Adalet ve kalkınma
AKP’den adalet de kalkınma da beklenilemeyeceği en başından bilinmeliydi. Oysa iktidara geldiği dönemde pek çok kesim bu konuda umutluydu, AKP adalet reformları yapıyor ve ekonomide de önemli atılımlar sağlanıyordu. Her şey güllük gülistanlıktı, insanlar “yetmez ama evet” demesindi de ne desindi?
Bugün ise AKP artık adaleti yok eden ve yok sayan bir parti ve adaleti yok ettiği için iktidarda kalabiliyor. Ancak adaletsizlikle ve hukuksuzlukla hüküm sürebiliyor. AKP’nin hukuksuzluk politikasının bir hata olmadığını sanırım artık herkes biliyor olmalı, bu politika, yani “adaletsizlikle hükmetme” politikası bir tercih. Hukuk bilmedikleri, hukuk cahili oldukları için yok etmiyorlar adaleti; hukuk istemedikleri için yapıyorlar.
O zaman şunu soralım kendimize: Adalet için geçerli olan bu bakış açısı acaba ekonomi için farklı mı? Yani AKP’nin ekonomik yıkım programı AKP’nin ekonomik cehaletinin, iş bilmezliğinin ya da liderinin faiz inadının bir sonucu mu?
Yoksa sakın AKP, tıpkı adaletsizlikle iktidarda kalabildiği gibi ekonomik yıkımla ayakta kalacağını biliyor ve düşünüyor olmasın?
Yüksek enflasyon ve yoksulluk şu anda tüm muhalefetin en önemli kozu, bu hayat pahalılığında AKP’nin seçim kazanamayacağını düşünüyor insanlar haklı olarak.
Enflasyon yükselmeye başladığı zaman Türk Solu’nda 15 Şubat’ta şöyle yazmıştım:
“Öncelikle bir yanlışı en baştan düzeltelim. Enflasyon, elbette bir canavar değildir ama enflasyon çoğu zaman istenmeyen bir şey bile değildir! Enflasyon, hükümetlerin başarısız ekonomik politikalarının sonucu olarak ortaya çıkan bir hasar gibi görülebilir; kimi dönemlerde büyük ölçüde doğru da olabilir ama aynı zamanda enflasyon hükümetlerin seçimidir ve bilinçli bir politikasıdır.”
O yazımda, Marks’ı en iyi anlayanlardan birinin Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati olduğunu da belirtmiş ve sınıf bilinçli bir burjuva olduğunu eklemiştim. Ben pek çok solcuya bu enflasyonun bir sınıfsal politika olduğunu anlatmak için uğraşırken nihayet Bakan Nebati imdadıma yetişti ve enflasyonu tercih etiklerini açıkladı!
Bakın ne demiş:
“Biz bir yol ayrımına gittik. Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik. Yoksa enflasyonu düşürmek için çok sert tedbirler alabilirdik. Yüksek faiz artışı yapardık. O zaman üretim dururdu.
Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor. Büyümeyi tercih ettiğimiz için büyüme rakamları iyi geliyor.”
Hedefleri ne?
Bakan Nebati, bize son derece ters gelen bir şey söylüyor. Enflasyona müdahale etmediklerini, isteseler bunu yapabilecek güçleri olduğunu ama bilinçli bir tercihle bunu yapmadıklarını açıklıyor.
İyi de yüksek enflasyon bu iktidarı alaşağı edecek bir güç ise, hükümet neden bunu seçti?
Genelde muhalif kesimler ve iktisatçılar, AKP’nin ekonomik politikalarının yanlışlığını ispat etmek için uğraşıyor. Bense AKP’den hiçbir dönem hiçbir iyi şey beklemediğim için AKP’nin yanlışlarını ortaya koymak gibi bir yanlış yapmak istemiyorum; meselem AKP’nin bunları neden yaptığını anlayabilmek. Yani AKP’liler hangi mantıkla davranıyorlar bunu çözebilmek. Çünkü ancak bunu çözersek iktidarın hedefini görebiliriz.
AKP’nin yüksek enflasyonu seçerken aslında iki temel hedefi var. İlki seçimleri kazanmak, bu kısa vadeli politik hedef. İkinci ve derinde yatan hedef ise sınıfsal; orta sınıfların yok edilmesi, sermaye kesimleri arasında yeniden paylaşım yapılması.
Türkiye, 2000’li yıllarda yüksek enflasyonu ilk defa yaşıyor. Dolayısıyla yüksek enflasyona seçmen tepkisinin ne olacağını hiç görmedik, sandıkta göreceğiz. Fakat AKP açısından tıpkı enflasyon gibi başka bir gösterge var: Büyüme rakamları. Ve büyüme rakamlarına göre seçmenin nasıl oy verdiğini de biliyorlar. Nebati’nin “bir yol ayrımına geldik ve büyümeyi seçtik” derken neyi kastettiğini büyüme rakamları ile anlamaya çalışalım.
Büyüme rakamları ve seçimler
Türkiye, AKP döneminde sadece 2009 yılında küçüldü. Dünya finansal krizinin de etkisiyle o yıl %4,7 küçüldü ekonomi. O yıl yerel seçim yılıydı. Ve AKP 2007 genel seçimlerinde %46,5 oy almışken bu seçimlerde oyu %41,6’ya düştü. Küçülme, AKP’nin oylarını da küçültmüştü. Ama 2009 çok eski bir dönem sayılabilir ve AKP’nin ilk on yılında kaldığı için son on yıla odaklanmak daha doğru olabilir.
Gelin, 2013 yılından bugüne olan ekonomik büyüme grafiği üzerinde seçimlere bakalım.
2014 yılında yerel seçimler yapıldı. AKP’nin oyu %38,9’a düştü. Oysa bir önceki seçim olan 2011 genel seçimlerinde AKP’nin oyu %49,83’tü. Yani neredeyse %10’luk bir düşüş olmuştu. Grafiğe bakarsanız ekonomik büyüme eğrisinin yokuş aşağı gittiği dönem olduğunu görürsünüz.
Elbette yerel seçim ile genel seçim kıyaslaması yapmak çok da doğru olmaz ama 7 Haziran 2015 seçimleri de büyüme eğrisinin yokuş aşağı gittiği bir döneme denk gelir ve AKP’nin çoğunluğu kaybettiği ilk seçimdir bu. AKP’nin oyu %40,87’ye düşmüştü.
2011’de AKP %49 oy aldığında büyüme oranı %11’di. 2012’de 4,8, 2013’te %8,5 olmuştu. 2014’te %5,2’ye düşmüş, 2015’te ise %5 olmuştu. Yani büyümedeki düşüş hızı AKP için oy kaybı anlamına geliyordu.
2016 yılından itibaren büyüme rakamları revize edildi ve 2015’te %4 olarak açıklanan büyüme rakamı artık %5,7 olarak güncellenmişti. O nedenle revize rakamlar üzerinden baktığımızda detayları göremeyiz. Fakat 2015 seçim yılının detaylarına baktığımızda ilk çeyrekte %2,5, ikinci çeyrekte ise %3,7’lik bir büyüme görürüz. AKP Haziran ayında seçimi kaybettiğinde durum buydu, üçüncü çeyrekte %3,9 olan büyüme son çeyrekte %5,7 olmuştu. Çünkü Haziran seçimlerini kaybeden AKP seçimleri yenileme kararı almıştı. Haziran ile Kasım arasındaki o kanlı döneme eşlik eden bir de ekonomik büyüme vardı yani. Patlayan bombalarla birlikte krediler de patlamıştı!
2016 ekonomik daralma yılıydı ve seçim yoktu. 2017’de ise 16 Nisan Referandumu yapıldı.
2018 yılının 24 Haziran’ında ise genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. AKP’nin kazandığı bu seçim döneminin büyüme eğrisinin yükseldiği döneme denk geldiğini görürüz.
Gelelim AKP’nin en büyük yenilgisi olan 2019 yerel seçimlerine. Büyüme eğrisinin baş aşağı gittiği bir dönem olduğunu hemen tespit ederiz.
Tablo’ya Nebati’nin gözleri ile bakarsak, neden enflasyona rağmen büyümeyi seçtiklerini çok iyi görürüz. Büyümenin arttığı dönemlerde milli gelir artar, işsizlik düşer, ekonomik canlılık vardır, büyümenin düşmesi ise milli gelirde düşüş, iflaslar ve işsizlik demektir. Böylesi bir dönemde hiçbir iktidar seçim yapmak istemez. Ve bu nedenle iktidarlar her seçim öncesinde ekonomiyi büyütecek iktisadi genişleme politikaları izlerler.
Yani: Önümüzde seçim var ve AKP büyümeyi arttıracak adımları atıyor çünkü ekonomik küçülmede seçimi kaybedeceğini biliyor. Daha önceki her düşüş ve yavaşlamada seçimleri kaybetti çünkü.
Enflasyonu düşüremezsen suçu başkasına at!
Ben kendi adıma seçim sonuçlarının sadece ekonomi ile ilgili olduğunu düşünmüyorum. Yerel seçimlerin ve genel seçimlerin dinamikleri farklı olduğu gibi, her seçim aynı zamanda sosyolojik dinamikleri de yansıtır, siyasal yakıcı sorunlar da seçmen davranışını etkiler. Ama AKP’nin seçimler ile büyüme arasında kurduğu bağlantının bu olduğunu bilmezsek seçimlerde doğru muhalefet de yapamayız.
AKP, enflasyonun yükselmesi pahasına büyümeyi arttırmak isteyecek. Aslında bu onlar için zor bir tercih, eğer enflasyon yükselmesin deselerdi, bugünkü hayat pahalılığına bir de işsizlik ve iflaslar eklenirdi. Yani AKP’nin kazanma şansı hiçbir şekilde olmazdı. Şimdi ise tabiri caizse bir kumar oynuyorlar ve madem hayat pahalı bunu kabullenelim bari ekonomiyi canlı tutalım, çarkları döndürelim ve iflaslara engel olalım diyorlar. Bunda da şimdiye kadar başarılı oldular.
Ama elbette ortada yüksek enflasyon var ve hayat pahalı! Bu gerçekle seçime gidildiğinde AKP’nin oy kaybedeceği muhakkak.
O halde bu durumda AKP ne yapabilir?
İlki, enflasyonu kabullenmek hatta enflasyona düşman olmak ama enflasyonun sorumluluğunu başkalarının üzerine yıkmak.
Dünyada da enflasyon var diyerek, marketleri suçlayarak, stokçulara savaş açarak ve sürekli faiz söylemiyle enflasyonun suçunu başkasına atarak ne ölçüde başarılı olabilirler, göreceğiz.
İkincisi, bugünlerde tavan yapan enflasyonun önümüzdeki seçim öncesinde bugüne göre nispeten düşük olacağını öngörüyor olabilirler.
Bu yıl %80-90’lara çıkacak enflasyon önümüzdeki Haziran’da seçim öncesinde %40-50’lere düşse, işte biz enflasyonu da düşürdük diye propaganda yapacaklardır. Bu propagandanın ne kadar etkili olabileceğini de yine sandıkta göreceğiz.
Üçüncüsü, dış güçler, Suriye’ye operasyon, Yunanistan’la kriz, terörle mücadele gibi sözde bekâ meseleleri ile kitleyi kandırmak.
Bu, en iyi yaptıkları şey ama bir daha 2015 Haziran-Kasım seçimleri dönemindeki gibi başarılı olabilirler mi, bunu da sandıkta göreceğiz.
Şapkadan tavşan çıkar mı?
Her ne yaparlarsa yapsınlar kazanamazlar diyebiliriz ama bu görev savmak olur. Yapabilecekleri bir şey var mı, şapkadan bir tavşan çıkarabilirler mi onu düşünelim derim. AKP’nin ekonomide belli bazı rahatlama adımları atmadan seçimlere gideceğini düşünmemeliyiz.
Bugünkü enflasyonun en önemli kaynağı aslında enerji maliyetleri. Petrol, doğalgaz ve elektrik fiyatları gerçekten de dünya çapında yükseliyor. Fakat bunların fiyatını belirleyen yine de hükümetin kendisi. İsteseler, bu zamları bu kadar yüksek yapmayabilirler ve enflasyonu en az yarı yarıya düşük tutabilirlerdi.
Sorumuz tam da bu olmalı: Neden yapmadılar?
Hükümetler, kimi zaman bütçe açığı vererek, kimi zaman dış borçlanma ile bir kaynak yaratıp sübvansiyon uygularlar. Böylelikle pahalılık halka daha az yansıtılır. Türkiye’ye baktığımızda ise dış borçların artmadığını görüyoruz, dışarıdan sıcak para çekmek için bir çaba da yok, kaldı ki bütçe açık değil fazla veriyor! Seçime odaklanan bir iktidar tüm bu imkânları kullanır ve bu zamları yapmazdı. O halde bunlar ne yapmaya çalışıyorlar?
Bir ihtimal, seçim yapmayı düşünmüyor olabilirler. Böyleyse, ekonomik sıkıntıların sandık gibi bir cezası zaten olmayacaktır.
Başka bir ihtimal ise, enflasyonun da, pahalılığın da, döviz kurunun da en tepe noktaya çıkması için çabalıyorlardır ve seçim öncesinde büyük bir hamle yapacaklardır. Şimdi vergi gelirlerini arttırıyorlar, bütçeyi güçlendiriyorlar ve son düzlüğe gelindiğinde harcayacak cephane biriktiriyorlar.
Seçim yılı olan 2023’te, çok güçlü bir asgari ücret artışı, 3600 ek gösterge, EYT adımları atılabilir, sosyal yardımlar artırılabilir. Bunlar halkın gelirini düzeltir, enflasyon nispeten düşer, ek olarak benzine sübvansiyon gelirse, seçime güçlü girebilirler. Bunları yapacak bir imkân bulabileceklerini aklımızdan çıkartmamalıyız.
Bir başka ihtimal ise, zaten seçimi kazanamayacaklarından emindirler ve bari bu Türk halkını iyice yoksullaştıralım, ülkeyi batıralım ve muhalefete enkaz bırakalım diyor da olabilirler. Söz konusu AKP olunca, her türlü düşmanlığı beklerim doğrusu.
Enflasyonun sınıfsal yönü
Enflasyonun politik yönünü bu şekilde inceledikten sonra asıl önemli kısma, sınıfsal düzeye bakalım.
Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin artmasıdır. Ama her fiyat aynı oranda artmaz. Kimi daha az artar kimi daha çok. Fiyatı çok artan malları ve hizmetleri üretenler, fiyatları daha az artan malları ve hizmetleri üretenlere göre nispeten zenginleşir. Çünkü bir malın fiyatı onu tüketen için giderken, onu üreten için gelirdir. Fiyatı artan bir malı alacak vatandaşsanız para kaybedersiniz ama o malı üretenseniz para kazanırsınız. Bu nedenle enflasyon sadece bir fakirleşme göstergesi değil aynı zamanda zenginleşme göstergesidir.
Enflasyonun en acımasız vergi olduğu söylenilir ama enflasyon genel bir vergi değildir, herkese farklı oranlarda dağıtılan bir vergidir. Daha önce enflasyon üzerine yazdığım yazıda (Türk Solu, Sayı 615, 15 Şubat 2022) enflasyon yolu ile sanayi kesiminin desteklendiğini, hizmet kesiminin ise fakirleştirildiğini açıklamaya çalışmıştım. Neyse ki Bakan Nebati bu konuda da imdadıma yetişti ve beni doğruladı. Dar gelirlilerin kaybettiğini ama üreticilerin ve ihracatçıların kazandığını söyledi!
Aslında odaklanmamız gereken yeri gösteriyor Bakanın sözleri. Türkiye’de sanayi kesimi son dönemde hep gelişiyor, özellikle de ihracata yönelik sanayi. Bu, hükümetin desteklediği ana kesim. Sanayi istatistiklerine baktığımızda 2020 yılından bu yana çok güçlü bir büyümeyle karşılaşırız. Pandemi dönemini de fırsata çeviren Türk sanayi ve ihracat kesimi çok güçlendi ve zenginleşti.
Bu dönemin öcüsü ise hep finansal kesim oldu. Gazetelerin ekonomi sayfalarında bankaların kârlarının nasıl arttığını, nasıl havadan para kazanıldığını, üretimin hiç olmadığını, üretmeden tüketerek büyüdüğümüzü bol bol okuyoruz. Bunlar güzel propagandalar ama madem üretim yok ülkemizde neden sanayi hep büyüyor, ihracat hep artıyor?
Kaldı ki İSO’nun son raporuna göre sanayi firmalarının kârlılığı bankacılığı katlıyor. İSO’nun grafiği bu ülkede asıl kralın bankacılar değil sanayiciler olduğunu sanırım gösteriyor olmalı.
Ama ekonomide şehir efsaneleri hep baskındır. Mesela inşaat sektörü herkesin düşmanıdır ve kime sorsanız AKP parayı betona döktü, sanayimiz bitti der. Oysa 2022 büyüme rakamları da gösteriyor ki ülkemizde sanayi büyürken inşaat küçülüyor. Ve yine şunu da biliyoruz: Makine teçhizat yatırımları artış gösterirken inşaat yatırımları düşüyor!
Ekonomik muhalefet Türkiye’nin ekonomisindeki dönüşümün farkında bile değil. Bu nedenle de AKP’nin toplumu nasıl dönüştürdüğünü de göremiyor. Ülkemizde hizmetler sektörü hâlâ en büyük sektör ama artık milli gelirden aldığı pay azalıyor. Yine ücretlilerin payı en düşük seviyede.
Fakat “dar gelirli” söyleminin orta sınıfların tasfiyesini örttüğünü, finansal öcüler üzerine propagandanın sanayideki dönüşümü görmemizi engellediğini, bu ikisinin birlikte Türkiye’nin emek kesimini nasıl dönüştürdüğünü es geçmemize yol açtığını anlamalıyız. Türkiye artık orta sınıfların yükselttiği bir ülke değil, dar gelirle yaşama mahkûm edilen işçiler ülkesi. Kimileri buradan sanayi proletaryasının güçlenmesi sonucu da çıkartabilir elbette! (Şaka değil, Sol Haber portalda böyle bir analiz yayınlandı. Adile Kaya’nın analizine şuradan erişebilirsiniz: https://haber.sol.org.tr/haber/analiz-sanayi-proletaryasinin-hizli-genislemesi-ne-anlama-geliyor-337408)
AKP, ekonomik refahı yükselterek bir yerlere geldi, oyları %50’lere kadar yükseldi. Ama ekonomik refahın özgür bir toplum yarattığının, bunun kendisinin altını oyduğunun da farkına vardı. Gezi’de beyaz yakalılar sokağa indiğinde, zenginleştirdiği orta sınıfların onu iktidardan edecek temel kesim olduğunu gördü. Bu nedenle ekonomik yoksullaştırma programına geçti ve buna adaletteki geri dönüş eşlik etti.
AKP, refahı arttırarak iktidarda kalamayacağını biliyor ama yoksulluğun da onun iktidarını garanti etmediği açık. Çünkü Türkiye sıradan bir sanayi ülkesi değil, geleneksel bir oligarşi değil, bir orta sınıflar ülkesi.
Sanayileşme çabaları tam da burada devreye giriyor, orta sınıfları yok ederek dar gelirli bir toplum yaratma hedefi.
Tabii bu arada kendi “Yeşil Sermaye”lerini oluşturduklarını da unutmayalım.
Enflasyona sevinenler kimler?
Ve enflasyonun çok önemli başka bir sonucunu da düşünelim derim. 6 Haziran tarihinde yapılan kabine toplantısında konuşan Tayyip Erdoğan şunları söyledi:
“Bireysel döviz hesaplarının tutarı 110 milyar dolara çıktı. Değeri 650 milyar doları bulan konut yatırımlarıyla, 170 milyar doları bulan ithal araba filosuyla insanlarımız refah seviyelerini yükseltti. Bizim dönemimizde hem evi hem arabası olan kişi sayısı yaklaşık 3 kat arttı. Merkez Bankamızın kasasındaki ve vatandaşlarımızın yastık altındaki altın varlığımız 150 milyar doları buldu.”
Tayyip Erdoğan ekonomi cahili değil, enflasyondan şikayet edenlere sesleniyor ve diyor ki, hepinizin evinizin değeri arttı, arabanızın değeri arttı, döviz ve altınınızın da değeri arttı.
Yani, enflasyon sizi zengin etti diyor!
Kime sesleniyor?
Elbette dar gelirliye değil, AKP döneminin zenginleşenlerine sesleniyor ve aslında yüksek enflasyonun kimin için tercih edildiğini de itiraf etmiş oluyor.
Sınıf, emek, sömürü gibi kavramlarla muhalefet etmek kolaydır ama bence şunu da düşünelim: Evinin, arabasının değeri enflasyonun üzerinde değerlenen kaç milyon insan var bu ülkede? Acaba bu kesim enflasyondan yakınıyor mudur? Yoksa memnun mudur?
Elbette sadece mal mülk sahiplerinin oyu ile iktidar olunmaz. Ama daha kötüsü, dar gelirli denilen kesim sosyal yardımlarla yaşıyorsa, hem en fakirlerin hem de en zenginlerin oyları iktidara giderse?
AKP’nin 2013 sonrası dönüşüm projesini anlamak zorundayız. Beyaz Türkleri yok etmeden iktidarda kalamazlar, büyüme de, enflasyon da, sanayileşme de, ihracat da, sığınmacı işçiler de bu amaca hizmet ediyor.
Tabii isteyen “ben neo liberalizme karşıyım” diyerek çok konforlu bir muhalefet yapabilir!
Eskiden solcular “ekonomi politik” derlerdi. Çok afili bir laftır bu. Gerçekten de ekonomi politiktir ama gördüğümüz gibi Türkiye’deki hiçbir iktisadi gelişmeyi görmeyen bir iktisadi muhalefetimiz var. Hep aynı şablonlarla bankalar, inşaat, üretim yok gibi söylemlerle hayatlarına devam ediyorlar.
Ben de onlara “ekonomi apolitikçiler” diyorum.
Hayat onlara gerçekten güzel…