Erdoğan’dan “mülteci dostluğuna” dönüş
Geçtiğimiz hafta yazdığımız yazıda toplumun genelinde mültecilere karşı büyük bir tepki oluştuğunu, bu tepkinin sadece muhalif tabandan değil AKP’li tabandan da geldiğini, iktidarın böylesine yoğun bir itiraza duyarsız kalamayacağını belirtip, Tayyip Erdoğan’ın “Mültecilerin onurlu biçimde geri dönmeleri için elimizden geleni yapacağız,” açıklamasını da buna yormuştuk.
Çok kısa bir süre sonra Tayyip Erdoğan, MÜSİAD’ın kuruluş yıldönümünde bu sefer tersi bir açıklama yaparak “Suriye’den, savaştan çıkıp ülkemize sığınanlara sonuna kadar sahip çıkacaklarını, onları bu topraklardan asla kovmayacaklarını ve sığınmacıların ‘arzu ettikleri zaman’ vatanlarına döneceklerini” dile getirdi.
Erdoğan böylece iki kere dönerek ilk durduğu yer olan “mülteci dostluğu” noktasına geri dönmüş oldu.
Sığınmacılar üzerinden yaratılan siyasi saflaşma
Erdoğan’ın bu “mülteci dostu” politikasının temelinde yatan ideolojik, siyasi ve psikolojik sebepler var. Kimi zaman ideolojik kaygılarla “kardeşlik” mesajları verip “ümmetin liderliği” görüntüsü vermek, kimi zaman muhalefet mülteciler meselesini ana gündem maddesi yaptığı için “muhalefetin tam tersini söylemek”, kimi zaman da kamuoyunda oluşan tepkiyi yumuşatmak için daha temkinli mesajlar vermek Tayyip Erdoğan için bir zorunluluk.
Durum böyle olunca tutarlı ve “öngörülebilen” bir politikanın ortaya çıkması imkânsız oluyor. Ancak Erdoğan’ın zigzaklı çizgisini de sadece kendi siyasi hayatında yüzlerce defa yaşanmış “u dönüşleriyle” açıklamak çok yeterli gelmez. Bu tutarsız politikaların iktidar açısından tutarlı yönleri de var.
İktidarın, mülteciler üzerinden kurmaya çalıştığı bir masa var ve bu masada siyaset de dizayn ediliyor. Amaçlananın ne olduğunu görmek için iktidarın sığınmacılar üzerinden ürettiği söylemlerin sonucunu mutlaka görmek gerekiyor.
AKP sermayesi sığınmacılara mecbur
Erdoğan’ın sığınmacılar konusunda aslına rücu ettiği toplantının Şeriatçı sermayenin temsilcisi haline gelmiş MÜSİAD’ın kuruluş yıl dönümü olması bir tesadüf değil. “Anadolu kaplanları”, sığınmacıları sendikal talepleri olmayan kalabalık bir ucuz işgücü deposu olarak görüyor. Bu yığınlar ülkenin demografik geleceği açısından tehlikeli olsa bile, Anadolu sermayesi açısından bir “nimet” olarak görülüyor.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun geçtiğimiz günlerde bir TV programında söylediği “Fabrikanda Suriyeliyi çalıştır, sömür, sigortasını yaptırma. Sonra ayak ayak üstüne at, ‘Ne olacak bu Suriyelilerin hali’ de. Bir milyon insan gidecek. Kim isyan edecek biliyor musun? O iş sahipleri,” sözleri, AKP’li sermayenin sığınmacı nüfusa olan bağımlılığını açıkça ortaya koyuyor. Soylu, elbette bu açıklamanın muhatabı olarak hükümete muhalif “Beyaz Türkleri” işaret ediyor ancak “Suriyeliyi çalıştıran, sömüren ve sigortasını yaptırmayan” ana kesim Anadolu sermayesi.
AKP Genel Başkan yardımcısı Mehmet Özhaseki’nin Gaziantep sanayisini örnek göstererek “bazı şehirlerde sanayiyi sığınmacıların ayakta tuttuğunu” dile getirmesi tam olarak bu durumu ispatlıyor. AKP’nin önde gelen isimlerinin halkın genelinin yoğun tepkisine rağmen sığınmacılar konusunda geri adım atmaması iktidar ve sanayi sermayesi arasındaki yakın ilişkinin bir sonucu. Sığınmacılar döndüklerinde ülke ekonomisi çökmeyecek ancak “kaçak işgücünün” nimetlerinden sonuna kadar faydalanan İslamcı sermayenin bu durumdan çok daha fazla etkileneceği kesin.
Erdoğan, MÜSİAD toplantısında sadece kendi siyasi çizgisini ortaya koymuyor, karşısındaki İslamcı patron grubuna da “sığınmacılara dokunmayacaklarına dair” bir güvence veriyor.
Tabii ki bu mesajı alan sadece iş adamları değil, hali hazırda Türkiye’ye kaçak olarak girmiş ve kaçak olarak girmeye çalışan yüz binlerce potansiyel sığınmacı da bu açıklamaları dinliyor ve bunun sonucu olarak Türkiye’ye dışarıdan göç artarak devam ediyor.
Sığınmacı gündeminin kalıcılaşması bilinçli bir politika
Meselenin diğer yönü ise Erdoğan’ın bu değişken konuşmalarıyla birlikte sığınmacı meselesinin Türkiye’nin daha çok gündemine gelmesi ve gündemde kalıcılaşması. Bu durum sadece muhalefetin bu konudaki tavrıyla ilgili değil. “Sığınmacı” meselesi, iktidar medyası tarafından da bilinçli biçimde gündeme getiriliyor ve ana gündem haline gelmesi de AKP’nin muhalefet içerisinde yaratmaya çalıştığı bölünmenin bir parçası.
Sığınmacılara sahip çıkan açıklamalar toplumda rahatsızlık yaratsa da, iktidar bir “kâr-zarar” hesabı yaparak, süreçten bir fırsat yaratmaya çalışıyor. Sığınmacıların “kalıcı” olacağını ima etmenin, ekonomik krizin fazlasıyla hissedildiği bir dönemde Suriye’de sığınmacılara ev yapılacağını söylemenin, “misafir” söyleminde ısrarcı olmanın ülkede yaratacağı etkiyi bilmek için siyaset bilimci olmaya gerek yok. Erdoğan açısından siyasi bir risk taşıyan bu ısrarın karşılığında beklenen şey ise düşük bir oy kaybının göze alınması buna karşılık muhalefetin bölünmesine yol açacak bir tartışma beklentisi olabilir.
Ümit Özdağ, AKP’nin muhalefeti bölme projesi
Ümit Özdağ’ın keskin bir siyasi figür haline gelmesi tek başına toplumsal atmosferle açıklanabilecek bir durum değil. Çok net biçimde “Sığınmacı düşmanlığı yapılacaksa, onu da biz yapacağız” diyen bir projenin hayata geçirildiği ortada. Güçlenen bu sığınmacı karşıtı söylemler AKP iktidarını sıkıntıya sokuyor gibi görünse bile, uzun vadede muhalefeti bölecek güçlü bir akımın ortaya çıkması, iktidar açısından avantajlı bir durum.
“Ümit Özdağ, Cem Uzan olur mu?” sorusunun çıkış noktası bu. Bu soruyu soranlar Cem Uzan’ın kısa bir sürede örgütlenip çok ciddi bir oy aldığını, Özdağ’ın da bunu yapabileceğini söylemek istiyorlar. Bu doğru olabilir ancak tıpkı Uzan örneğinde olduğu gibi muhalefetin bölünmesi, 2002’de olduğu gibi AKP’nin en büyük kozu olabilir.
Özdağ’ın sadece sığınmacılar üzerinden bir politika geliştirerek güçlenmesi, diğer muhalif partilerin de bu duruma “öykünmesine” ve kullanılan dilin de benzeşmesine sebep oluyor. Siyaset yapmak ve sağduyulu mesajlar vermek de iyice zorlaşıyor. Daha radikal olanın ses getirdiği, keskin dilin alıcısının arttığı bir toplumsal atmosfer böylece yaratılmış oluyor. Özdağ’ın üslubunun karşılık bulması, diğer muhalif partileri de bu yola itiyor ancak “taklit” sadece aslını güçlendirir.
Bu elbette tehlikeli bir oyun ancak milyonlarca sığınmacıyı ülkeye kabul ederken gelecekte olabilecek sıkıntıları yok sayan bir iktidar açısından böylesine bir gidişatın çok da fazla bir önemi yok. Tek bir amaç var, muhalefetin bölünmesi. Bunların dışında oy kaybı gibi “yan etkiler” telafi edilebilecek şeyler olarak görülüyor.
Erdoğan’ın ümmet vurgusu, muhalefeti de İslamcılaştırmak için
Diğer taraftan Erdoğan’ın sığınmacılar üzerinden “sahiplenici” bir dil kullanması ve bunun İslam’ın bir gereği olarak ortaya koyması, muhalefetin içinde farklı bir bölünmeye daha sebep oluyor. Sonuçta 6’lı masanın üyelerinden ikisi olan Davutoğlu ve Babacan da geçmişte AKP’nin sığınmacı politikasını hazırlayan iki önemli isim.
Her ne kadar şimdi iktidara karşı olsalar bile Erdoğan’ın “ümmet birliği” üzerine yaptığı her çağrı bu iki lideri de etkiliyor çünkü bu partilerin tabanları ortak. Güçlü bir “ümmet” vurgusu bu partilerin seçmenlerinin hoşuna gidiyor ve liderler de bu durumun farkında. Kaldı ki AKP politikalarını cepheden eleştirmek Davutoğlu ve Babacan’ın siyasi geçmişlerini tamamen inkâr etmeleri anlamına geliyor ki, iki isim de böyle bir özeleştirinin çok uzağında.
İktidarın parçası olmamış Saadet Partisi’nin bile genetiği, Erdoğan’ın “ümmet” çağrısına çok yakın. Bütün bu siyasi hareketler açısından Erdoğan’ın siyasi amaçlarını deşifre edip, sığınmacı politikasına tavır almak, İslamcı gelenekten kopup 6’lı masada güçlü olan laik eğilimin güdümüne girilmesi anlamına geliyor ki bu tarz siyasetler açısından kabul edilebilir bir şey değil.
Suriyelilerin dönmesi laikliği güçlendirecek
Karamollaoğlu’nun tüm bu sıcak gündem içerisinde nezaket ilişkisi içinde olduğu Kılıçdaroğlu’nu gücendirmemek ve zora sokmamak için suskun kalmayı tercih etmesi, Davutoğlu’nun doğrudan Kılıçdaroğlu’nu hedef alarak “Suriyelileri geri gönderemezsiniz,” demesi bir tesadüf değil. Erdoğan’ın “mülteci dostu” siyaseti İslamcı gelenek açısından en tutarlı olanı ve iktidara muhalif bile olsa İslamcı hareketler bu söylemlerden etkilenecek.
Yazının başında vurguladığımız siyasi faydaların, günlük ihtiyaçlara galip gelmesi iktidarın tasarladığı bir süreç.
Geldiğimiz noktada Suriyelilerin ülkelerine dönmelerinin ülke bekâsının dışında “laik bir çözüm” olduğu da ortaya çıkıyor. Bu durumu sadece Erdoğan değil, diğer İslamcı gruplar da tespit ediyor. Bu yüzden de laikliği güçlendirecek bir yolun taşlarını döşemek istemiyorlar. Kendilerinden beklentilerle, dünya görüşleri arasına sıkışmış durumdalar ve Erdoğan’ın “misafir” söylemindeki ısrarı buralarda aramak gerek.