Bilindiği gibi bu seçimde CHP seçmenlerinin oylarıyla TBMM’ye giren 39 milletvekili, Meclise girer girmez istifa etti ve başka partilere geçti.
CHP listelerinden toplam 169 vekil meclise girdi. Bunlardan bir isim İyi Parti’ye geçti. Geri kalan 38 vekil ise CHP’den istifa edip dört partiye dağıldı. 15 vekil DEVA’ya, 10 vekil Saadet Partisi’ne, 10 Gelecek Partisi’ne, 3 vekil Demokrat Parti’ye geçti.
Şimdi Deva, Saadet ve Gelecek’teki 35 milletvekili ayrı bir grup kuruyorlar. Böylelikle Millet İttifakı’nın resmi olarak dağıldığını kesin olarak belirtebiliriz.
CHP’ye ise sadece 130 milletvekili kaldı. Yani kaba bir hesap yaparsak CHP’ye verilen her dört oydan biri, en garanti noktalara yerleştirilmiş olan dört sağcı partinin adaylarına gitmiş oldu.
CHP’nin, daha doğrusu CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun seçim sürecinde aldığı stratejik bir karardı bu. Bu partilere verilen stratejik tavizler, sol ve sağ güçler arasında demokratik bir cephenin oluşması için faydalı olsaydı, bir anlamı olabilirdi. CHP’nin oyu yine %25’te kaldı. Çoğu eski AKP’li olan pek çok isim Meclis’e girdi. Ancak ciddi bir seferberlik ne teşkilat ne de oy anlamında ortaya çıkmadı.
Bu dört partinin ne kadar oy getirdiği çok tartışıldı. Hatta biraz inatlaşma biraz hesaplaşma -helalleşme olmadığı kesin- mantığıyla dayatılan Sadullah Ergin gibi isimlerin oy götürdüğü de kesin.
Asıl tartışılması gereken mesele ise şu: Seçim çalışmalarında ana omurga olan, en çok emek ve feda ile cepheye girecek CHP örgütü felç edilmiş oldu.
Bir parti düşünün. “Demokrat Dede” lakaplı bir genel başkanı var. Ancak bu dede, partinin vekil seçtirebileceği en önemli bölgelerde, garanti kontenjanların dörtte birini başka partilere dağıtıyor. Bu partinin kadın kolları, gençlik kolları, il başkanları, ilçe başkanları ne kadar hevesle çalışabilir? Nasıl bir seferberlik içine girebilir?
Kaldı ki, bahsedilen dört partinin de bir katkısı ve teşkilatı ortalıkta görülmüyor. İki tanesi yeni kurulmuş. Oyu bile belli değil. Saadet Partisi biraz farklı ve yıllardır belli bir muhalif çizgide duruyor ancak onların da gücü belli. Oraya da gücünün ötesinde bir alan açılmış.
Tüm bu mantıksızlıktaki “stratejik akıl” neydi?
Tek bir mantığı (!) vardı bu stratejinin. Bu dört partinin liderleri Altılı Masa’da Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekliyordu. Şekli bile olmayan bir demokrasi tiyatrosu sergilendi. “6 partinin 5’i Kılıçdaroğlu’nu destekliyor” söylemiyle İyi Parti’ye karşı bir baskı politikası uygulandı. Ancak işin aslı Kılıçdaroğlu sadece İyi Parti’ye karşı değil, kendi parti örgütüne karşı da diğer dört parti ile ittifak kurmuş oldu. CHP örgütünün vekil belirlemede hiçbir etkisi olmadı.
“Önemli olan Cumhurbaşkanlığı zaten, diğer dört partiye sözümüz var”, “Kemal Beyin takdiri böyle” bahaneleriyle, CHP örgütü susturuldu.
Örgütün felç olduğu yerde, halkı seferber edemezsiniz. Halkı seferber edemezseniz de seçimi kazanamazsınız. 2019 Yerel Seçimleri ile 2023 Genel Seçimleri arasındaki bariz fark budur. İlki zafer, ikincisi adeta bozgunla sonuçlandı muhalefet açısından.
Kılıçdaroğlu’nun en büyük hatası ilkesiz birlik stratejisidir. Deva, Gelecek, Saadet ve DP Genel Başkanları ile ilkesel bir birlik değil, sadece Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını desteklemeleri karşılığında bir birlik kuruldu. Bu yüzden bu dört partinin vekillerinin daha ilk gün CHP’den istifa etmeleri hatta TBMM Başkanlığı için kendi adaylarını çıkarmalarına kimse şaşırmamalıdır.
Onlar da belli ki hiç gocunmuyorlar “ilkesiz” birlik suçlamasından. Çünkü ilkesiz olsa da karşılıksız destek vermediler. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı karşılığı olarak, bu 35 vekili meclise sokturduklarını düşünüyorlar. Eh buna da bir “ilke” denebilir. Adeta bir ticaret gerçekleşmiştir. Bu kadar çok milletvekilini başka partilere dağıtmaya hazır olan isim de Kılıçdaroğlu’dur. Karşı tarafın edimi dengesiz düzeyde az olabilir ama zorla değildi ya!
Murat Yetkin, saygıdeğer bir gazeteci, bu yüzden kaynak olarak kabul ediyorum. DEVA’nın bir yetkilisinin, partilerinin getirdiği katkının çok ötesinde elde ettiği vekil kazançları için, Yetkin’e sarf ettiği cümle tamamı tamına durumu özetlemektedir: “Ticaret böyle yapılır.”
Ve şimdi Kılıçdaroğlu’nun bu dört parti ile yaptığı “ticaret”in daha doğrusu verdiği tavizlerin sonuçlarıyla hep birlikte yüzleşeceğiz.
Ahmet Davutoğlu’nun AKP’nin Anayasa değişikliği talebini, “olumlu noktalarda” destekleyebilecekleri sözü ilerisi için önemli bir işaretti.
Üç partinin birlikte grup kurması için öne sürülen bahane de ilginç! AKP, bu partilerde kendisine yakın gördüğü isimler ile temasa geçmiş. Bu vekilleri transfer etmek ve ileride grup kurmalarını engellemek istiyormuş. Bunun gerçekleşmemesi için hemen grup kurmaya karar vermişler.
Bu açıklama adeta bir itiraftır. CHP seçmeninin oylarıyla giren 35 vekil içinde AKP’ye yakın isimlerin olduğunu öğreniyoruz. Ayrıca bu isimlerin daha Meclis’teki birinci aylarında ayartılma olasılıklarının ortaya çıktığı ifade ediliyor. Bu pazarlıkların önüne geçmek için de hemen grup kuruluyor.
Yani anladığımız kadarıyla “pazarlıklar” bireysel değil, grup olarak yapılsın deniyor. Böylelikle AKP de hesabı ucuza kapatamaz, kimsenin aklını öyle kolayca çelemez.
Cumhuriyet tarihinin en sağcı ve en gerici Meclis’i kuruldu. “Ticaret böyle yapılır” zihniyetinin ileride bol bol örneklerini göreceğiz. Eğer önümüzdeki dönemde, CHP seçmeninin oylarıyla Meclis’te temsil edilen bu üç parti grup olarak AKP ile Anayasa görüşmelerine başlarsa, kimse şaşırmasın.
“Demokrat Dede”nin stratejik zekâsının (!) bir büyük bedeli daha!