’yi kuzeye doğru genişletmeye hazır uluslararası bir konsorsiyumun kurulması işten bile değildir. İktidarını korumak için her şeyi gözden çıkaran bir despotun bu projeyi benimsemesi de…
İşte burada anahtar faktör, bir nüfus silahı haline getirilmiş Suriyelilerdir. Erdoğan’ın küfür ve tehditleri ile AKP kurumlarının zulmü yetmiyormuş gibi bir de afetzedelere gönderilen yardımları gasp eden, yağma ve talana başlayan Suriyeliler, üç beş çeteden ibaret değil.
İslamcıların iliklerine işlemiş Mehmetçik düşmanlığı 100 binlik 2. Ordu’yu kışlada tutarken, “boş alan”, niteliksiz hayat tarzıyla avantajlı durumdaki istilacı Suriyelilerin mesken tutmasına, gedikli hale gelmesine ve gettolarını genişletmesine tamamen elverişli.
Önümüzdeki aylarda ve yıllarda bir takım huzursuzluklarla sosyal buhranın daha da tırmandığı bir Türkiye göreceğiz. Bölgede yeniden yapılanma çabaları “özellikle” gecikirken, depremzedelerin memleketlerine dönüşünü yavaşlatıcı, hatta engelleyici gündem ve politikaların devreye sokulmasına da hazırlıklı olmak gerekiyor.
Daha geniş planda ve uzun vadede son 50 yıldır Irak’ın kuzeyini Türkmen soykırımlarıyla satüre edebilmiş Barzanistan’dan Suriye kuzeyine, oradan da Adana-Diyarbakır arasındaki afet bölgesine Kürt nüfus aktarımı, AKP iktidarının devamında yine ihtimal dâhilindedir. Doluşturulacak Kürt nüfusun ne kadarı Barzani’ye bağlı olacak, ne kadarı YPG/PKK yönlendirmesinde kalacak bu artık ayrıntı.
Tabi bu süreçte, Suriyelilerin Suriye’ye dönüşünü “demografik yapıya saldırı” diye yaftalayan “sol” basının, Maraşlıların Maraş’a, Urfalıların Urfa’ya, Hataylıların Hatay’a dönüşüne de benzer biçimde karşı çıkmasını ve AKP’ye bir omuz daha vereceğini tahmin etmek hiç zor değil.