14 ile 28 Mayıs tarihlerinde Türkiye seçime gitti. Nihayetinde iktidar yine AKP’de, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’da kaldı. Ancak buna rağmen sanki yeni bir iktidar kurulmuş gibi hesaplaşmalar, ifşalar, tasfiyeler ve suçlamalarla dolu bir döneme girdik.
Yeni Eski ve yeni İçişleri Bakanları, yani Soylu ve Yerlikaya, tartışmaların odağında yer alan iki isim. Mücadele önce troller düzeyinde başladı. Nihayet iş adli soruşturmalara kadar geldi.
Soylu’nun kadroları tasfiye ediliyorken, meselenin sadece İçişleri’nde basit bir kadrolaşma meselesi olmadığını not etmiştik. Burada bizzat Saray odaklı bir tasfiye hareketi söz konusuydu. İşin adli boyutu yani mafya, rüşvet soruşturmaları da çok zaman geçmeden devreye girdi.
Bu seçim aslında, aynı zamanda Hulusi Akar, Hakan Fidan ve Süleyman Soylu’nun, devletin demir çekirdeği diyeceğimiz güvenlik ve istihbarat bürokrasisinden tasfiye olduğu bir seçim oldu. Seçimden hemen önce gerçekleşen Sinan Ateş suikastı ise Devlet Bahçeli’yi köşeye sıkıştıran bir gelişmeydi.
Ayhan Bora Kaplan operasyonu ile hızlanan Emniyet’teki temizlik hareketinin, Yargıtay’a ve yargı bürokrasisine sıçrayacağı belliydi. Üç gün önce Birgün Gazetesi’nden Timur Soykan’ın yaptığı haberle birlikte yargı içinde büyük savaşın da başladığını herkes öğrenmiş oldu.
Habere kısa süre içinde erişim yasağı geldi ancak yargı içindeki hizipler arası savaş deklarasyonunu kamuoyu öğrenmiş oldu. Habere göre İstanbul Anadolu Adliyesi Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar; HSK’ya görüşlerini aktaran bir mektup yazıyor. Burada yargı içinden aldığı duyumları aktarıyor. Anadolu Adliyesi’nde adli kontrol, tutuklama, tahliye, erişim yasağı gibi kalemlerdeki rüşvet tarifesi aktarılıyor. İsimler veriliyor. Esas olarak uyuşturucu mafyasının burada bir rüşvet mekanizması kurduğunu iddia ediyor.
Aslında İsmail Uçar’ın kendisi, yargının saraya bağlanmasında çok önemli ve işlevsel roller üstlenen isimlerden biri. Türk Solu’nun Başyazarı Gökçe Fırat’ın tamamen delilsiz ve hukuksuz bir şekilde 4,5 yıl Silivri’de tutsak kalmasına yol açan soruşturmada da fiili katkısı var. Yargıtay’ın bozma kararı ile birlikte Gökçe Fırat tahliye olmuş, ancak yerel mahkemenin bozulan kararındaki cezaya neredeyse tamamen eşit bir süre Silivri’de tutulmuştu.
Yani İsmail Uçar’ın rüşvet bildirgesini, yargıda temiz eller isyanı gibi yorum yapmak için ya aşırı iyi niyetli ya da son zamanlarda yaygınlaşan türden saray “sol”cusu olmak gerekir.
Bilindiği gibi bir tür “sosyalist”, muh(a)bir tayfası Soylu’ya karşı açılan Yerlikaya bayrağının altında “faşizme karşı birleşik mücadele” kisvesiyle toplanmaya son derece hevesli. Bu tipoloji Ergenekon döneminde ortaya çıktı. Ahmet Şık, İsmail Saymaz gibi büyük medyada çalışan polis muh(a)birleri bizzat cemaatten istihbarat alarak besleniyorlardı. Derin devlet ile hesaplaşma bahaneydi. Emniyette cemaat-Hanefi Avcı bölünmesi olunca, Ahmet Şık ansızın cemaat karşıtı olmuş, yine “faşistlerle mücadele” bahanesiyle araçsallaşmıştı.
Sedat Peker ifşaatları “sol” basın içinde bu türden bir çürümeyi yeniden canlandırdı ve hızlandırdı. Bu sefer Sedat Peker kanatları altında “Süleyman Soylu’ya karşı antifaşist mücadele” verme dönemi başladı. Hatta Birgün gazetesinden Erk Acarer, Peker’in adeta fahri basın müşavirliğine atadı kendini ve işini daha rahat yapabilmek için Almanya’ya taşındı.
Cumhuriyet, Birgün ve OdaTV’de bu kumaştan çok insan var. En son Adnancılarla ile ilgili yapılan “Kedicik” Belgeseli’nde görev alan Barış Terkoğlu, hiç gocunmadan ve utanmadan Adnan Hoca operasyonunun Saray tarafından yürütüldüğünü ve Soylu’ya dahi haber verilmediğini belirtebiliyor. Belgesel Segbis görüntüleriyle bezenmiş. Saray icazeti saklanmak değil, sanki daha da vurgulanmak istenmiş belgesel yapımcıları tarafından. Zaten tüm belgeselin amacının, “Soylu’ya operasyonunun haber verilmediği” cümlesinin yinelenmesi olduğu kanısı oluştu bende. Ama Nagehan Alçı’ya verilmiş!!!
Bazılarının hayalinde şu tür yeni bir saflaşma var: Tayyip Erdoğan Ali Yerlikaya ile birlikte yeni bir süreç başlatıyor. Böylelikle Süleyman Soylu ve Devlet Bahçeli tasfiye edilecek. Bu tasfiye önce emniyette sonra yargıda sürecek. Bu “solcu” muh(a)birler de yeni türden bir “yetmez ama evet” seferberliğine dâhil olmuşlar.
Yaşanan sürece dair bir şüphe yok. Emniyet ve Yargıda bir savaş başladı. Görüldüğü kadarıyla saray da bu süreçte müdahil ve taraf… Ancak buradan elbette demokrasi falan çıkmayacaktır. Sarayın yeniden kadrolaşmak ve aile istikbalini garanti altında almak gibi bir ihtiyacı var.
Ergenekon’da “Kemalistler tasfiye olacak, biz geleceğiz” diyen fırsatçılar, 15 Temmuz’da “Fetöcüler tasfiye olacak biz geleceğiz” diyen fırsatçılar, şimdi de “MHP’liler ve Soylular tasfiye olacak biz geleceğiz” diyen fırsatçılar gördük. Ve her üç süreç “demokratikleşme, normalleşme” diye yutturuldu. Ve her üç sürecin sonunda devlet zayıfladı, saray ve dikta güçlendi.
2023 sürüm Tayyip Erdoğan’ın şahsında bir III. Bonapart keşfeden liberal ve Kürtçü çevrelerin hayali, Emniyet ve Adliye’deki tasfiyeden sonra, sıranın MHP’ye gelmesi. En sonunda da AKP’nin yeniden “Kürt Açılımı” başlatması… Tayyip’in bile kendine güvendiğinden daha çok Tayyip’e güveniyorlar. Sanki sonsuza kadar yaşayacak ve saraydan yönetecek. Oysa o bile biliyor. Bir devir kapandı. Bu tasfiyeler ailesinin istikbali için.
Dünya, Ortadoğu ve Türkiye büyük bir depremin ve çalkantının eşiğinde… Parlamenter muhalefetin bilerek ve isteyerek yapmadığını, tarih dayatacak.