Sığınmacı sorununda iki cephe
Sığınmacılar ve kaçaklar meselesi gündemdekini yerini koruyor ve konu her geçen gün daha da ısınıyor. Hem pek münferide benzemeyen olaylarla artık yakıcı hale gelen, hem de düğümlenip ortada kalan bu konuda farklı ideolojik kamplar uzun süredir bir cephede kristalize olmuş durumda. Bu kristalize cepheye göre her ne olursa olsun Suriyeli, Afgan, Peştun tüm yabancılar Türkiye’de kalıcı olmalı.
Misafirliğin sona ermesini dileyen karşı cephenin kamplaşmaları ise, tabanı aynı programda bir araya getirecek bir söylem bütünlüğü sergilemiyor. Bu cephe geniş bir yelpaze gibi. Öyle ya da böyle bir geri dönüş fikri çeşitli siyasi partilerin ağzında yankılanıyor. Ama dişe dokunur bir netlik söz konusu değil. Muğlak bir “geri dönüşün şartlarını hazırlama” lafzı, buradaki hayatından şimdilik memnun olan milyonlarca sığınmacı ve kaçağın “isteğine” bağlanmaktan uzak.
Tüm siyasi söylemini yabancıları gönderme programı üzerine oturtarak çıkış yakalayan Zafer Partisi özellikte bu cepheyi birleştirerek yükselme stratejisi güdüyor. Evet, “zorunlu geri gönderme” kavramını da açık açık telaffuz ediyorlar. Fakat partinin ve Ümit Özdağ’ın “önümüze gelene bir tekme” tadındaki çatışmacılığının seçmende nasıl bir karşılık bulacağı henüz belirsiz. Sol cenah Zafer Partisi’nde kötü bir AfD, LePen veya Fidezs taklidi görmek istiyorsa belki haksız sayılmaz. Ama “geri göndermeyi” savunan Atatürkçü cephe, ülke muhalefetinin temel omurgasını oluşturuyor ve bu omurga Özdağ’ın 10 bin üyeli partisinin “sağ popülizmine” indirgenemeyecek kadar güçlü.
Entegrasyon ve kayıtsız şartsız kucaklama yanlısı cephenin uzlaşmaz ideolojik kolları ve benzemez teorik referansları var. Ama bu ayrıksıların konu Suriyeliler olunca adeta hazırola geçtiğine şahit oluyoruz. Sol, İslamcı, liberal fark etmiyor.
Saçmalardan seçmeler: Proleter kardeşliği mi ensar-muhacir hukuku mu?
Sol mahalle haftalardır “proleter kardeşliği” konseptine ağırlık vererek Saray’ın “emperyal siyasetine” konmuş bir kelebek kadar şirin görünüyor. Kadınlarını Taliban’ın burka emriyle baş başa bırakan Peştunu “proletarya” olarak kutsamak Erdoğan’ın ve diğer İslamcıların öne sürdüğü “ensar-muhacirlik” kadar isabetsiz ama “çok solcu”. Oysa ne ipini koparıp gelenin böyle bir derdi var, ne de gerçekte bu solcuların yabancılara böyle bir yaklaşımı söz konusu. Liberallerde bunun adı serbest dolaşım. Süleyman Soylu’nun ağzında ise, “Moğol steplerinden” gelen atalarımız…
Sol Parti lideri Alper Taş sola, kadın düşmanı kaçaklarla dayanışma görevi tevdi ediyor. EMEP’li Ercüment Akdeniz ise, “Bu ülkeden Suriyeli işçileri, Afganistanlı çobanları, Pakistanlı garibanları kovmak isteyeneler”i sosyalizmden ve Deniz’lerin yolundan aforoz ediyor.
TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın izahatı biraz farklı. İktidarın zayıf karnı olarak ekonomiyi işaret ediyor. Sığınmacı meselesinin iktidarın gündem saptırması olduğunu iddia ediyor. Hitler’in boş tencere ile devrildiğine mi inanıyor, bilemedim. Gerçi TKP’nin 29 Ekim’deki “Ekmek yoksa cumhuriyet de yok!” sloganını hatırlayınca Kemal Okuyan’ın bir süredir ekonomizmin rahat koltuğuna kıvrıldığını fark etmek mümkün.
Ama sonuçta TKP lafı şuraya getiriyor: Yasadışı göçmenler ve sığınmacıların ekonomik kaybımızda hiçbir rolü yok.
Oysa “açık kapı” politikası uygulayan Türkiye’nin, henüz 2,2 milyon Suriyelinin doluştuğu 2015 Eylülü itibarıyla 8 milyar dolar harcama yaptığını ve dönemin Davutoğlu hükümetinin bununla gurur duyduğunu hatırlıyoruz. Bunun yalnızca 417 milyon doları uluslararası fonlardan karşılanmıştı.
Kemal Okuyan, Suriyeli “proleter kardeşlerini” tıpkı AKP’li bakanların gördüğü gibi maliyetsiz kalkınma fırsatı olarak görmüyordur. Ama Okuyan’ın Suriyeli proleter kardeşlerinin çıkarı, OHAL rejimini Türk proleterine grev yaptırmama silahı olarak kullanan olan Erdoğan rejimi ile uyumlu.
Suriyelilerin Suriye’ye dönmesi demografik saldırı mı?
Sol basın proleter dayanışma, boş tencere, sosyalizm gibi argümanlar sunsa da esas bakış açısı satır aralarında sırıtıyor: demografi. Ama tabi ters bir demografi hikâyesi anlatmak zorundalar.
Türkiye’de yasadışı göçmen ve sığınmacıların –onlarla barışık olsak da olmasak da– bir demografik saatli bomba olarak Türkiye’ye yerleştirildiğini ilk tespit edenlerden biri Gökçe Fırat olmuştu. Ve bu Suriyeli nüfusun, bilhassa Suriye’nin kuzeyinde kurulmaya çalışılan “Kürdistan parçası”na engel olmasınlar diye boşaltıldığı tespiti yine Gökçe Fırat’a aittir.
Entegrasyoncu cephe ise, Suriyeliler Suriye’ye döndüğü takdirde Suriye’de demografik yapının zarar göreceği gibi saçma sapan bir zırvayı şu günlerde papağan gibi tekrar etmeye başladı. Bu saçmalığın bir açıklaması yok. Suriyelilerin Suriye’nin demografisini bozabilmesi için Suriyeli olmaması gerekiyor!
Konu demografi tartışması olduğunda 2015’e dönmeliyiz. Uluslararası Af Örgütü 2015’te yayınladığı bir raporla, Suriye’nin kuzeyindeki Rakka ve Haseke vilayetleri başta olmak üzere Kürtlerin Arap ve Türkmenlere etnik temizlik uyguladığını uydu görüntüleri ve çok sayıda tanıklığı kayda alarak ispatlamıştı.
PYD, yerini yurdunu terk etmemekte direten Arapları ve Türkmenleri Amerikan bombardımanıyla tehdit etmişti. Bölgede asli unsur hüviyeti taşımayan Kürtler, Amerikan CENTCOM emrindeki hava bombardımanı olmaksızın “Rojava” devrimi (!) yapamıyordu. İşte bu hava gücü silahını bölgenin yerlisi ve sahibi sivil halka doğrultmaktan çekinmemişlerdi. O dönem konuyu Türk Solu’nda değerlendiren Kaya Ataberk’in dediği gibi tüm veriler “başta PKK olmak üzere Kürt yayılmacısı bütün hareketlerin temel politikasının Kürdistan yaratmak için özellikle Türklere etnik temizlik ve soykırım uygulamak” olduğunu gösteriyordu.
Kürtler Amerikan hava desteğinde etnik temizlik hareketine girişirken Rusların da Halep’i yerle bir edip boşaltmasına, ikinci bir Suriyeli yığınının Türkiye’ye akmasına az zaman kalmıştı. AB ile geri kabul anlaşmasının işlevi böylece ortaya çıkacaktı.
Yani AKP’nin, solcuların, liberallerin oluşturduğu koronun aksine, Türkiye ulus kimliğini tehdit edecek hale gelen devasa bir yabancı akınıyla dolduruluyordu. Bu arada PYD de “Suriye Kürdistanı”nın temellerini atıyordu.
Suriyeliler Suriye’ye
2021’de tespit edilen rakamlara göre dünyaya dağılmış sığınmacılarla birlikte 27 milyona yaklaşan toplam Suriye nüfusunun 16 milyonu Suriye topraklarını terk etmedi veya iç göç yaşadı. 9 milyon nüfus Esad yönetiminin kontrolü altındaki bölgelerde yaşıyor. 7 milyon civarı nüfus ise Fırat’ın kuzeyi başta olmak üzere Esad rejiminin kontrolü dışındaki bölgelerde. Bunun 3 milyonu Kürtlerin kontrol ettiği Fırat’ın doğusunda. 4 milyonu ise TSK kontrolündeki bölgelerde.
PYD’nin kontrol ettiği 3 milyon içerisinde Kürt nüfus en iyi ihtimalle 2,5 milyon. Oysa Türkiye’deki Suriyelilerin çeşitli yaklaşımlarla en aşağı 4,5 milyon olduğu sır değil. Yani Suriyelilerin Türkiye içinde hangi illere hangi oranlarda dağıldığı bilinmesine karşın gelenlerin Suriye’nin hangi vilayetlerinden geldiğine dair bir açıklama yok. Ama doğal olarak hemen tümünün kuzey vilayetlerinden olduğunu göç yollarına bakarak anlamak kolay.
Dolayısıyla Türkiye’deki Suriyeli nüfusun vatanlarına, Suriye’deki topraklarına geri dönüşleri kadar antiemperyalist bir proje olamaz. Sadece Türkiye’deki Suriyeliler bile güven içinde döndüğü takdirde Kürtlerin Suriye içindeki nüfus yoğunlukları en kalabalık oldukları kuzeyde %25’i geçmeyecek, emperyalist Kürdistan projesinin Suriye ayağı doğal bir engele takılmış olacaktır.
Ama Evrensel’e, Birgün’e bakınca Alice gibi harikalar diyarındasınız. Suriyeliler elini kollunu sallayarak Türkiye’ye gelince “sosyalizm” oluyor ama Türk halkı Suriyelileri Suriye’ye göndermek isteyince burjuvanın faşizme göz kırpan sağ popülist yedeği oluyor! Üstelik başlı başına bir soykırım girişimi sonucu yurtlarından kopartılan Suriyeliler yurtlarına dönünce demogafik saldırı oluyor! Bu da katıksız bir PKK mantığı, PKK kuyrukçuluğu…
Solun da bir ucundan tuttuğu AKP’nin sığınmacıları kalıcılaştırma kampanyası gerek sığınmacılar, gerek Türk halkı açısından olumlu sonuçlar vermeyecek. Yine hem AKP, hem sol, sığınmacıların yalan haberler, eski videolar, sahte görsellerle hedef haline getirildiği tezine hevesle sarılsa da bu iddianın hiçbir gerçeklik payı yok. Milyonlarca Suriyeli ve sayısı hiç bilinmeyen Afgan ve Paki’nin kontrolsüz, bedelsiz, sorgusuz fink attığı böyle bir ülkede büyük sosyal patlamaların gerçekleşmemesi imkânsız.