1921 yılında, Sakarya Savaşı’nın ardından, Mustafa Kemal Paşa’nın emri ve İsmet Paşa’nın talimatıyla bir Tetkik-i Mezalim Heyeti kurulur. Başında Halide Edip, Yakup Kadri, Yusuf Akçura ve bir binbaşının olduğu bu heyete bir teğmen ve bir fotoğrafçı da memur edilir. Amaç, Sakarya Savaşı’nda aldığı ağır yenilginin ardından geri çekilen Yunan ordusunun verdiği tahribatı, yakılan yıkılan köy ve kasabaları, halka yaptığı zulmü ve işkenceyi rapor etmektir. Halide Edip, “İsmet Paşa, mübalağa ve yalan katmadan, Yunanlıların o bölgede yapmış oldukları zulümleri tetkike beni memur etti” şeklinde anlatır.
Batı Cephesi Erkan-ı Harbiye II. Şubesi’ne bağlı bu heyet, göreve başladığında köylere önce fotoğrafçı ve teğmeni gönderirler. Ama anlatılanların vahameti karşısında kendileri gidip görmek isterler. Konuştukları erkek ve kadınların anlattıkları ve bizzat gördükleri manzara karşısında hayrete düşerler. Evlerinin külleri arasında bulunan kadınlar, açlıktan ölen çocuklar, diri diri yakılan insanlar…
Tetkik-i Mezalim Şubesi’nin tek görevi bunları yazmak, raporlamak ve belgelemek değildir. Yeri gelmiş taşların üzerine not alarak yardım için yakındaki kumandanlara haber uçurmuş, yeri gelmiş ilaç, yiyecek, battaniye göndermeleri için Hilal-i Ahmer cemiyetine telgraf çekmişlerdir. Bir anlamda bu şube yardım ve koordinasyonla görevlidir, bununla görevli olmasalar da durum bu vazifeyi yaratmıştır.
Tüm bunları neden hatırlattım peki? 6 Şubat 2023’te yaşanan, ülkemizin tamamını kasıp kavuran hepimizi yasa ve öfkeye boğan deprem faciasının yüz yıl önce görevlendirilmiş bu heyetle ne ilgisi var?
Aslında çok ilgisi var. Deprem bölgesine giden herkes, kendinde bu sorumluluğu hisseden, elini taşın altına koyan herkes, en başta gazeteciler, yazarlar, fotoğrafçılar, günümüzün Tetkik-i Mezalim Şubesidir.
Nasıl ki askerin görevi ülkesini savunmaksa ve savunma sadece dış düşmanla mücadele etmekle sınırlı değil doğal afetlerle de mücadele etmekse, depremde, selde, yangında halkın yanında olmak, yaralarını sarmak, koordinasyonu sağlamaksa; elbette gazetecinin, aydının görevi de doğru bildiklerini ve gözleriyle gördüklerini anlatmaktır. Bu anlatı, bu gözlem, bir tane daha canın kurtarılmasını, kurtarılmış canların hayatını idame ettirmesini sağlıyorsa daha da kutludur.
1921 yılında taşlara yazılarak alınan notlar ve telgrafla yapılan yardım çağrısı bugün Twitter’dır, sosyal medyadır. Onun sesini kesmeye çalışmak zulümdür o nedenle…
Yardım tırlarının yolunu kesmek, onları bekletmek, gelen yardımı “senin yardımın benim yardımım” ayrımına sokarak ona engel olmak zulümdür…
İş makinalarını zamanında göndermemek, göndermek isteyene engel olmak zulümdür.
TSK’nın ilk saatlerden itibaren duruma müdahale etmesine, koordinasyonu sağlamasına engel olmak, onun önünü açmamak zulümdür…
AKUT’a yapılanlar, Nasuh Mahruki’ye yapılanlar zulümdür…
CHP’li Belediyelerin çalışmasını sekteye uğratmak zulümdür.
“Tetkik-i Mezalim”, zulümlerin tetkiki, incelenmesi anlamına gelir. Bugünün gazetecileri, aydınları, siyasetçileri ve hatta “youtuberları” ve “influencırları” bile o nedenle Tetkik-i Mezalim Heyeti’nin bir parçasıdırlar.
Zulüm çoğunlukla bir eylem gerektirir. Öldürmek, kesmek, yakmak, tecavüz etmek, işkence etmek gibi…
Ama bazen zulüm hiçbir şey yapmamaktır! Elini taşın altına koymamak, o taşı çekip kaldırmamak, o taşın altındaki canı kurtarmamak, ölmesini seyretmek, kaldırmak isteyene engel olmaktır. Zulüm en kritik anda görevini yapmamaktır.
O nedenle Tetkik-i Mezalim Heyetlerimiz, o sessizliği, o vurdumduymazlığı da rapor etmekle yükümlüdür.
Yolları açık olsun…