Tayyip Erdoğan’ın Türkiye dönüşünde gazetecilere artan kiralar ve konut fiyatlarıyla ilgili yaptığı, “Bakanlığımızın konuyla ilgili çalışması var. Bu çalışmayla da bunların üzerine üzerine gideceğiz. Yani bunların yanına bu kâr kalmayacak. Fahiş kira artışını ve konut fiyatlarını durdurmak için gerekirse ceza uygulamasına da gideceğiz. Vatandaşlarımızı açgözlü bir avuç azınlığın kar hırsına kurban edemeyiz. Vatandaşımızın alım gücünü düşürmemek, enflasyona ezdirmemek için yaptığımız zamlara göz diken ev sahipleri bunun bedelini ödemek zorunda kalacak. Hangi konuda olursa olsun fahiş fiyat artışlarına giden, piyasanın dengesini bozan yaptığı davranışın cezasını çekecektir.” açıklaması, iktidarın “rasyonel politikalarının” nasıl ilerleyeceğini gösteriyor.
Geçtiğimiz yıl enflasyonun sebebi olarak market sahipleri gösterilmişti, bu sene de “ev sahipleri”nin fahiş fiyat artışlarına gittiği, bu yüzden de fiyat istikrarının sağlanamadığı söyleniyor.
Marketler suçlu, ev sahipleri suçlu… İktidarın herhangi bir sorumluluğu yok!
Mayıs sonunda 19 TL olan dolar kuru sadece iki ayda 27 TL’ye dayanmışken, Erdoğan’ın artan enflasyondan değil ev sahiplerinden bahsetmesinin başka bir anlamı daha var.
Demek ki iktidar önümüzdeki dönemde fiyat artışlarının düzenli biçimde devam edeceğini, sene sonunda da enflasyonun bugünkünden yüksek olacağını görüyor. Bunun için de bir “kurban” bulma telaşında…
Türkiye ekonomisinde enflasyonu etkileyen en önemli etken döviz kurlarındaki dalgalanma. Buradaki değişim kana hızlıca karışan ilaç etkisine benzer biçimde, anında fiyatları etki ediyor.
Seçimlerden önce iktidarın ekonomiyi “normal” göstermek için kurları sabit tutmaya çalıştığı ama seçimlerin ardından kurun hızlı biçimde artacağı birçok ekonomist tarafından söyleniliyordu. Kurdaki yükselme bekleniyordu ve kimse açısından sürpriz olmadı.
Göz göre göre gelen bu süreci açıklamak yerine “ev sahiplerinin bedel ödeyeceğini” söylemek tam da Erdoğan’ın yapacağı türden bir hedef saptırma!
Kaldı ki iktidar, kiralar üzerinde çok uzun süredir fiyat kontrollerini zaten uyguluyor.
Bir ev sahibi kiracının rızası olmadan geçici kanunda belirtilen %25’in üzerinde bir artışa istese de gidemiyor.
Bu yüzden de adliyeler, kira ve tahliye davalarıyla dolmuş durumda. Ev sahibi tamamen haklı olsa bile bu davaların bitmesi çok uzun zaman alıyor.
Özellikle İstanbul’da var olduğu söylenilen boş ev stokunun en büyük sebeplerinden bir tanesi de yaşanan bu anlaşmazlıklar.
Kira ve konut fiyatlarının artmasının en büyük sebebi ise Erdoğan’ın belirttiği “kar hırsı” değil, izlenilen faiz politikası.
Elinde para bulunan herkes kendi çapında bu parayı “mal”a dönüştürerek, korumanın telaşında.
Kimisi ev, kimisi araba kimisi de döviz alarak “alım gücünü” korumaya çalışıyor. Bunu bankada korumanın imkanı yok çünkü.
Diğer taraftan “faizler artsın” söylemi de bu kesimleri biraz daha koruyabilir ama ekonomiye bir bütün olarak bakmak gerekiyor.
İktidarın “rasyonel politikaya” dönüşü ve faizleri yeniden arttırması toplamda tüm ekonomiyi olumsuz biçimde etkileyecek. Ticari krediler durma noktasına gelmiş durumda. Para sıkılaşması da denilen krediye erişimin zorlaşması, AKP’nin “büyüme” üzerine kurduğu ekonomi politiğini ciddi bir sıkıntıya sokacak.
Bu durum kimileri açısından “sevindirici” olabilir ancak diğer taraftan bakıldığında milyonlarca insanın işsiz kalması anlamına geliyor. Böylesi bir tablo ise hiç kimse açısından iyi olmaz.
Kimileri “çöküş yaşamanın” muhalefet yapmaktan daha etkili olacağını söyleyebilir ancak bu boş bir beklenti.
Dünyanın hiçbir coğrafyasında krizler insanları kendiliğinden muhalif yapmaz. Unutmamak gerekir ki faşizm de krizlerden doğar.
Üstelik faşizmin ihtiyaç duyduğu “düşman unsurlar”dan çokça var. Dün market sahipleriydi, bugün de ev sahipleri oldu.