“Yüzyılın Felaketi” denilen 6 Şubat depreminin 5’inci günüdeyiz. Tablo, her geçen an daha da kararıyor. Can kaybımız, bu sabah itibariyle 18 bini geçmişti. Yaralı sayımız ise 75 bine dayanmıştı.
Eksiklikler, yanlışlıklar günlerdir konuşuyor. Uzmanlar konuşuyor, gazeteciler konuşuyor, siyasiler konuşuyor, vatandaş konuşuyor. Bütün tepkilerin odağında tek bir kişi var: Erdoğan!
“Devlet nerede?” diyen vatandaş, aslında Erdoğan’ı soruyor. Ama iyice anlaşılsın diye, bu sefer “Erdoğan nerede?” diye tekrar ediyor.
Çünkü artık devlet demek Erdoğan demek. Devlet artık bir “şahsım devleti”.
Peki, şahsında devleti temsil eden şahıs neredeydi?
Depremin olduğu gün, öğlen saatlerinde çıkıp bir açıklama yapmış, sonra ortadan kaybolmuştu. İnsanların “devlet nerede?” feryatları arşa çıkarken, devlet ortada yoktu. Ertesi gün, OHAL ilan ettiğini bildiren bir twit atmış, sonra yine sessizliğe gömülmüştü.
Erdoğan, müjde vermek için vardı. Kara haber mi verecekti? O haberleri verecek birileri vardı ne de olsa. Bakanı, valiyi boşuna mı besliyordu? Kötü haberleri onlar çıkıp verecekti, vatandaşın tepkisini de onlar çekecekti.
Ancak bu sefer öyle olmadı. Vatandaş hem canını, hem de malını kaybetti. Elbette ki bunun tepkisi farklı olacaktı. Ömer Çelikler falan vatandaşa yetmezdi. Vatandaş, ismiyle çağırarak karşısında görmek istiyordu: “Erdoğan nerede?”
Erdoğan önce OHAL ila etti, sonra da bir gün daha bekledi. Bir gün daha geçince, işlerin kendileri açısından düzeleceğini düşündü ve ilan ettiği OHAL’e güvenerek deprem bölgesine gitti.
Böyle durumlarda AKP’nin belli davranışları vardır ve hiç değişmez. Doğal afet olsa da Gezi gibi toplumsal isyanlar olsa da bu hiç değişmez. İlk gün savcılıktan bir açıklama yapılır, “halkı kışkırtacak yayın ve paylaşımlar için soruşturma açılacağına” dair. Sonra olayına göre yayın yasağı getirilir. Gerçi bu deprem, yayın yasağı getiremeyecekleri kadar büyük bir felaketti. Sonra sosyal medyayla “ilgilenmeye” başlarlar. Tanınmış bazı kullanıcıları gözaltına alırlar. Baktılar ki tepkinin ardı arkası kesilmiyor, sosyal medyayı kısıtlarlar.
Hiçbir şey işe yaramazsa, işte o zaman AKP’nin en büyük silahı Erdoğan sahaya çıkar.
“Yüzyılın Felaketi”nde de böyle oldu. Erdoğan günler sonra ortaya çıktı, afet bölgesine gitti. Önce Kahramanmaraş’ta, sonra da Hatay’da, “devlet nerede?” diye feryat eden vatandaşı provokatörlükle suçladı, “şerefsiz” diye küfür etti. Acılı ailelere 10 bin TL verileceğini duyurdu ve isteyenlerin Antalya’da otellere yerleşebileceğini söyledi.
İnsan, ancak bu kadar duygudan ve vicdandan yoksun davranabilir. Miktarını tartışmaya bile gerek yok, parayla insanların acılarını hafifletebileceğini sanmak, en ufak bir vicdani duygunun olmadığını göstergesi. Veyahut, isteyenlerin Antalya’da otele yerleşebileceğini, yemenin, içmenin bedava olacağını söylemek.
İnsanlar en yakınlarını kaybetmişler, evlerini barklarını kaybetmişler, adamın biri çıkıyor kürsüye, 10 bin TL vereceğim diyor. Çadırları beğenmeyenler Antalya’daki otellerde keyif çatabilirler, beleş diyor. İşte Erdoğan usulü yara sarma böyle oluyor. OHAL, tahdit, küfür ve para…
Erdoğan’ın konuşmasında bir şey daha vardı ki, neden OHAL ilan edildiğini de apaçık ortaya koyuyordu: “OHAL, süreci istismar edenlerle mücadele imkanını devlete tanıyacak.”
AKP’nin OHAL ilan etmesinin tek bir sebebi var, o da depremzedesinden muhalefetine; gazetecisinden sosyal medya kullanıcısına kadar herkesle hesaplaşmak.
Erdoğan asıl bunun için sahaya indi. Baktı ki gönderdiği adamlar bir işe yaramıyor, bizzat kendisi sahaya inerek durumu kontrol altına almaya çalışıyor. Tıpkı Gezi’de olduğu gibi, tıpkı 15 Temmuz’dan sonra olduğu gibi…
“OHAL ilan edeceğim, gücümü göstereceğim” mesajı tek bir anlama geliyor:
Erdoğan, Türk milletine karşı yeni bir savaşa başladığını ilan etmiştir.