20. yy.’ın son senesine gidelim. 17 Ağustos 1999 Gölcük ve 12 Kasım 1999 Düzce Depremleri Türkiye’nin kaderini değiştiren iki büyük darbeydi.
Bu yıkımlar dahi bugünkü yıkımların yanında hafif kalıyor ne yazık ki. Kaldı ki Türk Ordusu o dönem çok güçlüydü. Depremin ilk dakikasından itibaren Türk milletinin yanındaydı.
Yine de bu depremlerin ardından büyük bir ekonomik yıkım ve kriz, sonra da siyasi krizin içine girdi Türkiye. Yaşanacak yeni bir dev depremin, özellikle beklenen Büyük İstanbul Depremi’nin, büyük bir milli güvenlik zaafı yaratacağını ve hatta emperyalist müdahalelere yol açabileceği yorumları o yıllarda sıklıkla yapılıyordu.
Ne yazık ki yapılan ulusal güvenlik analizleri büyük bir hata içindeydi. Çünkü “bir dahaki deprem anında başlayacak dış müdahale” aslında zaten 1999 yılında başlamıştı. Bu dış müdahalenin adı Adalet ve Kalkınma Partisi’ydi.
1999 yazına geri dönelim. Dinci ve bölücü çevreler büyük bir kışkırtma ve istismar kampanyası başlatmıştı. Türban eylemlerinde “7,4 yetmedi mi” pankartları açılıyordu. Deprem gecesi Gölcük’te “İsrailli subaylarla Türk subayları içkili eğlence halindeymiş”, “mini etekliler şehirleri basmış”, “dinsizlik ve laiklik depreme yol açmış.” Cübbeli Ahmet bile o dönem kısa süre için hapse girmişti bu tür zırvalıklarla depremzedelere ve Türk Devletine sataştığı için.
Bu yıkıcı propagandalar büyük tepkiye yol açmıştı. Ancak beşinci kol gibi çalışan dinci ve kinci örgütlenme sinsi ve güçlü bir kampanya yürütüyordu. Yeraltındaki böcekler gibi halkın arasında dolaşıyorlardı. Deprem dolayısıyla ortaya çıkan ekonomik sıkıntılar ve büyük sosyal buhranlar da 28 Şubat’a, “Kemalist Kâfir Düzene ” ve “Ateist Türk Ordusuna” bağlanıyordu.
Bugün Aktroller ve gerici faşistler, enkaz başında kayıpları için isyan eden depremzedeleri bile “dış güçlerin ajanı”, “devlet düşmanı” ilan ediyor.
Ancak yandaş Yeni Şafak gazetesinin ve diğer İslamcı yayın organlarının bozguncu yayınları arşivde durmaktadır. 19 Ağustos 1999 tarihli Yeni Şafak manşetini aktarıyoruz: “Devletin Çöküşü.”
Aslında AKP’lilerin devlet düşmanlığını bir yana bırakalım, bu manşet o kadar doğruydu ki. Gölcük’te devlet çökmemişti ama AKP’yi kuracak ekibin “devlete çöküşü” başladı. İstanbul’da örgütlenen dinci kılıklı inşaat çetesi, 1999’daki depremi tarihi bir fırsat olarak gördü.
İşin esası, ABD ve AB emperyalizminin dış müdahale planı, bir dahaki depremi beklememişti. Düşmanlarımız hemen öncü birlikleri ile işgale başlamıştı. Hain Anzavur (Hilafet) Ordusu, yok edildiği yerde, Düzce-Adapazarı-Kocaeli üçgenindeki uğursuz deprem ile yeraltında bekleyen bir zombi ordusu gibi dirilmişti. Ve Ankara’ya ikinci yürüyüşlerini başlatmışlardı.
Sonrasını biliyoruz. İstiklâl Savaşı’ndan itibaren her dönem Batı emperyalizminin Beşinci Kolu gibi davranan İslamcı ve etnik bölücü hareketler, Tayyip Erdoğan etrafında organize edilerek, iktidara taşındı. Bugün dahi bazılarının beklediği, depremle beraber gelecek dış müdahale, zaten 1999 yılında başlatmıştı.
Sonrasında yaşanan büyük ekonomik yıkımı ve krizi hatırlıyoruz. 3 Kasım 2002’den itibaren Türkiye’nin başından felaketler eksik olmadı.
AKP, 1999 Depreminden sonra doğal olarak toparlanmaya başlayan ekonomiyi önce kendi başarısı olarak gösterdi. Sonra devlete ve kamuya ait tüm zenginlikler satıldı. Ardından hepimize yaşattığı siyasi, askeri ve ekonomik depremleri sırasıyla buraya yazacak değiliz.
20 yıllık AKP kabusunun başlangıcı 1999 Depremleriydi. Sonra bugüne geldik. Artık gerçekten de adeta devlet yok! Var ama mütareke gücü gibi. Türk milletinin yanında değil, karşısında.
İki büyük deprem, ardından gelen ekonomik kriz ve ABD-AB destekli AKP müdahalesiyle bugünlere geldik. Şimdi de büyük bir ekonomik kriz, ardından gelen iki büyük deprem ve felç olmuş bir siyasi yapı ile karşı karşıyayız.
AKP iktidarı yüzünden, ekonomik ve siyasi krizler artık krizden öte çöküşe dönüştü. Kokuşmuş bir düzenin enkazı altında inleyen ve bu düzeni yıkmaktan başka şansı olmayan bir ulusuz. AKP’den kurtulacak mıyız? Kurtulacağız ama artık elimizi enkaz taşlarının altına koymalıyız.
AKP depremle geldi, depremle gidecek. Tayyip üstünde yükseldiği gerici hareketin, deprem kışkırtıcılığını nasıl kullandığını çok iyi biliyor. “Allah’tan bir işaret” olarak göstermişlerdi bunu kandırılmış halk kitlelerine. Şimdi ise Allah’ın göklerden değil, ama yerin dibinden gelen bir kararı var. AKP liderinin “Eski Türkiye” diye lanetlediği güzel ülkemizde, kınadığı her şeyin bin kat beterini yaşattı hepimize. Bu hakikaten de kaderin bir cilvesidir, planıdır.
Depremden sonra her zamanki gibi uzunca süre ortadan kaybolan, sonra da korkunç bir suratla tehditler yağdıran adamın, yüzünün ve sinirinin allak bullak olmasının esas nedeni budur.
15 Temmuz gibi ve acı dolu bir gecede bile “bu çıkış, bu hareket Allah’ın bize büyük bir lütfudur” diyebilecek fırsatçılıkta birinden bahsediyoruz. Şimdi enkaz haline getirdiği ülkede kendisi için bir “fırsat”, “çıkış yolu” bir türlü bulamıyor artık. Hezeyanı, öfkesi bundan.
Bu yüzden, Allah’a dahi öfkelendiğine ve elinde olsa O’nu dahi tehdit edeceğine (hâşâ) kalıbımı basarım.
“Nasıl olur ya?! Sen kimsin ya?! Nereden çık bu deprem ya?! Bizim seçimler noktasında daha değişik planlarımız vardı ya?!”
Kendini “seçilmiş” gören şahıs, halkın gözünde “seçkin” bir acı ve yıkım döneminin temsilcisi gibi görülmektedir. Yıllarca istismar ettiği acıların bin katını kendi döneminde yaşatmıştır.
Dört ayak üstüne bu sefer düşemeyecektir! Bu onun için büyük bir moral çöküştür. 6 Şubat sabahına kadar, kendisine hâlâ güvenenler varsa da, onlar için de yaşananlar çok büyük bir işarettir.
Kaderin hükmüne isyan olmaz. AKP gidecek!